- Kategori
- Gündelik Yaşam
Ne oldu bize (Yalnızlaşıyoruz)

İnsanoğlunun ortalama yaşı yetmiş veya yetmiş beş, çok uzun gibi görünüyor ama değil, zaten hiç kimsenin aklına ölüm gelmiyor. Oysa hiç de uzak değil her an yaşanabilir.
Şurası gerçektir, hepimiz geçmişe nazaran daha çok çalışıyor daha çok kazanıyor daha çok mal mülk ve servet sahibi olabiliyoruz ama ne hikmetse daha güvensiz daha doyumsuz ve daha mutsuz bir haldeyiz. Sevinemiyoruz…
Ülkede kazanmak mutlu olmak huzurlu yaşamak insanları etkilemek gibi hususlarda o kadar çok yayınlanan kitap ve makale var ki satın alarak hepimiz bir şekilde zengin olmanın huzuru bulmanın mutlu olmanın yollarını öğrenmek için büyük bir çabanın içine giriyoruz. Bana göre; İnsanoğlu en büyük mutsuzluğunu sahip olmak istediklerine sahip olamadığı zamanlarda yaşamaktadır.
Bir insan aynı anda birden fazla kişiyi sevgili olarak canı gönülden sevemez, bağlanamaz ve saygı duyamaz ama daha fazla ilişki daha fazla birlikteliğin peşindeyiz. Mutluluk artık daha fazla para kazanmak zengin olmak olarak algılanmaya başlandı dost sayılarımız ise sosyal paylaşım sitelerindeki sayılarla kıyaslanır oldu…
Etrafınıza bir bakar mısınız lütfen? Herkes de bir çaba bir koşuşturma peşinde, ev sahibi araba sahibi yazlık sahibi olmak için gece gündüz var gücüyle çalışıyor. Eskiden bir araba bir ev sahibi olmak çok büyük bir nimet olarak sayılırdı, şimdi insanlarımız birden fazla ev sahibi birkaç cins ve marka araba sahibi hatta üç dört yazlık ev sahibi olmanın peşine düştüler. Kullandıkları son model cep telefonlar bilgisayarların kullanım süresi çabucak doluyor yani hemen eskiye ayrılması neredeyse beş ayı geçmez halde. Birinde gördüklerimiz mutlaka benim de olmalı benim neyim eksik anlayışı kendi durumumuzun gerçeklerini göremeyecek kadar kör ediyor bizleri…
İnsanoğlunun beş arabası olsa sadece birine binebiliyor kaç evi varsa sadece bir evde oturabiliyor kaç yazlığı varsa sadece bir tek yazlığına gidebiliyor, on cep telefonu olsa sadece biriyle konuşabiliyor, yapmayın Allah’ınızı severseniz, bu nasıl bir görgüsüzlüktür?
İnsanlar birden fazla şeye ya da dünya malına sahip olabilmek için öyle garip bir hırsla, azimle çalışıyorlar ki kendilerine sunulan ikram edilen birçok güzelliği hayatın sırlarını yaşayamıyor hatta hiç bilmiyor bile, yaşamın cehaleti değil mi bunlar. Mal mülk para kimin yitirilen sağlığını yerine getirebiliyor bir bakın bakalım…
Bir kitapta okumuştum adını şimdi hatırlayamıyorum orada diyor ki bir insan bilimcisi, sağlıklı insanların dört ana ihtiyacının olduğundan bahisle bunları;
a) Yeme, içme ve cinsellik
b)Sevme ve sevilme ve ait olma
c)Barınma ve güvende hissetme
d)Toplum tarafından beğenilme ve onaylanma, olarak ayırmaktadır.
Çok doğru tespitlerdir zaten etrafımıza ve kendi yaşantımıza da baktığımızda herkesin bunlara sahip olmak için canla başla çalıştığını ancak çoğu kez abarttığımızı bu nedenle de olmadık sonuçları yaşamak zorunda kaldığımızı görüyoruz. Örneğin çok yemek yediğimizde aşırı şişmanlıyor sevgiyi yanlış anlıyor olmadık şekilde ya aldatıyor ya da yeni bir sevgili edinmenin yollarını arıyoruz, beğenilmeye çalışırken de kendimizi öylesine büyük bir dev aynasında görmeye başlıyor ve olmadığımızdan daha başka biri olmaya çalışıyoruz…
Hayat bu kadar zor ve karmaşık değil aslında onu bu hale getirenler bizleriz bizim azim ve hırslarımız bitmek tükenmek bilmeyen kaprislerimiz kıskançlıklarımız bencilliğimiz sadece…
Hiç birimiz çektiğimiz acılardan sıkıntılardan bahsetmeyi sevmeyiz neden yukarıda saydığım benzeri yaklaşımlar içimizde öylesine garip bir kişilik ediniyoruz ki zaman içerisinde o kişiliğin sevilmesini bekliyoruz, boşuna beklemeyin, sevilmezsiniz sevemezsiniz…
Sizi bilmiyorum ama ben “mutlu” yaşamak için çok evinizin arabanızı yazlığınızı hatta çok paranızın olması gerektiğine inanmıyorum yeteri miktarda kimseye muhtaç olmayacak el açmayacak yeterlilikte olsun kâfi diyorum.
Bir bilim adamı “dünyanın en büyük en değerli imparatorluk tahtına sahip olsanız oturduğunuz şey nihayetinde kendi “kıçınızdır” diyor, ne kadar haklı değil mi?
İşte bu nedenlerden dolayı giderek “yalnızlaşıyoruz” Bunların üzerine de eve gittiğimizde şu yaptıklarımıza bir bakar mısınız? Hemen hepsi birbirinin kopyası gibi ve ne hikmetse her kanalda ot gibi çoğalan dizileri izlemek için televizyon karşısına oturmak internete girmek paylaşım sitelerinde dolaşmak oralara yazılar yazmak ya da yazılanları paylaşmak beğenmek ve yorumlamak…
Dünyanın bir ötesinde hiç tanımadığımız insanlarla konuşmaya çalışıyoruz ancak kapı komşularımızı tanımıyoruz, oturduğumuz apartmanlarda sitelerde kimler oturuyor onları bile bilmiyoruz ta ki bir cenaze kalkana camilerde salaları verilene kadar…
Sevmelerimiz âşık oluşlarımız değişti, sadece bedensel yakınlığı tercih eder olduk sevişmelerle sonuçlanan, sevgi ve saygının olmadığı sonu sadece şehvet ve cinsel tatmin olan aşklar…
Gençlere bakıyorum nasıl oluyor nasıl kabullenebiliyorlar anlamakta zorlanıyorum çünkü çorap değiştirir gibi sevgili değiştirebiliyorlar. Şu anlayış egemen sanki “evlenilecek kız değil eylenecek kız veya erkek” arıyorlar…
Ne iş? İnsanlık bu kadar basit mi aile kurmak aile mevhumu bu kadar ucuz mu?
Dedim ya giderek “yalnızlaşıyoruz” bence artık şapkamızı önümüze koyup düşünmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Yeni bir kişilik yeni biri olma çabalarımız gün geçtikçe artıyor ve maalesef artık sınır da tanımıyor.
Mutluluk sevgi ve huzurlu bir yaşam hepimizin hakkı ama hiçbirimiz aynı zamanda bu kadar ağır ve haksız yalnızlığı hiç hak etmiyoruz…
Sevebildiğiniz kadar çok sevin çünkü aşk ve sevgi saf altın kadar önemlidir çoğaldıkça “altına” dönüşür. Sizlerde altın kadar kıymetlisiniz efendim…
Erdoğan Özgenç