Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '07

 
Kategori
Eğitim
 

Ne kadar çok rütbeli vardı...

Tunceli’de göreve başlayışımın ilk günlerindeydi. Daha önce planlanmış bir yürüyüş etkinliği varmış. Orman Müdürlüğünün yanındaki alanda toplanılacak, şehir merkezine toplu şekilde yürünecekmiş. Sabahleyin Ahmet Beyle birlikte toplanma alanına gittik. Yürüyecekler arasında öğrenciler, öğretmenler, askerler, polisler, kamu çalışanları vardı. Şehir meydanına kadar yüründü. Dikkatimi çeken çok sayıda rütbeli komutanın yürüyüşe iştirak etmesiydi. Ahmet Bey komutanlarla beni tek tek tanıştırıyor ama ben kim kimdir, rütbesi nedir bir türlü aklımda tutamıyordum. Resmi kıyafetleri içinde herkes birbirine benziyordu. Zaten dört ay askerlik yapmış, iyi öğrenememiş olacağım ki rütbeleri bile unutmuştum.

Tanıştıklarım arasında Dursun paşa, Mustafa Paşa, Zekeriya Paşa da vardı. Dursun Paşa tümgeneral rütbesinde ve ilk güvenlik komutanıydı. Mustafa Paşa tuğgeneral ve jandarma bölge komutanıydı. Zekeriya Paşa yine tuğgeneral, 4. komando tugay komutanıydı. Albaylar, yarbayların sayısı da bir hayli fazlaydı. Oysa ben Adana’da çalışırken sadece 6. kolordu komutanıyla törenler ve bazen toplantılar vesilesiyle karşılaşmıştım. Onun dışında komutanlar ve askerler kışla dışına fazla çıkmıyorlardı.

Küçücük bir ilde bu kadar rütbelinin olması tuhafıma gitmişti. Neyse yürüyüş tamamlandı. Ayaküstü sohbetlerden sonra öğretmen evine çekildik. Ahmet Bey bir ara:

''Paşaları ziyaret etmeniz yerinde olur.'' uyarısında bulundu.

''Ben yeni geldiğime göre, onların bana gelmeleri gerekmez mi?''

''Burada gelenektir, paşalara önce sizin gitmeniz gerekir.''

Paşalarla yürüyüş sırasında tanışmıştık. Gayet samimi gözüküyorlardı.

Ertesi gün, il güvenlik komutanlığından Dursun Paşa’yı ziyaret etmek için randevu istedim. Çok kısa bir süre sonra randevu isteğime olumlu cevap verildi. Dursun Paşa beni bekliyormuş. İl güvenlik komutanlığına gittiğimde Dursun Paşa, beni koridorun başında nezaketle karşıladı. Makam odasında epey bir süre sohbet ettik. Paşa eğitime önem veriyordu. Tek kurtuluşun eğitim olduğunu söylüyordu. Sonuç olarak ''her zaman yanımızda olduğunu, çalışmalarımızda her türlü desteği vereceğini, ilçelere gidebilmem için gerektiğinde helikopter bile kaldırabilecğini'' söyledi. ''Ne zaman ihtiyacınız olursa, gece veya gündüz fark etmez, yardıma hazırız'' dedi.

Paşa’nın bu tutumundan çok memnun olmuştum. Eğitimin öneminin farkındaydı. İl güvenlik komutanlığından yine aynı nezaketle uğurlandım. Sonraki ilk fırsatta jandarma bölge komutanı Mustafa Paşa’yı da ziyaret ettim. Mustafa Paşa da eğitime inanıyordu. Ülke sorunlarına karşı duyarlıydı. Hem Dursun Paşa’nın, hem de Mustafa Paşa’nın masasının üzerinde bir çok kitap vardı. Bu kitapları okumuş olduklarını konuşmalarının derinliğinden anlaşılıyordu. Tanık olduğum durum karşısında askerler hakkındaki yargılarımı sorgulamaya başlamıştım. Ben askerlerin okumadığını düşünüyordum. Öyle ya 12 eylül darbesi sonrasında okuyan nice insan tutuklanmış, kitaplar suç aracı olarak kamuoyuna gösterilmiş, çocuklarının başına bir iş gelmesin diye nice anneler çocuklarına ait kitapları kendi elleriyle yakmışlardı. Çelişkiye bakın. Kafam niçin karışmasın ki?

Vali bey ve paşalar, kamu kurumlarının yöneticileri, milli eğitim müdürlüğüne ayrı ayrı gelerek “görevimde başarılar” dilediler. Aklıma Adana il idare kurulu üyelerinin söyledikleri geldi. “Adana İl Milli Eğitim Müdürü o kadar çok sık değişiyor ki “hoş geldin” demeden, “güle güle” demek zorunda kalıyoruz. Bu bize sıkıntı veriyor. O nedenle “ne olacak” diye bekliyoruz, aradan haftalar geçince de “hoş geldin” ziyaretinde bulunmanın anlamı kalmıyor.” demişlerdi.

Daha sonraki yıllarda Şakir Paşa, Osman Paşa, Kadir Ali Paşa, Hakkı Paşa gibi komutanları izleme şansım oldu. Ordu en iyi işleyen sistemi kurmuştu. Komutanlar Tunceli’de ne kadar süre görev yapacaklarını biliyorlardı. Ve gördüğüm kadarıyla mümkün olduğunca en iyi olabilecekleri Tunceli’de görevlendirip, onları sınıyorlardı. Örneğin, Osman Paşa benim Tunceli’ye ilk gittiğim zaman kurmay albaydı. İl jandarma komutanı olarak görev yapıyordu. Onun milli eğitim müdürlüğümüze yaptığı jesti hiç unutamam. Ulusal bayramlarımızı stadyumda coşkuyla kutlamıştık. Osman albayımız etkinliklerin fotoğraflarını çektirmiş. En güzel pozları seçip, büyüttürmüş, camlatıp, çerçeveletmiş. Getirip bize hediye etti. O fotoğrafları milli eğitim müdürlüğünün koridorlarına astırdım. Bu fotoğraflar gelecekte, geçmişe bakıldığında 2000’li yılların önemli belgeleri olacaktı. O fotoğraflar hala milli eğitim müdürlüğünün koridorlarını süslemektedir.

Osman Paşa ile tekrar 2005 yılında Tunceli’de, bu defa Tümgeneral olduğunda karşılaştık. O tuğgeneral olmuş, tümgeneralliğe terfi etmiş, üst görevle Tunceli’ye yeniden dönmüştü. Tunceli’den ne zaman ayrılacağı da belliydi.

Oysa ben 2000 yılı başında Tunceli’ye verilmiş, 2002 sonunda merkeze alınmış, merkezde bir süre kaldıktan sonra Kilis İl Milli Eğitim Müdürü olarak görevlendirilmiş, 2003 sonunda geçici görevlendirilmesi iptal edilerek tekrar Tunceli’ye gönderilmiş, birkaç ay çalıştıktan sonra yeniden merkeze alınmış, aylarca Ankara’da kaldıktan sonra gerekçesiz görevinden alınmış, Diyarbakır ilköğretim müfettişliğine sürülmüş, mahkeme kararıyla görevine döndürülmüş, aynı gün tekrar Ankara’ya çekilmiş, ne hikmetse 7 ay sonra tekrar geçici görevi iptal edilerek Tunceli’ye döndürülmüş bir müdürdüm .

2005 yılında Osman Paşa hala heyecanlıydı. Oysa ben kırılmış, örselenmiş, engellenmiştim. Tunceli’ye ilk gittiğim günden daha fazla şey biliyordum. Hatta bu ülkenin eğitimini idare edenlerin o yöreye ilişkin farkına varamadıkları pek çok şeyin farkındaydım. Ama bilgim ve birikimim kimsenin umurunda değildi. Kalkınmada asıl rolü üstlenmesi gereken eğitim ordusu dağıtılmıştı, kim bilir belki de gerçek anlamda hiç kurulamamıştı.

 
Toplam blog
: 114
: 860
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Osmaniye Düziçi doğumluyum. Sınıf öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, il milli eğitim müdürlüğ..