Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '09

 
Kategori
Dil Eğitimi
 

Neden?

Neden?
 

Öğrencilerimle, kendi usulümce inatlaşmak, şakalaşmak, bazen kızmak, bağırmak yaşam biçimim oldu neredeyse. Nerede bir genç çocuk görsem, ergenlik çağının başı ya da ortası veya ön ergen diyoruz daha erken çağlarına, onları kendim sanıyorum bazen. Kız erkek farketmiyor.

Ben büyürken diyorum kendime, ya da oğlumu büyütürken.

Ya da öğrettikleri ve öğrenebildiklerimle bağ kurmaya çalışıyorum okullarda. En hızlı etki eden, en pratik yol olan dili, yani lisanı _ ana veya yabancı hiç farketmez - kullanabilmenin lüksünü yaşıyorum. Çok şanslıyım.

Yabancı dil öğrenmeye başladığımızda, başka bir yaşam biçimine göz kırpmış da oluyoruz aynı zamanda. Kalıplarımızın dışında bir yerlerin, başkalarının dünyalarının da farkına varmanın tadına varıyoruz.

Şaşırıyoruz, zorlanıyoruz, dilimiz sürçüyor. Zorlanmanın normalliğini
öğreniyoruz.

''Okunduğu gibi yazılmaz ve yazıldığı gibi okunmaz'' olan sözcüklerin sanıldığının tam tersine, gözümüzde büyüttüğümüzden daha basit ve keyifle söylenebileceğine tanıklık ediyoruz. Kendimizi beğeniyoruz. Hiç te zor değilmiş
tam tersi onlar da birer kelime alt tarafı diyebiliyoruz. Rahatlıyoruz.

Cümleler kurup, kendimizi ifade edebiliyoruz. Konuşarak hem de... En olmazı ve zoru sanılan dil öğrenme aşamasını atlattığımızı sanarak güven tazeliyoruz kendi kendimizle.

Ana dili öğrenmenin ve hayatla iletişim kurmaya başlamanın ortalaması, 2-3 yaş arasıdır insanlarda. Kendini ifade etmeye başlamadan önce, insan bebekler,
önce dikkatle dinlerler etraftan gelen tüm sesleri. Gözleri faltaşı gibi açıktır ve kulaklar en hassas sonar cihazları gibidir. Çıkardıkları bebek sesleri dışında, anne babalarının çıkardıkları sesleri de taklit ederler farkettirmeden. Bir süre sonra anne - babaların "repeat after me!" alıştırmalarına katılırlar:
Ba-ba, de-de, an-ne.......

İşte, benden sonra tekrar et alıştırması. Yabancı dil dersinin, her ilköğretim ve lise bitirmiş insanın_''yabancı dilim hep zayıftı benim'' deseler de- asla unutmadıkları komut cümlelerinden biri.

Tekrar ve taklit, dinleme eğitimi tamamlanıncaya kadar sürer. Çocukların kendi özgün kimlikleriyle kendi kendilerini sözel olarak ifade etmeye başlamalarının ilk adımı dinlemedir. Sonra konuşma. Okuma. Yazma ise dilin en gelişmiş, öğrenilmiş formal kuralların dikkatle uygulandığı son aşamasıdır.

Ne yazık ki, yabancı dil öğretilirken de, öğrenilirken de beklentiler hep tepetaklak algılanır ülkemizde. Ders saatleri yeterli mi sanki? Peki grameri ne zaman öğreneceğiz, kuralsız dil mi olur? Bir sürü soruyu ve sorunu ardarda sıralayın durun. Ne derseniz deyin.

Önceeeee, simple past öğretilecek, yoksa, anamızın ak sütü gibi helal olmaz bize
devletimizin ödediği maaş :)) mazallah... Öğretiliyor zaten on emir gibi her bir tense, kural, kaide... Dikte ediyor çocuklar.
Kitap, defter, sözlük yalamaktan serhoş oldular zaten.

Ama, hangi Anadolu Lisesi veya Fen Lisesi veya yabacı dille eğitim veren özel okuldan mezun olurlarsa olsunlar, hatta en iddialı devlet üniversitesi veya özel üniversiteyi bitirmiş olsunlar; neden bu çocuklar hala ''okulda herşey tamamdı, notlarım hep tavan yapardı ama konuşamıyorum'' diyorlar?

Hocalarını can kulağıyla dinleyip, repeat after me!! lere katıldıkları halde,
her biri orijinal ses kaydı olan kulak alıştırmalarını ve telaffuz kurallarını,
hatta aksan çeşitlemelerini bile tamamen yalayıp yuttukları halde!!!

Neden?

Çünkü, kurala bağlı dil öğretimi sadece yabancı dil için değil ana dil için de uygulanır. Ama ana dilin kendiliğinden öğrenilmişliğinin avantajları kullanılır o derslerde. Edebiyat dersi olarak ayırılmış ders saatlerinde öğrencilere kısıtlı da olsa kendilerini sözel olarak ifade etme şansı tanınır. Hatta yazarlar kısacık ta olsa... Yabancı dilde ise konuşabilmenin ve konuşmayı sağlayacak ve rehberlik edecek olan öğreticinin bile bağlı olmak zorunda olduğu kurallar vardır:

Dinlemeyi sağlamak gibi :

Akıcı bir konuşma örneği verebilmek için, öğrencilerin o esnada derste kendi kendilerine sohbet edebileceklerini sanmamalarını hatırlatmak gibi... Öğrencilerin, öncelikle ve kesinlikle kendilerini, birbirlerine dinlettirmeyi sağlamak gibi...

Dinleyecekler ki, duyacaklar ne söylendiğini. Kendi ağızlarından çıkandan ne farkı varmış farkedecekler. Hatalar yapılabiliyormuş, ama hataların düzelme ihtimali, yapılmasından daha fazlaymış gibi...

Sonra konuşmaya başladıklarının bile farkına varmadan, kendiliğinden çözülmelerini beklemek gerekli. Arada, zamanı dengeli kullanmak koşuluyla, gramer kurallarının da dipnotlar halinde hatırlatılması gerekli tabii. Uzun zaman alabileceğini söylemeye gerek yok tüm bu koşulları sağlamanın.

Uygulanması gereken asıl ve önemli yöntemler; dinlemeden ve okumadan konuşmamaları, okumadan yazmamaları gerektiğini belletmek için kullanılan yöntemlerdir.

En acımasız şekilde, kuralına harfiyen uygun yazmalarını beklemek yöntemin sihirini bozar.

Çocuklara ve gençlere, hatta onca dil öğrenip hala konuşulanı anlamayan,
ve kafa göz yararak bile olsa hiç konuşamayan , tutulup kalan insanlara söyleyecek sözümüz olmalı değil mi?? ''Sen yetersizmişsin, bak yapan nasıl yapıyor ''diyemeyiz.

Ülke dışına hiç çıkmadığı halde, bir yabancı dili çok akıcı şekilde konuşan kaç kişi var yüzdelik oranı olarak bu ülkede?

Beklentilerimiz çok yüksek.

Hemen, sular seller gibi ecnebice döktürüvermelerini istemek için çocuklardan,
önce evlerimizin içinde onlara nasıl bir dinleme ortamı sağlıyoruz ana baba olarak onu bilmek gerek. Sonra derslerimizin içinde, hocaları olarak, biz ne kadar dinliyoruz onları ve dinlettiriyoruz birbirlerini. Nitelikli ve öğrenici dinleme konusunda biz öğretmenler ne kadar eğitimliyiz acaba? Çocuklara öğreteceklerimizden aileler ve çevreleri kadar sorumlu değil miyiz?

Olay sadece okulla sınırlı kalmıyor. Okul ayrı bir dünya olabilir ama,
dış dünyaya, hayata açılımlarına staj olmuyor mu okullarımız?

Önce dinlemek gerek bu zorunlu, karşı tarafın cümlesi bitene kadar.

Konuşmak sonra, saygı çerçevesini aşmadan. Hakaret sözcükleri içermeyen cümleler kurmaya, her insanın, en azından ana dilindeki sözcük dağarcığı yeterlidir.

Okumanın kuralı ve yaşı yoktur zaten. Dili de olmamalı.
Okumayı sevmek ve sevdirmek ne kadar örnek olabildiğinize bağlı. Okuyabildiklerimizi hayata geçirebilmektir iyi okurum demenin özeti.
Okuduklarınızdan ezberlene ezberlene herkesin diline pelesenk olmuş cümleleri kurmak bence çok okumuş olmayı değil, çok ezberleyebilmiş olmayı ve tereciye tere satmayı becerebilmeyi sağlar en fazla. ''Çok okumuşlar, ama sindirememişler'' akımını tarih yazacak zaten bir gün. Çocuklara ne kattınız peki okumuşluğunuzla diye umarım hesap vermez bu kişiler.

Yazmak; damıtmanın linguistic olarak eriştiği tavan noktası sadece. Kuralıyla, adabınca, yerinde, her bir harf imla ve noktalama, ve dahi resmi yazı dili formuna uygun olmalı yazdıklarınız. Kuralları sık sık bozarsanız, bunun için ayrılmış özel bir mesleki alan var zaten.

Editörler var. Yanlışı düzeltirler. Ama ifadeleriniz sizindir, yansıttığınız kendi yazımınızdır. Aklınıza eseni değil, uygun gördüğünüzü yazarsınız. Sınırlar sizi.

Öncelikle öğrenilmesi zorunlu diğer üç aşamanın, dil öğretiminde ve aynen hayatın kendisinde de uygulanması, sorunların sadece dil eğitimde değil ulus genelinde rayına oturmasına yarar bence.

Özlem Erkaplan

 
Toplam blog
: 66
: 576
Kayıt tarihi
: 26.01.09
 
 

1963 doğumluyum. İngilizce öğretmeliği yapıyorum. 20 yaşında bir oğlum var. İzmir' de yaşayan şan..