Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '14

 
Kategori
Kültürler
 

Mustafakemalpaşa: Beş Kültür penceresinden

BEŞ KÜLTÜR PENCERESİNDEN: MUSTAFAKEMALPAŞA KÖYLERİ

Toplumsal uygulamalar, ritüeller, doğa ve evrenle ilgili bilgiler, el ve gösteri sanatları geleneği gibi yerel bilgi sistemleri insanın ve insanlığın bütünsel gelişimine katkı yapan değerli hazineler olarak düşünülmelidir. Bu düşünceden yola çıkarak gerçekleştirdiğim çalışmanın özgün kültürel mekânı Mustafakemalpaşa’nın köyleri, konusuysa beş başlık altında incelediğim, yaşayan kültürel miraslardır.

Düğün Geleneği:

Mustafakemalpaşa köylerinde düğünlerin köklü bir kültürü, belli başlı unsurları ve kendine özgü biçemi(üslubu) vardır. Bu kültür unsurlarından bazıları adını korumakla birlikte başka bir görünüme bürünmüş olarak, bazıları hiçbir bozulmaya uğramadan varlığını sürdürmektedir. Örneğin “görücü usulü kız isteme”, “başlık parası” v.b. uygulamaların ortadan kalkmasına karşın, “takı” geleneği geçmişte olduğundan da abartılı biçimde yaşamaktadır. Takının bir başka işlevi de kızın gönüllü ya da gönülsüz olarak verilmesiyle ilgilidir. Anlayışlı ve  kızını gönüllü veren aileler takı konusunda zorluk çıkarmazken; gönülsüzlük durumunda takı isteği aşırı olmakta, bazen de işin bozulmasına yol açmaktadır. Günümüzde de varlığını koruyan düğün geleneklerine gelince…

Mendil verme, söz kesme: Kız ve oğlan tarafı her konuda anlaştıktan sonra, anlaşmanın bir kanıtı  olarak kız tarafından oğlan tarafına ipek bir mendil  verilir. Bu olaya “mendil verme“ veya “söz kesme“ denir. Sait Faik’in Bursa’da yazdığı İpek Mendil başlıklı öyküsüne de esin olan bu gelenek, dünürler arasındaki samimiyetin artmasına katkı yapmaktadır. Bu geleneğin tersine de “çevre alma” ya da “küçük nişan” denmektedir. Sözlenmeden bir süre sonra, oğlan tarafı akraba ve dostlarına haber göndererek kız evine çevre almaya gidileceğini bildirir. Belirlenen günün akşam namazından sonra hep birlikte kız evine gidilir. Bu törene erkeklerin yanında akraba ve dostlardan oluşan kadınlar ve kız tarafının akrabaları da katılır. Yapılan törende, geleneksel usullerle göre kız istenir. Sonuç oradaki bütün davetlilerin duyacağı  şekilde yüksek sesle duyurulur. Kız tarafı ve oğlan tarafı karşılıklı bohça alıp verirler. Bir aile büyüğü nişan yüzüklerini takar, kurdelâlarını keser. Tatlı ağırlıklı ikram yapılır, tebrik gerçekleştirilir. Tebrik sırasında erkekler nişanlanan kızın avucuna hediye olarak para koyarlar. Nişan töreni böylece tamamlanır. Bir gece sonra, kız evinde veya kız evine yakın bir evde “çevre düğünü” yapılır.

Büyük nişan: Genellikle düğünden birkaç gün önce yapılır. Geline çeşitli takıların takıldığı, evin eşyalarla, elbiselik kumaşlar ve gömleklerle donatıldığı bu törene “donanma” adı verilir.

Heybe adeti: Düğün öncesindeki bayramlarda, “bayramlık” götürmek gelenektendir. Oğlan tarafı kız tarafına, kız tarafı da oğlan tarafına bir gün arayla heybe dolusu armağanlar götürür.

Honça adeti: Gelinin baba evinden oğlan evine götürüldüğü günün akşamında, kız evi, damatla gelinin yemesi için lokum ekmeği, kızarmış tavuk ve helvadan oluşan bir bohça gönderir.

Kapı açması: Çevre düğününden bir süre sonra oğlan tarafının kadınları, belirlenen bir gecede çeşitli armağanlarla birlikte kız tarafını ziyarete giderler. Yenilir, içilir, eğlenilir.

Çeyiz serme: Oğlan tarafının yapacağı çeyizin miktarı ve kalitesi konusunda da sıkı  pazarlıklar yapılır. Kız tarafı istediği çeyizi aldırmak için diretir. Bu pazarlığın sonucu genellikle anlaşmayla biter. Oğlan tarafının hazırladığı çeyizler düğünden bir hafta önce kız evine götürülür, orada sergilenerek kız tarafının  akrabalarına, komşularına ve dostlarına gösterilir. Bu çeyizler, düğün başlamadan bir iki gün öce de kız tarafının hazırladığı çeyizlerle birlikte damadın evine götürülür, duvarlara asılır, yerlere serilir.

Düğüne çağırma-davet veya okuma: Düğüne davet etme işine okuma, okuma  işini yapan kadınlara okuyucu, davet için gönderilen kumaş, havlu, gömlek, bluz ve çember (yazma) gibi eşyalara da okuyuculuk denir.

Klâsik sazlı düğünlerin yapılışı: Bu düğünler cuma günün gecesi başlar, pazar günü akşam sona erer. Kadınların eğlencesine evli erkekler, erkeklerin eğlencesine de evli kadınlar katılmaz; kadınların eğlencesine bekar erkekler, erkeklerin  eğlencesine de genç kızlar katılır, izler.

Düğünün başlaması-kına gecesi: Düğün cuma gününün gecesi kız evinde başlar. O gece sadece kadınlar eğlenirler, geç saatlerde çengilerin söylediği ağıtlarla gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakılır. Bu ağıtlar söylenirken gelin ve yakınları; “ak bakırlarım susuz kaldı, han gibi evlerim ıssız kaldı, güzel anan kızsız kaldı” gibisinden kına türküleri yakılarak ağlatılır. Kadınların eğlentisinde çengiler genellikle dümbelek daire, keman ve klarnet gibi çalgılar  çalarlar. Bu geceye, “kına gecesi” denir.     

Sağdıçlık ve sağdıç kavuşması: Sağdıç, evlenen gencin en yakın, en güvenilir ve en samimi arkadaşıdır. Akrabalık değerindeki bu gelenek ömür boyu sürdüğü gibi kuşaklar boyunca da sürebilir. Sağdıç kavuşması, düğünün ikinci günü damadın evinin önünde gerçekleşir. Düğündeki çalgılar ikiye ayrılır. Damat evin önünde kalır. Sağdıç ikiye ayrılan çalgıların yarısını, gençlerden bazılarını ve düğün bayrağını alarak 150-200 metre ileri gider, oradan geri döner, oynaya oynaya damadın yanına gelir. Damada yaklaştığında koynunda sakladığı, içi elma, portakal, ayva veya kuru üzüm dolu mendili çıkarıp damada fırlatır. Damat da aynı şekilde cevap verir. Arkasından sağdıç ve damat birbirlerine sarılıp öpüşerek kavuşmayı gerçekleştirirler.        

Dürü götürme: Cumartesi günü, öğleden sonra genellikle klâsik sazlardan oluşan  çalgı topluluğu damadın evine gelir. Topluluk, düğün evinde bir iki fasıl çaldıktan sonra damadın sağdıcıyla birlikte yakın akrabaların evini ziyaret eder. Gidilen evlerde bir şarkı veya oyun  havası çalar, ev sahibini düğüne davet  eder, onlardan bahşiş alır. Bu davetler sırasında  köyün çocukları da işe karışırlar. Ziyaret edilen evlerden verilen ekmek, baklava, büzme ve soda tatlılarının içinde olduğu tepsileri başlarının üzerinde taşıyarak damadın evine götürürler. Bu olaya dürü götürme denir. Dürü götüren her çocuğa damadın annesi bozuk para veya şeker vererek onları sevindirir.

Havet toplama: Pazar sabahı da bu işi köy delikanlıları yapar. Müzik eşliğinde damadın akraba ve sağdıçlarının evini ziyaret ederek bahşiş toplar. Onlara bahşiş olarak kızarmış tavuk, basma, para vb. verilir.

Düğün yemekleri: Düğünlerde başka yerlerden gelen misafirlere ve köy  halkına oğlan evi tarafından çeşitli yemekler ve tatlılar ikram edilir. Bu mutfağın yüzyıllardan beri en baş yemeği de keşkektir.

Takı töreni (donanma): Düğünlerde takı işlemini gedikli çengi denen bir kadın yönetir. Kendisine verilen hediyenin kime ait olduğunu yüksek sesle duyurur, gelinin başının üzerinde üç defa çevirir ve “Gelin kızı hoş gördü.” deyip yerdeki bohçaya atar.

Gelin alıcı: Gelin alıcı öğleden sonra damat evinden çıkar. Bayrakların önde yürüdüğü gelin alayı, bayraktarın emri ile zaman zaman durur; gençler çalgı eşliğinde karşılama, dörtleme ve çiftetelli gibi oyunları oynarlar. Bu şekilde gelin evine varılır. O süreçte, “geliyoz ağalar geliyoz, dağı taşı deliyoz, bizler gelin almaya geliyoz” gibisinden maniler söylenir. Gelin, evinden dualarla alınır, arabaya  bindirilir. O sırada da, “gidiyoz ağalar gidiyoz, dağı taşı didiyoz, bizler gelini aldık gidiyoz” biçiminde mani söylenir. Araba kapıdan çıkarken önü gelinin kardeşleri, akrabaları veya komşuları tarafından kesilir. Aynı şeyi çocuklar da yolda yaparlar. Her iki durumda da bahşiş alınmadan araba salıverilmez. Tıpkı gelişte olduğu gibi dönüşte de araba zaman zaman durdurulur, çalgılar çalınır, gençler oynarlar. Bu şekilde damadın evine varılır. Gelin arabası sokak kapısında içeriye girince gelin arabadan dualarla indirilerek  damada teslim edilir. Gelini teslim almak üzere odasından çıkan damat düğündeki kalabalığın  üzerine şeker ve bozuk para atar.

El öpme: Damat gelinle birlikte bir kenarda durarak düğün için gelen dost ve akraba büyüklerin ellerini öperler. El öptüren büyükler geline para verirler. El öpmenin ardından damat, gelini içeriye götürüp bıraktıktan sonra tekrar dışarıya  çıkar, sağdıçlarla birlikte çalgılar eşliğinde  oynar, çalgıcılara bahşiş verir. Böylece düğün de bitmiş olur.

Gezele ya da ardı sıra adeti : Düğünden sonra oğlan tarafı yakın akrabaları ve dostları ile birlikte kız  evine giderler. Bu, gelinin baba evini ilk ziyaretidir. Baldızlar ve kayın biraderler eniştelerine hoş sürprizler ve şakalar yaparlar ve bahşiş alırlar. Bu şakalardan bazıları şunlardır.

Kedi nallatma: Baldız veya kayınbiraderler tarafından bir kedi getirilerek damada getirilir, damattan, onu nallaması istenir. Kedinin nallanamayacağını bilen damat bahşiş vererek bu işten kurtulur. Tuzlu kahve  ikramı: Bu iş baldız tarafından yapılır. Tuzlu kahveyi içen damat gülünç durumlara düşer.

Ayakkabı saklama: Damadın ayakkabılarının bir  teki  kayınbiraderler tarafından saklanır. Damat evine döneceği zaman ayakkabısının bir tekini koyduğu yerde bulamaz. Kayınbiraderlerine bahşiş  vererek ayakkabısını getirtir ve böylece evine dönebilir.

Doğum Geleneği:     

Düğün olup gençler muradına erdikten sonra ailenin o büyük ve kutsal beklentisi başlar. Evde bir gül, bir çiçek açmalı, bütün evi şenlendirmeli. Bir çocuktur beklentisidir o. Çocuğun gelmesi geciktiğinde gelin ve damada dolaylı baskılar bile yapılır. Sonunda o sevinç ve ona dair geleneksel davranışlar gelinin hamileliğiyle başlar.

Örneğin, çocuk çirkin doğar korkusuyla hamile kadının çirkin hayvanlara bakması engellenir. Çocuğunun ağzı balık ağzına benzer diye hamileliğin ilk günlerinde balık yedirilmez. Hamile kadına, çocuk gamzeli olsun diye ayva; doğunca kırmızı kırmızı olmasın diye gelincik köftesi yedirilir.

Çocuk dünyaya gelince göbek bağı kesilir, dini bütün olsun diye cami bahçesine gömülür. Ezanla birlikte adı verilir. Gelincik hastalığına yakalanması diye vücuduna bal sürülür, sıcakta terleyip kokmasın diye vücudu tuzlanır. Sarılığa yakalanmaması için üstü üç gün boyunca sarı örtüyle örtülür. Yanına kırk gün boyunca bir demir parçası konur, annenin göğsüne de bir demir parçasıasılır. Böylece bebeğe ve annesine  şeytanın  zarar veremeyeceğineinanılır.

Yarı kırk uçurma: Çocuk doğup yirmi günlük olunca “yarı kırk uçurma“ya gidilir. Çocuk, evden “kırk uçurma”ya götürülürken evin sağ tarafında bulunan varlıklı bir ailenin evine uğratılır ki büyüdüğünde o da varlıklı olsun. Bu ziyaretlerde bebeğe, erkekse un, kız ise yumurta verilir.

Kırk çıkarma: Doğum yapan kadın kırk gün dışarı çıkmaz. Doğum yaptıran ebe kırk çıkacağı zaman bayırlardan nohut büyüklüğünde kırk taş toplar, tencerede kaynatır. Bu su ile bebek ve annesi yıkanır.

Kırk basma: Aynı günlerde doğum yapan kadınların evlerine kırk uçurmaya gidilmez. Gidilirse kırk bastı olur. Uğursuzluk sayılır. Kırklı kadın olan evden konu komşuya hiç bir şey verilmez.

Diş hediyesi: Bebeğin ilk dişini görene hediye verilir. Eskiden tavuk verilirdi. Bebek adım atmaya başlayınca adım lokması yapılır, dağıtılır. Dedeleri bebeğe hediye alır.

Ninni: Bebek çocukluğa varıncaya kadar ninnilerle uyutulur, ninnilerle emzirilir. Bu ninnilerden bazıları doğrudan onu ekonomik yaşama hazırlamak içindir. Örneğin: “Hu yavruma hu/ Uyusun da büyüsün hu hu/ Tarlalarda yürüsün hu/Neni yavrum neni/Hu hu hu hu” gibi.

Adım papası (turtası): Bebek yürümeye başlayınca bir eşiğin üzerine ip bağlanır. Bebek buraya getirilir. Burada: ”Kösteğini keseyim mi?” diye üç defa sorulur. Diğer kişi de “Kes!” der, ip kesilir. Bu, bebeğin yürürken düşmemesi içindir. Sonra konu komşuya ekmek, helva ya da tatlı gibi şeyler dağıtılır.

Annenin ve bebeğin çamaşırları yıkandığında ikindi vaktine kadar mutlaka içeriye alınır. Bebek kız ise “6. ay kınası”, erkekse “adım lokması” yapılır.

Ölüm Geleneği:

Doğum geleneği, bebeğin sağlıklı büyüyerek yaşama tutunması ve yararlı bir insan olması niyetine dönük bir dizi tören ve ritüellerle anlamlandırılırken onu tamamlayan bir gerçeklik olarak ölüm geleneği de bir dizi tören ve ritüellerle anlamlandırılmaktadır.

Yaşama çeşni katarak onu tamamladığına inanılan ölüm de tıpkı doğum gibi hazırlıklarla karşılanır. Örneğin herkes ölmeden önce bohçasını hazırlatır. Bohçanın içinde kefen, yıkanırken kullanılacak havlu, peşkir, el dokuması yakasız gömlek konur.

Ölüm döşeğindeki kişiye zemzem verilir. Öldükten sonra ayak başparmakları bağlanır ve kıbleye yatırılır. Cenaze o geceyi evde geçirecekse üstünedik olarak bıçak ya da kayış konulur. Bu iş de ölünün yanına şeytan sokulmasın ve üstünden kedi atlamasın diye yapılır. Ölen kadınsa, kefenin içine çörek otu ve kına serpilir.

Yakın akrabalarından biri, ölen kişiye kırk gün Yasin okur. Yakasız gömlek, bu okuyucuya verilir. Bu bohçanın içinde bir ferace dikimi kadar kumaş da vardır. Kadının dış örtüsü olarak kabul edilen feracelik, kefen bağlandıktan sonra üstüne örtülür. Erkekte feracenin yerine havlu örtülür. Sonra o feracelik geri getirilip birine verilir. Hacca gidenlerin Kâbe’ye götürüp getirdikleri kefenliğin daha kutsal olduğuna inanılır. Ölü, evinden yattığı yerden kaldırılınca o yere un ve tuz konur. O tuz da bir fakire verilir.

Yedi gün cenaze evinde yemek yapılmaz; yemeği komşular getirir. Cenaze günü gelenlere peynir ekmek, şeker, un helvası ve kibrit dağıtılır. Cenaze evinde altı gece tebareke; yedinci, kırkıncı, elliikinci günlerindeyse mevlit okutulur. Komşulara çember(yazma), terlik veya havlu gibi şeyler dağıtılır.

Batıl İnançlar:

İnsanın, “batıl” diye adlandırılan din bağlantılı soyolojik, psikolojik inançlara gereksinmesi onun aile eğitimi ve yaşam koşullarıyla yakından ilgilidir. Aileden başlayan eğitim ve bilgi, sorunlara çözüm gereksinmesine yanıt vermediği ya da yaşamı daha da zorlaştırdığı zaman birey düşünsel-hayali gerçeklikler üretir ve ona sığınır. Çoğu zaman korku, cehalet ve yoksullukla beslenen bu gerçeklikler ona savaşım direnci, yaşam avuntusu ya da teslimiyeti getirir. Her üç halde de belli bir doyum sağlar. Halkın sosyolojisini ve hatta ekonomisini de ilgilendiren batıl inanışlar faslında rengârenk bir psikoloji harmanıyla yüzleşiyoruz. İlginç olan da şudur ki bu inançların pek çoğu yüzyıllardan beri varolageldiği gibi bugün de kendine yaşam alanı bulmaktadır.

Cuma günü dışarı kül dökülmez, küle su dökülmez, ütüne çiş edilmez. Yapanlar çarpılır. Çarpılanın kara büyüye tutulduğuna inanılır. Bu sorun büyü yapanın, büyüyü bozmasıyla çözülür. Örneğin o kişi leylek yuvasından çalı çırpı alır, onları yakarak su ısıtır ve bu su ile büyüyü bozar. Cuma günü iğne tutulmaz, iş yapılmaz, ev süpürülmez, çocuk ve çamaşır yıkanmaz, ekmek pişirilmez. O gün meleklerin ekmeğin başında beklediğine, fırına atılması durumunda kanatlarının yanacağına inanılır.

Akşam ezanından sonra komşuya ekmek mayası, yumurta, soğan ve süt verilmez. Eğer verilirse sütün içine kül atılır. Saçak altından geçilmez. Çarşamba ve Pazar günü çamaşır yıkanmaz. Gece çamaşır veya bulaşık suyu dışarı ya da gidere dökülmez. Gurk tavuk altına yumurta verilmez. İncir ağacının altına küçük su dökülmez. Cevizin altında uyunmaz. Eşiğe ve süpürge üzerine oturulmaz. Evin çevresinde sık sık baykuş  öterse, Azrail’in baykuş kılığına  girdiğine ve yakında o evden ölü çıkacağına inanılır.

Gece gübrelikten, dereden ve çaydan geçilmez, pınardan su alınmaz, kuyudan su çekilmez, bulaşık suyunun üzerinden atlanmaz, aynaya baktırılmaz, tırnak kesilmez, sofra bezi silkelenmez. Bunlar yapılırsa cinin, şeytanın çarpacağına ve inme ineceğine inanılır. Gece sakız çiğnemez, çiğneyenler "ölü eti çiğniyorsun" diye uyarılır.

Bahar aylarında kırklar denilen günde iş yapılmaz ve ev temizlenmez. Evi kırkayakların ve böceklerin  basacağına inanılır. O gün bütün  köy halkı topluca kırlara çıkar; piknik  yapar, yer, içer, eğlenir.

Yeni doğmuş bebek odada yalnız bırakılmaz. Şeytanın gelerek bu bebeği alacağına, yerine  çirkin yapılı ve beyin özürlü bir çocuk bırakacağına inanılır. Bu çocuğa “şeytan değiştirmesi” denir. Erkek bebeğin saçı ilk kesildiğinde terazinin bir kefesine saçı, diğer kefesine de altın ya da para konur. Saçın ağırlığına eşit gelen para veya altın yoksullara verilir.

Çeşmeden su taşıyan kızın testisi düşüp kırılırsa uğursuzluk sayılır.

Açık başla ve ayakta su içilmesi günah  sayılır. Yaşlı erkekler şapkaları yoksa su içerken başlarını elleriyle kapatırlar.                            

Yürümeyi öğrenen küçük çocuğun emeklemesi uğursuzluk sayılır. Emeklemesine izin verilmez.

Tuvalet kapısının kıbleye bakması uğursuzluk sayılır. Ev  kapısının kıbleye bakması  istenir. Kapısı kıbleye  bakmayan eve bet, bereket girmeyeceğine inanılır. Kapı arkası de uğursuz sayılır. Evde bir cam eşyanın kırılması, olası bir belanın savulması anlamına geldiği için iyiye işaret sayılır. Ezan saati köpek uluyunca “çeneni kes, başını ye!” derler. Kargalar bir evin üzerinde uçarsa o evden cenaze çıkacağına inanılır. Çocukların dişleri çıktığı zaman evin kiremitliğine atılır.

Ceviz ve incir  fidanı dikenlerin öleceği söylenir.

Birinin evinde köpeği uluyunca başına kötü bir şey geleceğine; birinin öldüğü gece köpekler çok havlarsa, ölen kişinin günahının çok olduğuna inanılır.

Çocuk/Genç Oyunları:

Çocuğun oyun ve sevgiyle büyüdüğü, eğitildiği, toplumsallaştığı, kişiliğini oluşturduğu eğitimbilimsel bir gerçektir. Bu bilimsel gerçeğin ışığından baktığımızda çocuk oyunlarının köy çocukları için çok daha önemli olduğunu görüyoruz. Çünkü kentsel yaşam ve varoluş olanaklarından yoksun olan köy çocukları/gençleri bu oyunlar sayesinde kendilerini gerçekleştirebilmekte, ifade edebilmekte ve topluma kabul ettirebilmektedirler. Mustafakemalpaşa köylerinde çocukların bugün de severek oynadıkları, eğitsel, eğitimbilimsel ve sosyolojik değeri olan bir çok oyun vardır. Bunlardan bazılarına göz atmak gerekirse:

Yüzük oyunu:8-10 kişi ile oynanır. Oyuncular yuvarlak şekilde toplanır. Baştan şapka veya ayaktan çorap çıkarılır. Mısır tanesi veya bozuk para şapkanın altına saklanır. Ebeden, saklanan mısır tanesi veya bozuk parayı, en son iki kişi kalana dek bulması istenir. Bulamayan diğer oyuncular tarafından bir biçimde cezalandırılır. Bulan kişi saklama hakkı kazanır.

Güvercin taklası: Örneğin 10 kişiyle oynanıyorsa 4’ü masa şeklinde kafaları dışarı gelecek biçimde eğilir, diğerleri onların üzerinden atlar. Atlayamayan ebe olur.

Dokuz çelik oyunu: Sopayla oynanır. Ortaya bir  tane taş konur. Üstüne uzun bir sopa onun ucuna da 9 tane sopa yerleştirilir. Bir kişi ebe olur. Ebe bir yandan oyuncuların taşa basmasını engellemeye, diğer yandan oyuncuları yakalamaya çalışır.

Mata oyunu: Taşla oynanır. Kaydırılabilecek bir taşla. Biz çizgi çekilir. Bir kayanın üstüne yuvarlak bir taş konur. Herkes o çizginin arkasına geçer. O taşı vurmaya çalışır. En az vuran oyuncu ebe olur.

Dombili oyunu: Kiremit parçaları üst üste dizilir. Zıplayan küçük toplarla kiremitler vurulur. Bu esnada dağılan kiremitleri ebe toplar ve tekrar dizmek zorunda kalır. Böylece oyun devam eder.

Çelik: 150 cm bir çubuk ve 25-30 cm. boyunda bir çelikle oynanır. Çelik çubuğun üstüne zıplatıldıktan sonra vurularak uzağa gitmesi sağlanır. En uzağa atan kazanır.

Citme çeliği: İnce yay şeklindeki elastiki sopalarla oynanır. Sopa yere vurulur. Sopa yaylanıp uzağa gider. Kiminki daha uzağa giderse o kazanır.

Simit oyunu: Bir tane yuvarlak çizilir. İçinde bir kişi ebe olur. Ebe, “simiiiiit!” diye bağırır, sesinin sonu gelmeden oyuncuları yakalamaya çalışır. Ebenin sesi bittiği anda diğer oyuncular ebeyi yuvarlağın içine girinceye kadar hırpalarlar.

Deve oyunu (alabaş): Genellikle kurban bayramında oynanır. İki kişiden deve yapılır. Boyun olacak öndeki kişiye çan takılır. Öndeki kişi devenin de başıdır. Deve başı, köylerdeki öküz iskeletinin kafatasından yapılır. Buna köyde “Alabaş” denir. Devenin idaresi öndeki kişinin elindedir. Köyün içi deve tarafından gezilir. Elindeki sopayla insanlara vurur. İnsanlar da “Aman vurma, yumurta vereyim.” der. İnsanları korkutur, kaçırır. Hane sahiplerinden para veya yiyecek toplanır.

Çetele: Oyuncular iki guruba ayrılır. Taşın ulaşabileceği kadar mesafeye belli aralıklarla üç taş dikilir. Bu taşların tam karşılarına da üç taş dikilir. Oyuncular ellerine aldıkları üçer büyük taşla, sırayla birbirlerinin taşlarına atış yaparlar. Hangi taraf üç taşı önce vurursa, oyunu o taraf kazanmış olur. Yenen taraf, yenilen tarafın sırtına binerek, atış yapılan taşların olduğu yere kadar kendini taşıtır.

Sıçan kapan oyunu: Oyuncunun elleri ve ayakları bağlanır. Ters olarak iki oyuncu birbirine geçer. Çapraz şekilde yürürler.

Domuz çelik, ciritme oyunu: Her oyuncunun ince uzun sopası olur. Belirlenen bir yere bir çubuk yatık olarak konur. Sıra ile eldeki çubuklar yere vurularak ileri atılır. Yatık çubuğa vuramayanlar ebe olur, atılan çubukları toplar.

Manya:Yalın ayaklı gençler koşarlar, en hızlı koşan belirlenir ve ödüllendirilir.                                                                                                                   

Menekşe oyunu: İki gurup karşılıklı dizilir, eller kenetlenir. Karşı guruba “Menekşe mendilin düşe, bizden size kim düşe? “denir. Adı söylenen koşarak gelir, en zayıf yere kendini çarpar. Halka koparsa kopan oyuncu esir düşer ve diğer gruba geçer. Hangi grupta oyuncu biterse o grup oyunu kaybeder.

Mamuç: Taşla oynanır. Herkesin elinde bir taş olur. Bir tane de büyük taş, on metre öteye konur. Onun üstüne de yumruktan küçük bir taş konur. Bu taşa “muga” denir. Belli mesafeden elindeki taşla karşıdaki büyük taşın üstündeki küçük taş vurulmaya çalışılır. Oyuncu küçük taşı vuramazsa attığı taşı almak için gittiğinde orada bekleyene değmeden alması gerekir. Değerse kaybeder. Eğer taşı vurabilirse, ebe taşı yerine koyana kadar kendi taşını alması gerekir. Eğer ona değerse o ebe olur. Değmezse yeniden atma hakkı olur.

Gece çeliği: İki grupla oynanır. Karanlıkta çubuk şeklindeki çelik, havaya atılır. Kim bulup getirirse o kazanır. Başkalarına göstermeden bulması gerekir. Bulduğunu gizlice ebeye getirir. Çünkü diğer oyuncular onun çeliği bulduğunu anlarlarsa elinden almaya çalışır.

Çivi oyunu: İki kişilik bir oyundur. Çivilerle oynanır. Bir kişi elindeki çiviyi yere atar, eğer çivilerden dik saplanan olursa oyuna devam eder. Bir daire çizer. Olmazsa sıra öbür oyuncuya geçer.

Beştaş oyunu: İki kişi ile oynanır. İlk oyuncu, taşın birini  havaya atıp oyunun ilk bölümünde yerden bir taş kapmaya çalışır. İkinci bölümde iki taş, üçüncü bölümde üç taş. Dördüncü bölümde dördünü birden kapar, attığını da tutmaya çalışır. Kapmayı başaramazsa oyunda yanar. Oyun başka evrelerle devam eder.

Ceviz oyunu: Yere çakılı çivi üzerine madeni para konur. Para sahibi, paranın yanında durur. Belirli mesafeden parayı düşürmek için sıra ile ceviz atılır. Para düşmezse ceviz, para sahibinin olur. Düşüren, paranın sahibinden bir ceviz kazanır.

Bu oyunlarda ebeyi seçmek v.b nedenlerle çeşitli tekerlemeler de söylenir. Böylece çocukların müzik kulağı, ritm duygusu ve estetik algısı gelişir.

KAYNAK:

*Mustafakemalpaşa Belde ve Köylerinde Yaşam, Kustafakemalpaşa Kültür- Sanat Derneği yayına hazır dosya.

*Patikalar Dergisi, Kustafakemalpaşa Kültür-Sanat Derneği yayını.

*Kaynak kişiler: Eyüp Öz(M.Kemalpaşa Bakırköy)

Emrullah Özkan (Adaköy)

Sabri Akça, Ayşe  Akça (Ağaçlı)

Hüseyin Biricik (Akçapınar).

Ümmet Doğru (Alacaat)

İbrahim Gökçe (Demirdere).

FOTOĞRAFLAR (renkli):

Kekil Şimşek(Mustafakemalpaşa Kültür ve Sanat Derneği Başk.)

 

 

           

 
Toplam blog
: 74
: 569
Kayıt tarihi
: 11.03.10
 
 

1954 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Bardaklı köyünde doğdu. Türkiye’nin çeşitli yörel..