- Kategori
- Güncel
Muhafazakâr demokrasi ve aile yapısı mı demiştiniz?

Uluslararası bir araştırma şirket tarafından 33 ülkede gerçekleştirilen Global İşgücü İndeksi araştırmasından Türkiye için oldukça önemli sonuçlar çıkmış. Öncelikle böylesi bir yazı yazmama neden olan bu sonuçlardan bahsetmek isterim.
Türkiye'de beyaz yakalı çalışanların (toplumun diğer tarafını da hesaba katarsak durum çok daha çarpıcı bir durum alabilir) yarısından fazlası eğer şans verilseydi, okulu bitirdikten sonra tamamen farklı bir konuda daha eğitim alacağını, neredeyse yarısının ise yanlış bir kariyer seçtiğini belirtmiş. Türkiye'de katılımcıların yüzde 46'sı kariyer seçiminden memnunken, yüzde 40'ı yanlış bir tercih yaptığını kabul ediyor. Ankete katılanlar arasında yüzde 12'lik bir grup ise bu konuda "emin olmadığını" ifade ediyor. Bu alanda kadınlardan çok erkeklerin bulundukları konumdan daha fazla rahatsız oldukları gözlemleniyor. Türkiye'de çalışanların çoğunun aldıkları eğitimin kalitesi ve kariyer seçimleri hakkında olumsuz düşünceleri olduğunu ortaya koyuyor.
Araştırmanın diğer önemli bulguları ise şöyle: i) Ankete katılanların yüzde 84'ü "eğitimime devam etmiş olmayı dilerdim" diyor, ii) Yüzde 58'i tamamen başka bir branşta okumuş olmayı tercih edeceklerini ifade ediyor, iii) Yüzde 40'ı kesinlikle yanlış bir kariyer seçtiğini söylerken, yüzde 12'si ise bu konuda "emin" değil, iv) Yüzde 63'ü okul eğitimlerinin kendilerini iş yaşamına iyi bir şekilde hazırlamadığını söylüyor ve v) Yüzde 31'i okul sonrası eğitimin kendilerini iş yaşamına yeterince iyi hazırlamadığını düşünüyor. Bulgular; çalışanların ülkelerinin eğitim sisteminin kalitesi hakkında neler hissettiklerine de ışık tutuyor. Buna göre Türk eğitim sistemi araştırmadaki 33 ülke arasında sondan dördüncü sırada yer alıyor.
Şimdi bu araştırmadan elde edilen sonuçları böylece sıraladıktan sonra, akıllarınızdan geçtiğinden hemen hemen emin olduğum “tamam da, sen bu bulgularla, ‘Muhafazakâr Demokrasi ve aile yapısı’ arasında nasıl bir bağlantı kurdun onu anlamadık’ şeklindeki sorunuzun yanıtına geçeyim.
Aslında tam da bu noktadır, Türkiye’de, mutsuzluğu yaşayarak kendisi olabilme şansını kaybedip, üretim sıkıntısı çekip, bunun sonucunda da ülkeye katkı olmak yerine, sadece yük olan milyonlarca insanın var oluş nedeni.
Yıllardır yazarım ve de söylerim; muhafazakâr değerlerle ahlâki altyapıyı kurmaya kalkarsanız, bu sistem hiçbir şekilde işlemez… Ki bu nedenledir ki ülkemiz son yıllarda daha muhafazakârlaştığı halde, özellikle muhafazakâr kesim başta olmak üzere yalan, hırsızlık, dolandırıcılık aldı başını gitti. Aslında ahlaki değerleri sadece yatakta, yenilende-içilende, giyilende sanan ve bu sandığı değerleri de korumak için beynini kapatan toplumlarda bu normal sonuçtur. Siz bakmayın; Sayın Hayrinnüsa Gül’ün “benim beynim açık” dediğine. Hadi diyelim onun ki açık, ancak bu toplumdaki milyonlarcasının da beyninin açık olduğu anlamına gelmez… Hoş sorun sadece Türban takanlar için de sınırlandırılamaz, çünkü kafası açık olduğu halde, beyni ve ruhu özgürleşememiş bir sürü insan yaratıyor, 1950’den bu yana üzerine titreyerek toplumu onunla şekillendirmeye çalıştığımız “ Muhafazakâr Demokrasi”miz.
Kafaların aydınlanması, bireylerin kendi yetenekleri, kapasiteleri ölçüsünde sisteme katılıp, üretime katkıda bulunabilmeleri ancak ve de ancak onların ruhları üzerinde baskı oluşturan araçların ortadan kalkması ile mümkün olabilecektir. Bu araçların bireyin kendisinin dünyadaki varlığı ile ilgisi olmayıp, çevre tarafından yerleştirilen toplumsal yaşayışla alakasız kurallar topluluğu olan Muhafazakâr Demokrasi ideolojisinin temelini oluşturan suni engellerin ortadan kalkması ile mümkün olacaktır. Bu suni engeller ortadan kalkıp, bireyin kendi ruhunu tam olarak anlayabilip, evrenin kendisine sunduğu mesajları algılayabilecek duruma gelmeden, bir ferdin kendi kararlarını kendisi verip, gerçek mutluluğu ve doyumu yakalayabilmesi de mümkün olmayacak ve bu durum otomatikman, bireylerin üretimleri sonucu topluma katkılarının çok düşük olmasına neden olacaktır. Muhafazakâr Demokrasinin bayraktarlığını yapan insanların kendi seviyelerindeki insanlara bakarak değil, toplumun en alt seviyesindeki insanlara bakarak durum değerlendirmesi yapmaları gerekmektedir. Yoksa çok büyük yanılgı içerisine düşerler…
O nedenden son olarak diyorum ki “sağlıklı bir toplum, mutlu insanlar, üretimden zevk alan ve bunun kendi geleceği için ihtiyaç olduğunu algılayabilecek insanlar için insanı dar kalıplar içerisine sokan, dünyevi hayatını sıkıntı pamukları içerisine saran, Muhafazakâr Demokrasi konusundan dikkatli olmak zorundayız”. Sürekli gıpta ederek baktığımız gelişmiş ülkeler gibi bilimsel ve teknolojik üretimler yapabilmek, ülkemizi ileri taşıyabilmek için insanın beynindeki tüm prangaları parçalamamız gerekir ki düşünebilsin, evrenin kendisine yolladığı mesajları yakalayabilsin. Gelişmiş ülkelerin en önemli özelliklerinin bir bireyin ruhunu ve beynini her türlü baskıdan uzak tutmayı becerebildikleri aydınlanma sürecini başarıyla geçirebilmiş olmalarında yattığını düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin de en önemli dayanağı, aydınlanma ayağı üzerine oturtulmuş olmasıydı. Aydınlanma olmadan, beyinler prangalardan kurtulmadan devrim yapılamayacağı aşikârdır. Çok yakın olan aydınlık yarınlarda hep beraber uyanmak umuduyla…