- Kategori
- Öykü
Pervane 2

Zaman ve Çocuk
Yıllar geçmişti. Ayşe’nin Cemili artık kollarının kanatlarının altına alamıyordu evlatlarını, yuvasını. O görev Ayşe’ye düşmüştü iki oğlan, üç kız beş çocuk. Fatma şöyle bir annesini süzdü. Nasıl kaldırıyordu bunca yükü ?
Her sabah Ayşe Fatma’yı kaldırıyor koca kalaylı bakırın içine hazırladığı hamuru yoğurtturuyordu. Fatma’ya. Artık elleri alışmış kavramaya başlamıştı, hamura hükmedebiliyordu. Eskisi gibi korkmuyordu hamur yoğururken. Yeni görevi buydu. O hamuru yoğurup inceltmeden okula gidemezdi. Oysa ki o okula gitmeliydi. Annesine de içten içe kızıyordu. O kızgınlık, yaşamın elinden almışlıkları, çocukluk hayalleri; hepsiydi. Hepsi o bakır leğenin içerisinde yoğuruluyordu.
Hamur istenilen kıvama geldi. Fatma ellerinin ununu yavaşça sıyırdı, bir çırpıda ayağa fırlayıp ellerini yıkadı. Askılıktan ceketini aldı, eski bir çuvala paketlediği kitaplarını aldı kaçtı evden. Ayşe kapının sesini duydu koştu Fatma’nın arkasından seslenerek. Fatma sanki annesi onu engeller edası veriyor, kaçarak çıkıyordu evden. Belli mi olurdu. Ayşe’nin yaşadığı travma, belli belirsiz vardı hala üzerinde. İnsanın yarenini, çakır gözlüsünü, sevdasını eşini, canının yarısını kaybetmesi kolay mı? Onlar birbirlerinin gözlerinin içinde erirken az mı yakalamıştı Fatma onları, minik yüreğindeki masumiyette.
Fatma hala okul yolunda koşturuyordu. Sanki birisi kolundan yakalayıp "dur okula gidemezsin dur artık sen hep hamur yoğuracaksın" diyecek gibi geliyor o sesten kaçıyordu .Nefes nefese okula girdi, arkadaşlarının arasına katıldı. Üç ya da dört kız vardı onca erkek öğrencinin arasında.Onların arasına saklandı. Göze batmaması gerekiyordu ama o sapsarı saçları, çakır yeşile dönük gözleriyle ışıl ışıl parlıyordu aralarında. İç ışığı yüzünde aydınlanıyor, bir gün daha okula gelmenin zaferini kutluyordu Altıncı senesinde hala.
Ders saati başladı. Fatma’nın içi içini yiyordu. Okul bahçesinin bir bölümünün çiçeklendirilmesi için öğretmenler görevlendirilmişti. Her öğretmen kendi sınıfına, çiçek ekme ve kendi çiçeğini sulayıp büyütme ödevi verdi. Herkes bir çiçek ekmiş ilk ders saatinin bitimine doğru çıkıp suluyor kontrol ediyordu. Topraktan ucu görünen çiçeğin notu veriliyordu. Hepsi çıkmıştı nerdeyse ama Fatma’nın çiçeğinde bir kımıltı yoktu . "Bugün çıkmıştır mutlaka. O büyüsün bak ben on alacağım" diyordu kendi kendine. Dışarı çıktılar. Yine her öğrenci kendine ait çiçekten notunu aldı. Kimse kalmamıştı Fatma’dan başka. Oysa o bütün dersleri yüksek olan çalışkan bir öğrenciydi. Nasıl olur da onun çiçeği, bunu ona yapabilirdi. Aklından binlerce soru geçiyordu . Öğretmen yanına geldi not defteri elinde Fatma’ya gülümsedi. Saçlarını okşayarak Fatma’nın gözlerinin derinliğindeki çökmüş karanlığı gördü.
-Ne oldu Fatma .Neyin var, hasta mısın?
-hayır öğretmenim
diyerek diz çöktü ve hıçkıra-hıçkıra ağlamaya başladı. Üç yıl olmuştu Fatma ağlamamıştı, babasından sonra hiç. Çaresizlik içinde kıvranıyordu öğretmeni, bu hassas ve çocuk yüreğin karşısında. Sonra çöktüğü yere baktı öğretmen. Anladı, anlam veremiyordu ama Fatma bir şey ekmemiş miydi? bu çocuğun ödevini yapmadığı görülmemiş bir durumdu. Eğildi, Fatma’nın ellerini tuttu, onu ayağa kaldırdı." Neden, ne oldu anlat" diyordu gözleri. Fatma Öğretmenine baktı. Tekrar, tek bir hıçkırık sesinden sonra;
-Öğretmenim benim çiçeğim çıkmadı.
-ne ekmiştin Fatma? üzülme başka ekersin.
-hayır öğretmenim başka ekemem, ondan evde bir tane kalmıştı, başka bulamam. O ağaç olacaktı, o ağacın her bir dalında rengarenk akide şekerleri olacaktı.
Öğretmen neye uğradığını şaşırmıştı. Gözleri büyüdü, nutku tutuldu, yüzü alev-alev oldu. "akide şekeri mi?" dedi kendi kendine. Çığlık atmamak için zor tutmuştu kendini şaşkınlıktan. Hayatında ilk kez böyle bir şey duyuyordu. Fatma’nın hala ip gibi yaşlar süzülüyordu gözlerinden. Göğsü inip-inip kalkıyordu. Nefesi kesik-kesik ve gözleri çakmak çakmaktı.
Öğretmen onu içeri boş sınıfa götürdü ve sıraya oturdular.
-Fatmacığım, çok güzel bir şey ekmişsin; ama güzelim o, o toprakta yetişmez. Sen onu yaşam toprağına ekeceksin. Sen o akide şekerini, o toprağa ektiğinde yaşamına ekmiş oldun.
Öğretmen Fatma’nın bunları içsel olarak anlayacağını biliyordu. Bir gün yaşamının her hangi bir dönümünde o dallardan akide şekerlerini toplayacak ve şimdi yanaklarından süzülen ip gibi gözyaşları, hayatının o kesitindeki mutluluk göz yaşlarına dönüşecekti.
Fatma Türkiye’nin ilk kadın gümrük amiridir. Taşucu ‘ndan Nusaybin ‘e kadar birçok gümrük kapılarında gümrük amirliği yapmıştır. Ve yaşamının her dönemini, o ektiği akide şekerlerini toplayarak geçirmiş 2004 yılının bir şubat günü yaşama veda etmiştir. Babasının istasyonda bıraktığı mendil hala cebinde ve pervaneler artık onun gözlerinin yeşilinde