Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Natalie Cole ve gecem...

Natalie Cole ve gecem...
 

Dün akşam Natalie Cole konserindeydim. Şimdi bu yazıyı yazarken de kendi web sayfasından onun o muhteşem sesini dinliyorum. Bambaşka dünyalardan gelip, beni bambaşka dünyalara götüren bu insana teşekkürüm az kalacak. Belki de bu yazıyla dilim döndüğünce teşekkür etmiş olacağım. Hani tam da zamanında gelir ya bazıları bazen insanın yaşamına ve kapısını usulca çalar… Öylece, kısa bir an için de olsa hayatına girdikleri için mutlu olursun. Sana verdiği her neyse, iyi gelir işte. Ve karşılığında sadece kapını açmaktır yaptığın.

Sekiz kere Grammy ödülü almış bir Caz yorumcusu Natalie Cole. Yirminci albümünü yapmış. Sesini ve yorumunu dinlerken enerjisinin içinde kaybolduğumu ve bu gücün gökyüzünde salınırken beni de yanına aldığını söylemek istiyorum.

Dün, Maslak Arena’da gece, oldukça yoğun ve bulutluydu. Tatlı tatlı esiyordu rüzgâr. Arena’nın girişindeki cafe’lere sadece bir iki saniye kafa yordum. “Bu iyiye işaret.” Dedim sonra kendi kendime. Şu restorancılık virüsünü belki de birkaç yüz metre gerideki cafe’mde bırakmışımdır ve kocamla hoş zaman geçireceğimdir. Bilmediğim bir ülkede dolaşır gibiyim aslında. Avluda dizili bankların her biri dolu olduğu için kendimize oturacak bir köşe bulduk. Usulca iliştik iki kişilik boşluğa. Konser saatini bekliyoruz. Eşim yorgun. Başını omzuma dar attı mırıldanıyor. Ben restoranıma yemek yemeğe gelmemiş insanların neye benzediğini inceliyorum. Normal bir yaşam acaba neye benziyor? Güzel giyinmiş, güzel bakan insanlar olduğu kadar donuk kafalar da etrafta dolaşıyor. Onlarla ilgilenmiyorum. Sıkıldım artık. Hadi içeri girelim.

Turnikeye yaklaşıyoruz. Biletlerimizi uzatıyoruz. Tamamdır. Turnikeden geçtik. Hayırdır? Bu iki hoş kadın bize neden “İyi akşamlar. Hoş geldiniz.” dedi? Şaşkınım ama yine de tatlı bir tebessümle selamlarını alıyorum. “Size bunlardan takmamışlar galiba.” diyor ve uzunca olanı yakalarımıza yuvarlak birer plastik sticker yapıştırıyor. Ne yazdığına bakmıyorum bile. Fakat nereye gidiyoruz? Asıl girişi az ilerde değil miydi? Hoş dekorlu bir koridora yönlendirdi bu ikisi bizi. Etrafta uçuşan tüller var. Şuh bir aydınlatma ve gene iki şuh kadın az ilerimizde.

Burada da gene kibarca durdurdular. Resmimizi çekeceklermiş. Gecenin sonunda bir sürprizleri varmış. “Ben istemiyorum. Teşekkürler.” dedim. Eşime döndüm ve rüzgârdan iyice “bonus” olmuş saçlarını görünce hafif imalı bir şekilde “Sanırım o da istemiyordur” diyerek tekliflerini kibarca reddettim. Gülüştük. Burası fazla kibar olmaya başladı. Mecburen ilerliyoruz. Yalnız epeyce tutuğuz. Yavaş oldu biraz belki ama artık durumu anladık. VIP girişindeyiz. Aşağıda kallavi bir kokteyl var. Baktım benimki cep telefonuna sarılmış gayri ihtiyari. Birilerini arıyor hani; gelmişler mi? Acaba içerideler mi? Ben de merdivenin başında durmuş aşağıya bakıyorum. Aşağıya da öyle bir bakıyorum ki sanki birilerini arıyorum. Yılların kazandırdığı uyumla eşimin senaryosuna destek çıkıyorum. Girsek mi, girmesek mi? Bir iki kararsız adımdan sonra dönüp eşime “Hadi inelim.” diyorum. “Biz de çok önemli kişileriz.”

Merdivenlerden iniyoruz. Magazincilerden kimse bizim fotoğrafımızı çekmiyor doğal olarak. Kendimize uygun bir yer buluyoruz. En az bizim kadar eğreti duran iki kızın arkasına saklandık. Güzel bir fotoğraf gösterisi var. Keyifle izleme gayretindeyim. Herşeyin tadını çıkarmak niyetim. Bir yandan da kokteylde servis yapılan yiyecekleri görmezden gelmeye çalışıyorum. Beceremedim gene maalesef. Garsonların önlüğünden, tepsilerin nasıl sunulduğuna, mönüde neler olduğuna kadar baktım. Benimki meslek hastalığı kesin. Elimde değil. Rose şarabım çabucak bitti. Bir tane yeter. Rahatladım biraz. Nereden gireceğiz bu konser alanına? Eşime bırakıyorum kararı ve peşi sıra ilerliyorum. Beyaz tül perdeyi bizim için araladı görevli. Sonunda! Arkamda bir başka normal ötesi dünyayı bırakarak, uzaklarda bir yerlerde unuttuğum kendi normalimi aramaya devam ediyorum. Burada da cafeler var. Bu kâbus bitmeyecek mi? Allahım deniyor musun sen beni? İlgilenmiyorum işte artık yiyecek içecek sektörüyle. Dükkanımın mülkünü aldım. Şimdi uygun bir adaya devredeceğim. Kararımı verdim. Bu gece ben naçizane, bir konsere geldim ve en azından sadece bu geceliğine, normalimle kucaklaşmak istiyorum. Çünkü onu çok özledim.

Yerimizi bulduk. Minderler rüzgârdan yerlere saçılmış durumda. Birer ikişer topladık. İkisi altımıza. İkisi sırtımıza. Şalıma da sarındım iyice. Bekliyoruz. Salon tıklım tıklım. Sevindim. Bu sefer dolacak. Withney Houston’ın teyzesinin konserinde neredeyse yarı yarıya boştu. Hadi artık başlasın gecem. Işıklar karardı. Artık rüzgâr, gökyüzü, Natalie ve ben baş başayız.

Bir iki şarkı sonra kendimle kucaklaşıyorum. Ambiyans mükemmel. Kadın, pembe mini etekli elbisesini de aynı mikrofonu gibi ustaca taşıyor. Ah bir de gözlerim uzağı görebilseydi. Mimiklerini seçebilseydim. Belli ki her notayı hissediyor. Ne yazık ki sadece saçlarının arasında saklanmış kahverengi bir yüz ve pembe bir ışık o bu gece benim için. Her şarkısında bir adım daha kendime yaklaşıyorum. Babasıyla yaptığı harika karaoke düet nefesimi kesiyor adeta. “Unforgettable… That’s what you are…” Nat King Cole’u kızıyla şarkı söylerken hayal etmek istiyorum. Ne kadar büyük bir mutluluktur bu Natalie için? Tahmin etmeye çalışıyorum. Sonra rahmetli babamı hissediyorum yanımda. “Yaşasaydı benimle gurur duyardı” diyorum içimden. Ama bu defa kesin bir tonla… Bir ateş böceği göz kırpıyor az ilerde. Gecenin dansına ayak uydurmuş o da. Gökyüzüne bakıyorum ve kendimi geceye teslim ediyorum.

Caz müziğini ustalıkla yücelten bu kadının yaptığı işe hâkimiyetinden ve sahnede aldığı keyiften ders çıkartıyorum kendimce. Hayatımda her neyi yapmak istediysem çok düşünerek karar verdiğime göre, bugün sahip olduklarıma bakarak, yaşadığım sıkıntıların karşılığında mutlaka bir gün gülümseyeceğimi bir kez daha anlıyorum. Önemli olan şey şu: Yaptıklarında, mevcut koşullarını en iyi şekilde değerlendirebilmiş misin?

Natali ve “Smile”. Benim için gecenin en mutlu anlarından… Bu şarkının İngilizce sözlerini ve kendimce çevirdiğim Türkçesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Benim şu günlerde hissettiğim gibi hayatın insanı gerçekten zorladığı zamanlarda; risk aldığında, yorulduğunda, ümitsizliğe kapıldığında yani özetle “Ben ne yaptım!” dediğin anlarda bu melodinin ve sözlerinin, insanı içinde kaybolduğu tüm gri bulutlardan çıkartacağına inanıyorum.

Smile though your heart is aching./Smile even though it's breaking/When there are clouds in the sky, you'll get by./If you smile through your fear and sorrow/Smile and maybe tomorrow/You'll see the sun come shining through for you

Kalbin ağrıyorsa bile gülümse. Kırılıyorsa bile gülümse. Gökyüzünde bulutlar olduğunda hepsini atlatacaksın. Eğer korkunun ve üzüntünün arasından gülümsersen. Gülümse ve belki yarın güneşin senin için parlamaya geldiğini göreceksin.

Light up your face with gladness/Hide every trace of sadness/Although a tear may be ever so near/That's the time you must keep on trying/Smile, what's the use of crying?
You'll find that life is still worthwhile/If you just smile

Yüzünü şükrederek aydınlat. Üzüntünün her bir izini sakla. Gözyaşın her ne kadar yakın olsa da. O an çabalamaya devam etmek zorunda olduğun andır. Gülümse. Ağlamanın ne faydası var? Hayatın hala yaşamaya değer olduğunu göreceksin. Eğer sadece gülümsersen.

***

Gülümsüyorum. Ve bu çok özel insan olarak katıldığım geceden yine çok özel bir insanla birilikte çıkıyorum. Kendimle.

 
Toplam blog
: 86
: 3134
Kayıt tarihi
: 09.10.06
 
 

Marmara İng. İşletme mezunuyum. Pazarlama bölümünde uzmanlaştım. Reklamcı olmak istiyordum. Olmad..