Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Şubat '11

 
Kategori
Güncel
 

Müslümanlar neden ayaklanıyor

Son aylarda ortaya çıkan ayaklanmaların kökleri elbette bir çırpıda anlatılamaz. Gerçekte İslâm toplumları çağdaş gelişmeler karşısında maddi olduğu kadar manevi yönlerden de ezilmişlerdir. Binlerce yıl sonra anlaşıldığı gibi sindirilmiş olmak ya da baskı altında tutulmak insan onuru ile bağdaşmıyor. Abbasiler döneminde Basra’daki ilk zenci ayaklanmasından sonra pek çok ayaklanma sürecine girmiş olan Müslüman toplumlar son aylarda yöneticilerine karşı yeni bir direniş içine girdiler. 

Başkaldırıların maddi ve manevi pek çok yönünün var olduğu açık. Onların canları pahasına giriştikleri bu başkaldırıların bir nedeni de yöneticilerinin tantanalı hayat sürmelerine karşılık kendilerinin bir sürü gibi yönetilmek istenmesi için uydurulan baskı yöntemlerin artık son bulmasıdır. Bu yüzden başlarındaki kimi diktatörler ile kimi sultanları istemiyorlar artık. Yüzyıllardan beri dünyayı keşfe çıkarak her türlü imkânı kendi çıkarı için kullanmayı amaçlayan Batı her türlü hammadde yanında karşılaştıkları toplumları da bütün ayrıntılarına kadar inceleyerek, kendisine yeni ufuklar açmasını bilmiştir. 

Önce Osmanlı devlet düzeni karşısında bocalayan Batılı devletler önce Rusları sonra da Balkanlılar ile Arap dindaşlarımızı yanlarına alarak üç kıtaya egemen Osmanlı devletimizi yeni haritalar çizerek parçalara ayırdılar. Bu konuda özellikle Mısır, Yemen, Trablusgarb (Libya) ile Hicaz ayaklanmaları unutulacak gibi değildir. Osmanlı Devletine karşı girişilen ayaklanmalarda dış unsurlar bulunduğunu söyleyerek de tarihimiz ile hesaplaşmaktan kurtulamayız. Bu yüzden suçu başkalarında aramak yerine kendimizi eleştirmek zorundayız. Gerçekte Osmanlı devlet düzeni de yüzyıllarca kendini yenileyememiş; ilim, fen, sanat, istihdam, para politikası ve İslâmi içtihatlar ile eğitimin yaygınlaştırılması yönlerinden tutarlı ve yaygın hiçbir açılım yapamamıştır. 

Toplumda rüşvet (kirli, barlı para anlamında; bartıl) yaygınlaşmış, tımarlı sipahi düzeni bozulmuş, Batı’nın direnmesi karşısında ganimet gelirleri durmuş, işsizlik ve yoksunluk temelli Celâli İsyanları yaygınlaşmıştır. Ayrıca sırtını kapitülasyonlara dayayan ticaret Batı’nın fabrikalarında üretilen ucuz yeni ürünler yüzünden geleneksel el sanatları üretimini baltalanmış, özellikle deri, pamuk, ipek ve bazı madenlerin Avrupa’ya akması sonucunu doğurmuştur. Bu süreçte önce uzaklardaki egemenlik alanlarını sonra da payitahtını bile yabancılara teslim etmek zorunda kalmıştır. Bu acıları yaşayan dedelerimizi dinleyenler bu topaklardan sökülüp atılmak gibi bir korku ile silaha sarılmak zorunda kaldıklarını anlattılar bize. 

Tam yüz yıl önce Trablusgarp Vilâyeti adı ile Osmanlı devletimize bağlı olan Libya bugün için de yüreğimizdeki yaradır. Televizyon yayınlarındaki konuşmacılar ne yazık ki eski vatanımız ile kurulmuş olan kardeşçe ilişkilerimizden hiç söz açmıyorlar. Oysa dökülen şehit kanları yüzünden yüzlerce yıl eski toprağımız sayılan Libya (Trablusgarp) kapsamında söyleyecek çok sözümüz var. 1900’lerin başında Libya’da Osmanlı aleyhine yaşananlar hiç de iç açıcı değildir. Trablusgarp Belediye Başkanı Hassune Paşa(!)’nın Banco Di Roma ile yaptığı kredi anlaşması yanında İtalyanların Akdeniz kıyısındaki irili ufaklı yerleşim yerlerindeki halka şirin görünmek için harcadıkları maddi ve nakdi yardımlar, sonunda halkın silahlandırılarak Osmanlı asker ve sivil hedeflerine saldırıya dönüşmüştür. Yüz yıl önce yayılmacı İtalyanlar ile Trablusgarplı bazı Arapların anlaşmaları yüzünden başlayan Libya işgali nedeni ile yurttaşlarımızın ülkemize deniz yolu ile taşınması konusu bugün de Libya’yı bayındırlaştırmaya çalışan işçilerimiz nedeniyle gündemdedir. Eskiler bu gibi durumlara ‘’kaderin cilvesine bak!’’ derlermiş. İşte kaderin cilvesine bakınız ki bugünkü tarihçilerimiz ile siyasilerimiz bir an için olsun eski günlere bir nazar atmak istemiyorlar. II. Abdülhamid dönemindeki Yemen İsyanı’nın peşinden bir oldubitti ile bizden koparılmak istenen Trablusgarp toprakları için uluslar arası anlaşmalar gereğince zorunlu olarak başlatılan Osmanlı sivil direnişi görmezden geliniyor. Böylece Yüzbaşı Enver Bey ile Yüzbaşı Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Akdeniz’deki İtalyan Donanması desteğinde güçlü silahlarla donatılmış İtalyan güçlerine karşı giriştikleri amansız mücadele gizlenmek isteniyor. Oysa o direniş gerçekleşmemiş olsaydı bağımsız Libya’dan ne Ömer Muhtar ne de Şeyh Sûnûsi çıkabilirdi. 

Yaklaşık on yıl ara ile gittiğim Ürdün ile Suriye’deki belgesel çekimlerim sırasında onların yönetim biçimleri yanında tarih, kültür ve eğitim alanlarındaki açmazları kendimce görmüş, tanıştığım bazı yetkililer ile tartışmalara girişmekten kendimizi alamamıştık. Bu ülkelerdeki aydın kesiminden yaşı yetmişin üzerindekiler ile Türkiye’de okuyanlar dışındaki yetkililer ile anlaşmanın ne kadar zor olduğunu görmüştüm. Ürdün’deki Vadi-i Musa ile Akabe’deki Yavuz Sultan Selim Kalesi Camii’ndeki Araplar yanında Şam Kapalı Çarşısı’ndaki esnaf tarafından ne kadar sıcak bir ilgi ve sevgi gördüğümü de burada açıklamak isterim. Ayrıcan Arap toplumlarına göre geçmişi yargılamak yanında petrolü olmayan Türkiye’nin kendi çabası ile her bakımdan ileri bir düzeyde görüldüğü de unutulmamalıdır. Anlaşılan o ki meydanları dolduran kitlelerin birikmiş sonsuz istekleri varmış. Kadınlı erkekli büyük bir öfke görüyoruz Arap toplumlarında. Ne kadar acıdır ki onlara ‘’durun yapmayın, aldatılıyorsunuz ya da kandırılıyorsunuz’’ diyebilen bir tek yetkili yok ortalıkta. Onlar da uyguladıkları baskılardan dolayı ya arsızlık yapıyorlar ya da büyük bir utanç içindedirler bence. Son baskılar ile ülkeleri dışına kaçmak zorunda kalanlardan sonra, ülkelerinden çıkamayan kimi diktatörlerin, silahlı saldırıları kamçıladıkları çok açık. 

Kaddafi’nin kendinden menkul Yeşil Devrimi ile toparlanmaya çalışan Libya Halk Cemahiriyesi güvenlik güçleri ilk günlerin şaşkınlığından sonraayaklanan kitlelere karşı en acımasız yollara başvurarak kan dökmekten geri durmuyor. Kaddafi ile yandaşları ülkede ‘’asayiş berkêmal’’ teraneleri tutturmaya başlamış, savaş uçaklarını yere indirmiş bulunuyorlar. Ayaklanan kitleleri durdurmak şimdilik çok zor görülüyor. ‘’Hürriyet şehitleri’’ sayısı günden güne artıyor Libya’da. Başkaldıranlar ülkelerinde ‘’istikrar’’ ve ‘’hürriyet’’ özellikle de ‘’düşünce hürriyeti’’ istiyorlar. Kaddafi yönetimini kendi çıkarları için bir çıbanbaşı olarak gören ABD’nin Kaddafi ile çevresinin mal varlıklarını durdurmak ve ülkeleri dışında dolaşmalarını yasaklamak istemesi, geçmiş yılların hıncını çıkarmak anlamını taşıyor. 

Ülkedeki ayaklanmalara karşı Kaddafi yönetiminin zor kullanımı karşısında çok yakında BM Güvenlik Konseyi’nin de etkin yaptırımlara başvuracağı açık. Son bağlamda anlaşılıyor ki dünya kamuoyu da BM de artık ne terör eylemlerine ne uysal ya da ılımlı olmadıkları sürece diğer sultalara ne de sözde demokrasi uyguladıkları söylenen yönelimlere artık izin vermeyecek. Petrol üreticisi Arap ülkelerinin petrol yanında petro-dolar akışı ile Batı’nın gelişmesine katkıda bulundukları da unutulmamalıdır. Bu yüzden olsa gerek Batılı destekçileri tarafından kendilerine açıktan açığa ‘’diktatör’’, ‘’tiran’’ ya da ‘’sultan’’ denilemeyen ‘’totaliter rejim’’ düşkünleri ile destekçilerinin gelecek günlerde nasıl yargılanacaklarını hep birlikte göreceğiz. Başkaldıran Müslüman kitleler için artık dışarıya karşı değil içeriye; kendi iç çelişkilerine dönerek geleceklerini hazırlama dönemi başlamış bulunuyor. Öğrendiğimize göre bazı Arap toplumlarındaki işsizlik yarası yanında günlük en çok üç dolarlık bir gelir ile yaşamak güçlüğünün de başkaldırılar için önem taşıdığını vurgulamak zorundayız. Umulur ki dost ve kardeş Arap ülkelerinin yeni yöneticileri çok kısa süre içerisinde kendilerini toplayıp hak hukuk bağlanımda gerekenleri yerine getirmek uğrunda olumlu adımlar atacaklardır. Çünkü adaletin olmadığı, milli gelirin ‘’kaymak tabaka’’ ile Libya’da Türk şantiyelerine saldıran ‘’yoksullar ve ezilenler’’ arasında hakça paylaşılmadığı, özgürlüklerin kısıtlandığı, kamu ve özel harcamaların tek tek açıklanmadığı bir ülkede sağlıklı kişilikler ile huzurlu bir toplum görebilmek mümkün değildir. Sanırım gelecekte Arap toplumları ile Türk cumhuriyetleri toplumları bu tür sancıları çekerek daha şeffaf, daha uygar birer toplum olmaya başlayacaklardır.  

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara