Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

20 Kasım '08

 
Kategori
Güncel
 

Mustafa

Şöyle ya da böyle, “Mustafa” ile Can Dündar iyi sükse yaptı. Daha şimdiden milyona ulaştı izleyici sayısı. Seven sevmeyen merak etti. Kimi, “al işte sana Mustafa” demek, kimi, küçümseyenlere sövmek için yelyepenek koştu sinema salonlarına. Reklamın kötüsü olmazmış.. Mustafa bu gerçeği bir kez daha anımsatan bir kanıt oldu.

Bir sinema filmini veya bir belgeseli, ait olduğu kategori kriterleri ile eleştirecek kadar kendimi yetkin bulmamakla beraber, öncelikle Mustafa’yı bir “belgesel” den çok, “canlandırma” tekniğine daha yakın bulduğumu ve ikinci olarak ta; her ne kadar yönetmenin iddia ettiği gibi, sadece M. Kemal’in “insan yönü” ne vurgu yapsa bile kullanılan argümanların zayıflığı belirtmek istiyorum.

Olaydan olaya hızlı geçişler, kronolojik silsileye bıçakla kesilir gibi oradan oraya yaptırılan atlamalar, tarihsel gerçeklikleri mantıksal bağlantıları çerçevesinden soyutlayıp koparan eklektik ve kötü kopyalama yöntemi, filmi, olmayan bir dünyanın hiç olmamış kahramanlarını anlatan masalımsı bir anlatıma sıkıştırmış.

İzleyici sayısına bakarak bu belgeselin, artık öyle söyleyelim, amacına ulaşmış olduğunun tespitini yapmak bana göre olanaklı değildir.

Bir kere bu belgesel, devlet olanaklarının seferber edilmesinden tutun da, maksatlı maksatsız, tüm yazılı ve görsel basın kullanılarak tanıtılmaya çalışılmış, izleyici, daha ürün ortaya çıkmadan yönlendirilmiştir. Örneğin; galanın Dolmabahçe Sarayı’nda tüm devlet erkanının davetiyle yapılmış olması bu anlamda dikkate değerdir. Resmi erkandan davetli olup ta, gala sonrası rahatsızlığını dile getirmemiş olanların, sonrasında, burun kıvırmalarının bugün için bir kıymet-i har biyesi yoktur.

Bence sorun, Can Dündar’ın Mustafa Kemal’i tarihsel kişiliği veya salt Mustafa olarak nereye koyduğu veya subjektif anlamda nereye koymak istediği sorunu değildir. Bence sorun, Mustafa Kemal’i, tarihe mal olmuş bir insan ve bir önder olarak, günümüzün sosyal ve siyasal dinamikleri içinde nereye koyacağımız ve bunu ne kadar hazmedebileceğimiz sorunudur.

Daha önceki bir yazımda da belirtmiştim; bu ülkede Kenan Evren de Atatürkçüyüm diyebilmekte, örneğin İlhan Selçuk ta.. Ama bir tanesi, Kemalist değerleri kendince savunmak için göğsünü siper ederken, diğeri, kendini , “kemalizmin mezar kazıcısı” olarak isimlendirenlerin sistemin DNA sına sızabilmeleri için kapıları sonuna kadar açmıştır.

Pekiii, nedir o halde kemalizm?

Her kim ne anlarsa o mu? Bir Picasso tablosu mu?

İki Kastamonulu vatandaş konuşuyorlarmış. Biri ötekine; “Atatürk’ü gördüm” demiş. Öteki; “yaaa, nasıl biriydi peki” diye sormuş. Yanıtlamış ilki;” naha şöööyle kocamaaaan bir baltası vardı.”

Hal budur.

Yapanlar tarafından yazılmadığı müddetçe tarihe tecavüzü önlemek oldukça zor, hatta imkansızdır da.

Bu noktadan hareketle, yazılması yapılmasından zor olanın doğruluğunu test etme gibi ciddi bir işi, fırsat kollayıcıların değirmenine su taşımayı iş edinmiş liboşun önde giden birinden veya benzerlerinden beklemek, çölde akarsu hışırtıları işitmekle eşdeğerdir. Filmi görmediği halde, kulaktan dolma dolaylı anlatımlara dayanarak eleştiri yazısı yazan ve daha sonra, “bana yanlış anlatıldı” deme aymazlığı gösteren koca koca günlük gazetelerin koca koca köşe yazarlarından da..

Emin değilim. Bu yazı belki devam eder.

Fakat, ben burada, Pavlov’un büyüklüğüne bir vurgu yapmak istiyorum.

İzlerken arka sıradaki hanımların aralarında geçen kısa diyalog aynen şöyledir:

-Tabi canıııım!.. Baksana, sanki Rusya yardım etmişte biz savaş kazanmışız gibi gösteriyor

-Evet ya… Bu Can Dündar da komünistmiş zaten.

Şartlı refleks…

 
Toplam blog
: 36
: 668
Kayıt tarihi
: 25.01.07
 
 

54 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanıyla ilgileniyorum. Çünkü düşünen ve yaşayan bir adamım. Esm..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara