- Kategori
- Deneme
Ne? Anladığım dilden konuş - sadakat üzerine-

Bir canlı türüne mensup bireyler olarak ve bizlerin en güçlü canlı olarak adledildiğimiz yaşam içinde, hep bir müzik tınısı kulaklarımızda çınlaması mümkün olmuştur. İnsan, var olduğu ilk zamanlardan, yaşadığımız bu zamanlara kadar, kendini belli başlı duygularla donatmış ve bir de bunlara isim koyarak, bir çatı içinde beraber yaşama tribinden de vazgeçmemiştir. Sartre “Cehennem, başkalarıdır” derken, çok sevdiğini reddetmeye çalışmış ama onlarca makaleyi de ona ithaf etmekten geri duramamıştır. Adı konulmuş duygular, bir sendikadan başka bir şeyi temsil etmez insan bünyesinde ve ” sadakat” bunlardan sadece biridir. İyi olmayı tembihleyen bir sürü din, dürüst olmayı tembihleyen bir sürü öğretinin fink attığı hayat içinde, karşımızdaki canlıya “sunabileceğimiz” en afilli duygulardan biri olarak bize sunulmuş, sadakat. Diğer canlılarla ilişkilerimizde, köpek beslediğimizde sadık bir dost bekleriz karşımızdakini, kedi beslediğimizde tırmalamamasını isteriz. Kuş beslediğimizde de ona layık gördüğümüz kafesi açtığımızda ” özgürce” uçması için, kendi kendine tekrar kafesin içine girmesini umarız. Ve birini severken ya da biri bizi severken başkalarıyla sevişmesin kimse memesini görmesin ya da kimseye bana gösterdiği kadar iyi bir performans göstermesin kaygısı, beklentisi yani, sadakat. Kim ne kadar da layığıyla raks ettiriyor acaba bu duyguyu kendinde, çok tartışılır ki hatta böyle bir şey gerçekten var mıdır onu da güzelce bir konuşmak lazımdır.
Gelişen zaman dilimleriyle beraber, farklılaşan toplumun sosyal mecralardaki ilişkileri, insani duyguların da evrimleşmesine yol açmış gibi görünüyor. Şöyle ki; toplulumuzdan örneklendirmek gerekirse, bilmem ne savaşına giden erkleri, evlerinde bekleyen kahramanların eşleri,bununla gurur duyar, çevresinden de moral- motivasyon bombalamasına uğrardı. Günümüzde de bir erk, askere giderken, gözü arkada kalıyor ki acaba beni aldatır mı diye ve yakın arkadaşlarına da tembihler ” göz-kulak olun ” diye. Eskinin gurur timsali şimdi ki zamanın paranoya ihtimali olmuş bir duygu silsilesine dönüşmüştür ve bu bağlamda da “ihanet” denilen mecra, o güzel beyaz sadakatin hep yanıbaşında gölgelenmiştir. Sapla saman karışmış ve üstüne de “sadakatsiz” diye bir terim üretilmiştir. Her şey elektriğin suçudur! Pencerede, perde arkasından bakılan, sabahlara kadar pencere karşısındaki sokağın oradaki ağacın altında ” belki çıkar ” diye sabahlara kadar beklenilen, gaz lambalı zamanlar sonra erdi. Güvenin sonsuz olduğu, asla şüphe duyulmayan paranoyaksız ilişkiler, elektrikli makinelerin seri üretime geçtiği, motorlu arabaların icat edildiği, elektriğin yaygınlaştığı dönemler…
Şehirde tüm evler, birden aydınlığa kavuştu. Görülmeyen yüzler, birbiriyle göz göze gelme fırsatı yakaladı. Daha güzel bıyıklı, daha güzel perçemli insanlar yeniden keşfedildi. Zengin yalılarında, 3 çocuğuyla, fabrikatör kocasını,o çok güzel ve büyük odasında tek başına, üzüntü içinde, nerede olmayacağını düşünmemeye çalışan, her şeyin sahibi ama sadakat dolu bir evliliği olmayan zengin bir kadın. Çalıştığı fabrikada, patronun sahibiyle yanlışlamaya tanışan işçi oğlan ve meyhanede karısının konken partilerinden sıkılıp içkide boğulan delikanlı abiler. Artık her şeyi sınıflandıran bir yeryüzünün tüketicileri olarak, güzel yatak odalarındaki zengin yalnızlıkları da görürüz, bir göz odada 6 çocuğuyla, taksici kocasının neden gelmediğini düşünen karnı aç kadını da- kapıyı tekmeyle kırıp mahalle kahvesinde duyduğu fısıltılara kulak tıkamak zorunda olan kocayı da. Sanayi her yerde. Elbette, kimse sevdiklerini paylaşmak istemez ama daha güzel ya da daha farklı bir şey gördüğünde de “acaba bu ne ki” sorusuna da engel olamaz… Herkes, sonsuz bir şeye sahip olmak ister ve masumluğun doruklarında, güven ve huzurun da tepesinde olmak ister, hakkımız… Ama gerçekci olmaktan da hiçbir zaman zarar gelmez, hayat içinde her zaman iyi ve kötü örnekler mevcut ve görmek istediklerimizi görür, istemediklerimizi de öteleriz çoğunlukla ama bunlar yaşayacaklarımıza da bir engel değil. kolektif bir durumdan söz ediyorsan eğer, her şey olabilir ve kendimize olan sadakati de es geçmemek lazım diye de bir kenara yazmak gerekir. Ki insan en çok da kendine sadık olmakta zorlanır. Çok seversin ama daha güzel bir memeyi de görmek istersin. Taparcasına sevdiğini düşünürsün ama daha kaslı birini gördüğünde fanteziyi de uzaklaştıramazsın ve köpeğinden de hep sözünü dinlemesini beklersin. Ama sevdiğin daha güzel bir memeyi tercih etmiştir belki ve belki de manitan ” adonis”e tav olmuştur ve köpeğin de bir finonun havlamasını kulaklarında çınlatırken, sen fazla geliyorsundur. Sadakat sadece olmasını dilediğimiz bir duygudan başka hiçbir şey değildir. Aynı din gibi, g.tümüz dara düştüğünde ona sığınmayı, ona inanmayı tercih ederiz, çünkü elimizde yapacağımız daha iyi bir şey kalmamıştır. Buradan da tüm memelerin her zaman özgür ve penislerin de çılgınca raks ettiği ama kalplerin de ara sıra hatırlandığı zamandan aktaracaklarım bu kadar. Yalan atmayın hiçbiriniz sadakat kelimesinin ne olduğunu bilmiyorsunuz, sadece bencilliğinizden dolayı sizin hoşunuza giden bir şeyi, bir başkasıyla paylaşmamak için debelendiğiniz mevsimler geçişlere kalıplar takıyorsunuz. Hepimiz birbirimizi tanıyoruz ve sandığınızdan daha yakınız…