Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '18

 
Kategori
Sosyoloji
 

Nedir Bu Sağ ve Sol Görüş?

Uyarı: Bu yazıda anlatılanları intenetten araştırıp öğrenmeye kalkarsanız en az altı yedi saat okumak zorunda kalırsınız. Bu yazı, yüzlerce sayfanın özeti olan bir konsantre bilgi tabletidir.
 
Ön not: Bu yazı 2010 yılında yazılmıştır. Merak eden okuyucular bilir ki bugüne kadar bu yazı yaklaşık 700.000 kişi tarafından okunmuş bir yazıdır. Yeniden yazıp yüklemek zorunda kaldığım için okunma sayacı sıfırlanmış ve yazım tarihi değişmiş bulunmakta, dolayısıyla sağ üst köşede gördüğünüz okuyucu sayısı + 700.000 civarındadır.
 
Bu yazıyı üzerinden sekiz yıl geçtikten sonra güncelleyerek tekrar kaleme almak çok üzüntü verici. Hayırlısı... Bir aydına düşen usanmadan insanlara ışık saçmak olduğuna göre üşenmek yok, yeniden yazacağız....
 
O ilk yazıda 2010 yılı sonbaharında bir dostumla bir kafede oturup sağ ve sol partiler üzerine yaptığımız derin sohbetten ve o sohbetin arasına giren meraklı bir üniversite öğrencisinin üzücü şekilde bilgisiz ama çok katı fikirlere sahip olmasından dem vurmuştum. İşte o olayın üzerine yazdığım yazı neticesinde gençlerin sağ ve sol görüşleri daha net öğrenebilmesini amaç edinmiştim. Yine aynı amaçla ve bu kez biraz da güncel bilgiler eklenmiş haliyle tekrar yazalım... Önce kısa birtarihi geçmişle başlayalım.
 
 
 
NEDEN SAĞ VE SOL DENİLİYOR?
 
Fransız devrimi yaşandıktan sonra halk zenginlerin daha zengin olmasına karşı isyan etmişti. Köylüler kazmayı küreği kaptığı gibi patronlarının üzerine yürüdüler.  Ekmek bulamadıkları ve pasta da yiyemedikleri bir dönemdi. 1791 yılında ulusal mecliste kralı destekleyenler meclis başkanına göre meclisin sağına, krala karşı olanlar soluna oturmuşlardı.Bu olay sağ ve sol isimlendirmesinin doğuşu olarak bilinmektedir.
 
Zaman içinde yeniliklerin yapılmasını isteyenler, halkın yaşam standartlarının yükseltilmesine odaklananlar ve işlemeyen bir sistemin daha iyisiyle değiştirilmesi gerektiğini savunanlar sol görüş ile anılmaya başladılar. Sağ görüş ise mevcut düzenden memnun olanlar, sistemlerin değiştirilmesine karşı olanlar ve sermaye sahiplerinin haklarını çalışanların haklarından daha öncelikli olarak korumak gerektiğini savunanlar sağ görüşlü olarak bilinmeye başladılar.
 
 
 
GÜNÜMÜZDE SAĞ VE SOL NE DEMEKTİR?
 
Sağ ve sol, görüldüğü gibi kralın düzen anlayışından doğmuştur. o günden bu yana sağ ve sol görüşler, temelinde ekonomik bir modeli ifade etmektedir. Yani eğer bir parti sağcıysa sermaye sahiplerinin istedikleri doğrultusunda gelişim kararı alır. Buna kabaca kapitalizm denilmektedir. Sermaye sahibi dev şirketler böyle meydana gelmektedir. Eğer bir parti solcu ise halkın gelir seviyesi ekonomi politikasının asıl amacıdır. Bu modelde sermaye sahiplerinin istekleri yine dikkate alınır ama bütün ekonomi buna göre şekillendirilmez. ani eğer halkın yaşam standardı yükselmeyecekse sermaye patronuna "güle güle" denilebilir.
 
Görüldüğü gibi dünyada sağ ve sol bu manaya gelmektedir. Türkiye'deki vahim duruma gelmeden önce biraz da sağ ve solun aşırısı, ılımlısı, lightı nasıl oluyor bir bakalım.
 
 
 
SAĞ VE SOLUN DERECELERİ
 
Şimdi adını sıkça duyduğumuz ama anlamlarını doğru dürüst bilmediğimiz kavramlara bir bakalım ve nasıl yanlış kullanıldıklarına şahit olalım.
 
Sizin için hazırlamış olduğum sağ ve solun derecelendirilme grafiğinde, orijinaline herhangi bir internet sitesinden ulaşabileceğiniz sağ ve solun dereceleri gösterdim ve yine sizin için hiçbir masraftan kaçınmayıp bu dereceleri Kemalizm akımıyla birleştirip tek grafikte özetledim. (*)
 
Öncelikle grafiğin ortasında yer alan çubuk şeklindeki siyasal akımları teker teker açıklamakla işe başlayalım. Sonrasında grafiğini bütününü birlikte yorumlayacağız.
 
Fakat önce bu akımların ne olduklarına bir bakalım. Neyin peşinden gidiyorsunuz bir görelim.
 
ANARŞİZM: Sol dediğimizde öncelikle halkın özgürlüklerinin artırılması kavramının akla gelmesi gerektiğini hatırlayalım. Halkın özgürlüklerinin sınırsız hale gelmesine anarşi denilmektedir. Yani hiçbir kuralın varlığı kabul edilmez. Birisinin sizi öldürme özgürlüğü de pekala özgürlükten sayılabilir. İşte gerçek anlamda aşırı sol budur.
 
KOMÜNİZM: Komünizm halkın arasında zengin fakir ayrımının kaldırılmasını esas alması yönüyle iyi gibi görünse de fark ettiyseniz sol görüşün uç kısmında yer alan bir düşüncedir. Sebebi de sosyal sınıflar kadar vatan ve sınırların da ortadan kalkması gerektiğini savunmasıdır. Yani ülke kavramıyla da kavgalı bir yaklaşımı vardır ve bu da geçmişte önemli sorunlara neden olmuş, SSCB'de denendiği ve görüldüğü üzere kendi sonunu getirmiştir. Peki o halde bugünnün Çin'i nasıl bu kadar başarılı? Cevap komünizmde değil, komünizmi kapitalizmle sentezleyip yeni bir bileşim ortaya çıkarmayı başaran Çin yönetimindedir.
 
SOSYAL DEMOKRASİ: Sosyal demokrasi fakir zengin eşitsizliğini ortadan kaldıran, sosyal sınıfların olmadığı eşitlikçi toplum fikrini önermektedir. Çalışanların emeklerinin tam karşılığını almaları bu sistemde esastır. Kapitalizmdeki gibi çok çalışıp az para kazanma olgusuna karşı çıkar. Ancak günümüzde hemen hiçbir sağlıklı örneği bulunmamaktadır. Ülkemizdeki uygulamalarında sol görüşlü bir iktidar başa gelince kendi adamlarını bir kuruma yerleştirmekte, o kişiler kendilerine tanınan hakları suistimal etmekte ve tam para alıp eksik iş yapmakta ve sistemi tıkamaktadırlar. Sonuç; masa başında sürekli bugün git yarın gel diyen ve Soliter oynayan bıkmış devlet memuru olmuştur. 
 
MERKEZ SOL: Sağın ve solun merkez olarak adlandırılması, siyasi görüş skalasında bir sonraki seviyede hangi görüşe meyil edileceğini gösteriyor olmasına dayanmaktadır. Ayrıca merkezdeki görüşler birbirlerinin değerlerinden faydalanmakta pek sakınca görmezler. Bu açıdan merkez sol demek sermaye sınıfının ekonomik gücünü destekleyerek halkın gelir seviyesini yükseltmek demektir dersek hata yapmış olmayız.
 
MERKEZ SAĞ: Aynı şekilde merkez sağ deyince sermaye sahiplerinin hak ve taleplerini yerine getirirken halkın ekonomik çıkarlarını da gözetmek anlaşılmalıdır. Merkez sağ ile merkez sol arasında pamuk ipliği kadar fark vardır desek yeridir. Aşağı yukarı ikisi de aynı işli yapar denilebilir...
 
LİBERALİZM: Liberalizm dediğimiz sistem ekonomik olarak mülk edşnme özgürlüğünü savunur. Bununla birlikte tüm özgürlükleri destekleyen bir zihniyettir. Bu açıdan sosyal demokrasinin sağdaki muadilidir diyebiliriz. Uygulama safhasaında mülk edinme özgürlüğü süper zengin sınıflarının doğmasına yol açar. Sosyalizmle uzlaşılamayan nokta budur. Fakirin bir şekilde zengin olmasına bir engel yoktur ama zengin olmasının bir yolu da yoktur. Çünkü sermaye sahipleri zenginliklerini az paraya çok iş yaptırarak artırmakta özgürdürler. Bu durumda fakirin önünde görünmez bir set oluşabilir. Yine de her şey özgürlüğe dayanır; işveren bu anlayışla iş yaptırmakta, çalışan da kabul ederse bu şartlarda çalışıp çalışmamakta özgürdür.
 
MUHAFAZAKARLIK: Bu sistem liberalizmin gelişmiş bir safhasıdır. Sermaye sahiplerinin toplumda önemli bir yeri vardır ve sistemi yürütenler çoğunlukla bu kişilerdir. Bu durum kabul edilir ve sert bir şekilde savunulur. Bu değerlere bağlılık sergilenir. Zenginin daha da zengin olması esastır. Fakirin daha fakir olması istenmez ama bunun önünde engelleyici hiçbir mekanizma yoktur. Felsefi boyutta; yaşanılan toplumda var olan kalıplaşmış değerler ne ise onların devamı istenir. Bu değer din de olabilir, siyasal yapı da yemek yeme alışkanlığı da olabilir. Savunulan konular genelde tabu niteliğindedir. Bu durum, taraftar kitlesinin aynı görüş etrafında toplanabilmesini kolaylaştırmaktadır.
 
FAŞİZM: Sağ görüşün en uç noktasına varılmıştır. Muhafazakarlık safhasında savunulan değerlerin peşinden sorgulanmadan gidilmeye başlanmıştır. Lider ne derse topluluk onu izler. Her türlü değer katıksız şekilde savunulur. Topluluk, değerlere haddinden fazla bağlanınca kendisini üstün de görmeye başlar. Irkını da genelde üstün ırk ilan eder. Lider, amacı doğrultusunda istediği her şeyi her yolla yapabilir. Savunulan değer her neyse o değere aşırı derecede bağlılık vardır ve bu yolda eleştiri kabul edilmez. Bu görüşün tarihte en bilinen örneği Hitler'dir.
 
Dünya'da sağ ve sol denilince akla bu kavramlar geliyor. Peki bizde ne anlaşılıyor diye baktığımızda ortalığın bayağı bir karışık olduğu açıkça gözümüze çarpıyor. Çünkü bizde neyin ne olduğunu anlamak için siyasal bilimlerden çok dünya tarihi bilmek ve bunu Osmanlı tarihiyle sentezleyebilmek gerekiyor. Neyse ki size yardımcı olabilmek adına bu işi en kısa yoldan özetlemekten çekinmedim.
 
 
 
TÜRKİYE'DE SAĞ VE SOL DENİLİNCE NE ANLAŞILIYOR? (Ya da bir şey anlaşılıyor mu?)
 
Evet, şimdi Türkiye'de siyasetin cumhuriyetin ilanıyla birlikte başladığı ve çok kısa bir sürede tükenip bittiği gerçeğini ele alacağız. Türkiye'de sağ ve sol deyince dünyada anlaşıldığı şekilde ekonomik bir bakış açısının anlaşılması gerektiği ilk kez Atatürk dönemiyle karşımıza çıkıyor. Şimdi bu gerçeği ispatlayalım.
 
Atatürk, fakir bir devlet olan savaştan çıkmış Türkiye'nin mecburen sol bir ekonomik modelle yönetilmesi gerektiğini bildiğinden ülkenin gelişimine sol bir parti ile başlamayı uygun gördü. 1933 yılına geldiğinde ise yeterli kalkınma seviyesine gelindiğini düşünerek sağ ekonomiye geçiş yapmayı planladı. Bu amaçla Türkiye'nin ilk sağ partisini kurdu. Ancak Türkiye'de sermaye birikimi yapabilecek kesim henüz oluşmadığı için sağ ekonomiye geçiş sağlanamadı. Sağ partinin içine de liberaller (ekonomik özgürlükçüler) değil İngiliz ajanları ve onların örgütlediği toplumun temsilcileri doluştular. Sonuç olarak parti, ülkede bölücülük faaliyeti peşinde olanların yuvalandığı bir kuruma dönüştüğü için bizzat partinin başkanı tarafından kapatıldı. Partinin kurucu başkanı Fethi Bey, adı Serbest Cumhuriyet Fırkası idi...
 
Demokrasiye geçişimiz Atatürk'ün dünyadaki gelişmeleri takip edip, yaklaşık 100 yıl sonrasının dünyasında yerimizi alabilmemiz için gösterdiği üstün çabalara dayansa da, halkın bu üstün çabaya ayak uydurma hızının pek yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Zira halk yorgun, bitkin ve yoksuldu. 750 yıllık bir yaşam alışkanlığı vardı. Bunun şak diye birkaç senede sorunsuz değişmesini beklemek elbette mantıksızdır.
 
İşte bu mantıksızlıklar silsilesi kendine has bir demokrasi anlayışının ve söyleminin oluşmasına neden olmuştur. Şimdi de çok partili hayata geçişten günümüze, dünyada anlaşıldığının tam tersine ve mantık dışı gelişen siyasi söylemleri inceleyelim.
 
Halkın gözünde sağ partiler Müslümanlardan oluşur. Dini korurlar. Sağ partilerin kullandıkları değerlere bir bakalım ve siyasetle ne kadar alakalı olduklarını birlikte ele alalım.
 
Biz dindarız: İslam'ın veya herhangi bir dinin siyasetle doğrudan hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen bu söylem oy kazanmak için sıklıkla kullanılagelmiştir. Bu söylem, aslen ekonomiye dayanması gereken sağ ve sol görüşü dini bir kavrammış gibi göstermektedir. 
 
Biz milliyetçiyiz: Bu söylem de tıpkı biz dindarız demekle aynı etkiye sahiptir. Milliyetçi olmak için sağ veya sol görüşe mensup olmaya gerek yoktur. Vatanını seven herkes milliyetçi olabilecekken bu kavram sağ ile ilişkilendirilmiştir. Bu da ülkemizin ne hale geldiğini anlamamıza yeterlidir.
 
Fakirlere para ve mal yardımı yapacağız: Bu söylem sağ bir söylem değildir. Sağın halkı zenginleştirme planında doğrudan yardım değil, sermaye sahiplerini güçlendirip istihdam yaratmak vardır. Sağ ile solun birbirine ne kadar girdiğini gösteren ilginç bir söylemdir.
 
Özelleştirmeler ekonomik kalkınmayı sağlar: Bu söylemin sağ veya solculukla doğrudan bir ilişkisi olduğu pek söylenemez. Dünyada doğrudan özelleştirmelerle kalkınmayı sağlayabilen bir ülke olup olmadığı bir araştırma konusudur. Aklınıza "İyi de Amerika'da her şirket özel, onlar nasıl kalkınıyor?" sorusu gelebilir. Amerika'da, kuruluşundan itibaren tüm girişimler özel kişiler tarafından yapılmaktadır. Bunun için önceden bir sermaye sınıfının bulunması gerektiği açıktır. Bu ilk ve büyük sermaye ise sömürgecilik döneminde dünyanın fakir ülkelerinin kaynaklarının İngiltere başta olmak üzere sömürgeci devletlere aktarılması ile meydana getirilmiştir. 
 
Örneğin, sömürgecilik döneminde İngiltere'ye taşınan zenginliklerin miktarı, o dönemin İngiltere'sinin 101 katıdır. Özetle ABD ve diğer sömürgeciler özelleştirmeyle değil, sömürgeden elde ettikleri paranın yatırıma dönüştürülmesiyle gelişimlerini sağlamışlardır. Fakir ülkelere düşense önce kendi öz üretimleriyle sermaye oluşumunu sağlamak, bunu başardıktan sonra özel şirketlerin kurulmasıyla sağ ekonomiye geçiş yapmaktır. (Tabi sömürgecilik yapıp kısa yoldan parayı vurmayı planlamıyorlarsa). Sermaye oluşmadan sağ ekonomiye geçiş yapılması ise çarpık bir ekonomik sistem yaratıp bazı sermaye sahiplerinin sistemin çarklarına gereğinden fazla müdahil olmasıyla sonuçlanabilir.
 
 
 
Görüldüğü üzere sağ siyasette söylemler birbirine girmiş durumdadır. Peki ya sol görüşte? Sizce işler orada normal gitmekte mi? Şimdi ona bir bakalım.
 
Biz laiğiz: Laiklik başından beri anlattığımız kavramların tek bir sözcükle özetlenmesidir diyebiliriz. Yani siyaset ekonomiyle ve cebimize giren parayla alakalı olduğu gerçeğini akılcı şekilde ele almayı ifade eder. Oysa maalesef bu sözcüğün Fransızca karşılığının "dinsizlik" olmasından mıdır bilinmez, laiklik denilince akla dinsizlik veya laiklik dini gibi akıllara zarar kavramlar gelmektedir. Siyasilerimizin de "Laiklik dinsizliktir, laiklik dini" gibi ifadeleri sıkça kullanmaları halkın zaten anlamadığı bu kavramı iyice halktan uzaklaştırmaya ve halkın cebine giren parayı unutup tabuların peşine takılmasına neden olmaktadır.
 
Bu noktada halkın bu yanlış anlamasına günümüz siyasi partilerinin ve temsilcilerinin de akıllara zarar tavırlarının eşlik ettiğini belirtmeliyiz. Örneğin sosyal demokrat olduğunu söyleyen kesimin temsilcilerinin sıklıkla içki tüketiyor olmaları, hatta dindar nitelikteki insanlara da kötü gözle ve yukarıdan bakmaları toplumdaki bu yanlış algıyı alabildiğine sağlamlaştırmaktadır. 
 
Bu noktada aynı sabit fikirliliğin sağ kesimde de olduğunu belirtmek gerekir. Dindar bir sosyal demokrat bir türlü hayal edilemez. İbadet etmeyen veya alkol kullanımı sık kişilerin doğrudan sol görüşlü ve dinsiz olarak adlandırılmaları ülkemizde ata sporu halini almış durumdadır. Bu sebeple hem sağda hem solda tüm görüşler birbirine girmiş durumdadır.
 
Bunlar aşırı solcu: Dünyada aşırı sol denilince anarşi anlaşılmaktadır. Zira skalanın en uç noktasında anarşizm yer almaktadır. Anarşi denilince açıkça bir kural tanımazlık anlaşılmaktadır. Anarşizmin belirli bir lideri falan yoktur. Çünkü anarşide her birey özgürdür ve kendi kendini yönetir. Dünyada anarşizmin uygulandığı iddia edilebilecek bir yönetim bulunmamakla birlikte bir dönemin Vahşi Batısında yaşananların anarşizm olduğu söylenebilir. Herkesin kendi kurallarını koyup uyguladığı bir sistem...
 
Türkiye'de ise bir dönem anarşizme benzer denilebilecek olayların yaşandığı bir dönem olduysa da darbeyle yok edilmiştir. Türkiye'de aşırı sol denilince akla genelde terör ve teröristlerin temsilciliğini yapan siyasi organizasyon (HDP) akla gelmektedir.
 
Teorik olarak anarşizmde de terörde de şiddet vardır. Ancak amaçlar farklıdır. Terör organize bir harekettir ve belli bir yöntemi vardır. Özgürlükleri savunmaz ve kendi amacına hizmet etmeyen her şeyin karşısındadır. Terörün amacı kan dökmek ve korku yaratmaktır. Yani özgürlük kavramıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Terör, kendi amacı için sağcıyı da solcuyu da öldürmekten çekinmez. İşte bu sebepten halkımızda sol denilince dinsizlik ve terör gibi kavramlar akla gelmektedir. 
 
Günümüzün sosyal demokrat görünümlü partilerinin terör örgütleriyle iç içe oluşu, terör örgütünün silahlı eylemlerine siyasi kalkan olmaya çalışmaları da şüphesiz bu algıyı desteklemektedir.
 
Bunlar faşist: Bu söylemi en çok kullanan kesim, ülkemizde "aşırı sol" olarak tabir edilen ancak gerçekte ne sağ ne de solculukla hiçbir ilişkisi bulunmayan ve kaynağını küresel sermayeden alan terörist organizasyonun temsilcileridir. İsim vermek gerekirse geçmişte HADEP, DEHAP, BDP ve günümüzde HDP'nin temsil ettiği akımın ileri sürdüğü hiçbir ekonomik söylem olmamasından bu akımın teoride ve pratikte sağ veya sol görüşten olmadığı, dolayısıyla aslında bilimsel olarak bir parti bile olmadığı açıktır. Zaten 2014 seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye adayının en büyük vaadinin "Üçüncü köprüyü yıkmak" olması da bu durumun en açık ispatlarından birisidir.
 
Ancak elinde ekonomik bir model ve öneri bulunmayan ve gerçekte parti bile olmayan bu organizasyon nasıl bir partiymiş gibi gösterilebilir? Bu noktada siyasetin kavramlarının dejenere edilerek dikkatlerin faşizm akımında olduğu gibi ekonomiden başka bir tabu konuya çekilmesi kitlenin katıksız takibini sağlaması açısından faydalı görülmektedir.
 
İronik olansa kendi söylediğinin tersine bir şeyler söyleyen herkese "Faşist bunlar" diyen bu kitlenin eylemlerinin en çok faşistlerle benzerlik göstermesidir. Bu kitlenin takipçilerinde aynı görüşü paylaşmıyorsanız kesinlikle faşist olarak yaftalanmak ve kısa bir sürede ağır küfürlere muhatap olmak işten bile değildir.
 
İlginç olan şudur ki tüm dünyada sağ partileri savunan ve sağ partilere oy veren kesim ekonomik olarak iyi seviyede bulunan ticaret ve sanayi ile ilgilenen kesimdir. Ancak ülkemizde sağ partilere oy veren kesim çoğunlukla fakir ve eğitimsiz olan toplumun geniş alt kesimidir. İşte bu konuda da dünyanın tam tersine gitmekteyiz.
 
Dünyada sol görüşe oy verenlerse fakir, işsiz kesimdir. Çünkü bir şekilde elde edemedikleri ekonomik refahı sağlamayı vaad eden akım sol görüştür. Ancak Türkiye'de okumuş, eğitimli ve sermaye sahibi olanların sol görüşe oy verme eğilimlerinin daha yüksek olduğu görülmekte. 
 
Özet geçecek olursak ülkemizde sağın sağ, solun da sol olmadığını açıkça görmüş olduk. Bu saçmalık karşısında kırk katır mı kırk satır mı diyebilirsiniz; ki derseniz siyasetin ne olduğunu anlamaya başlamışsınız demektir.
 
 
ATATÜRK'ÜN SİYASİ GÖRÜŞÜ SAĞ MIDIR SOL MUDUR?
 
Atatürk'ün ülkenin siyasi gelişimi için en mantıklı seçenek olarak önce sol bir parti kurduğu sonrasında ise sermaye oluşumunun tamamlanmaya başladığını düşünerek sağ bir parti kurduğunu düşünürsek Atatürk'ün sağ veya sol görüşe sahip olduğunu söylemek açıkça abesle iştigaldir.
 
Atatürk, siyaset üstü bir anlayışla yalnızca ve yalnızca devlet çıkarına odaklı bir siyaset anlayışını benimsemiştir. Dünyada bu anlayışın ilk uygulayıcısı da kendisi olmuş ve yeni bir sistemin temelini atmıştır. 
 
Atatürk, temel olarak dünyadaki tüm sistemleri incelemiş ve günümüzde bile müthiş olarak kabul edilebilecek sistemi geliştirmişlerdir. Onun sistemini bu şekilde özetleyebiliriz. Her çiçekten en güzel polenleri toplayıp en güzel balı yapmak... 
 
Hiçbir siyasi görüşe körü körüne bağlı olmayan Atatürk, her siyasi görüşten işe yarayabilecek özellikleri almış ve gerisini kullanmamıştır. Şimdi neyi nereden almış, kısaca bir göz atalım.
 
Yukarıdaki Kemalizm grafiğinden de anlaşılabileceği üzere Kemalizm görüşü birçok ekonomik görüşü kucaklamakta, bir kısmına ise sert şekilde karşı çıkmaktadır. Yumuşak bir idare biçimi olan sosyal demokrasiye kadar sol görüşü destekler, komünizme vardığı noktada karşı çıkar. Sağ kanatta ise liberalizme kadar sağ görüşü destekler, muhafazakarlık ve faşizm düzeyine vardığında karşı çıkar.
 
Kemalizmin merkezinde halk çıkarı veilerlemicilik bulunur. Yani Kemalizm ne sağcılıktır, ne de solculuktur. Dolayısıyla solcu olduğunu iddia edenler de sağcı olduğunu iddia edenler de tam anlamıyla Kemalizmi sevemezler. Amaç siyaset değil, halkın ekonomik çıkarı ve devletin ilerleyerek devamıdır. Solcu olduğunu söyleyenler aşırı özgürlük talebine cevap alamayacağı içi, sağcılar da az paraya çok iş yaptıracak adam bulamayacakları için Kemalizmi sevemezler.
 
Kemalizm öylesimne kapsamlıdır ki, Kemalizmin kapsamından çıkıldığında sağda muhafazakarlık ve faşizm, solda da komün,izm ve anarşizm kalmaktadır. Yani bu eksenden çıkınca ülke aşırı uçlara savrulma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Dünya çapında Türkiye düşmanlarının her fırsatta Kemalizmi ortadan kaldırmaya çalışmalarının nedeni budur. Kemalizmin olmadığı bir Türkiye aşırı uçlarda savrulmaya başlayabilir ve böyle bir devleti nereye çekerseniz oraya sürükleme imkanınız bulunmaktadır.
 
Amerika, İngiltere gibi ülkelerin liberalizm, muhafazakarlık ve faşizm ile ilerleme sağlayabilmelerinin başlıca sebebi diğer ülkelerin kaynaklarını kendi ülkelerine aktarmalarıdır. Ülke bu açırı kaynaklar ile zenginleşmiş, süper zengin sınıfı doğmuştur. Sonrasında ise hem sermaye sahipleri, hem de çalışanları zengin olabilmiştir. Yani haddinden fazla para halka yayılacak kadar zenginlik yaratmıştır.
 
Atatürk'ün farkında olduğu şey, fakir ve geri kalmış bir ülkenin gelişimini tamamlamadan liberal ekonomiye geçiş yaparsa büyük ekonomi devlerine lokma olacağıdır. Özetle Atatürk'ün siyasi anlayışının sol görüşte de sağ görüşte de olmadığını görmüş olduk. Onun tek düşüncesi en uygun ve sağlıklı yoldan ülkenin ekonomik gelişimini sağlamaktır. Bu gelişimin başında paramız olmadığı için bunu sol siyaset ile denemiştir. Sermaye gelişimi sağlandığını düşünerek sağ siyasete geçmeyi denemiş ancak yeterli sermaye olmadığı için bunu başarmaya ömrü yetmemiştir. 
 
Atatürk'ün ülkenin gelişimine sol siyasetle başladığı için solcu, sağ siyasetle devam etmek istediği için de sağcı değildir. O yalnızca ve yalnızca dünya siyasetini ve ülkesinin şartlarını en doğru şekilde değerlendirip doğru kararlar alan bir liderdi.
 
Yazıyı okudunuz. Hala siyasi görüşünüz aynı mı? Ya da neyi savunduğunuzun farkına varabildiniz mi?
 
 
 
*  blog.milliyet.com.tr/nedir-bu-sag-ve-sol-gorus-/Galeri/?GaleriNo=16802
 
Toplam blog
: 352
: 2915
Kayıt tarihi
: 05.06.10
 
 

Jack Amca, düşünsel dünyasındaki gelişmeleri dışa vurmak niyetiyle başladığı yazı yazma sevdasına..