Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '09

 
Kategori
Anılar
 

Nerede O Eski, O Güzel Tekerlemeler?

Nerede O Eski, O Güzel Tekerlemeler?
 

Elma kurdu sen misin- Ona göz diken misin,-Elmayı da yerim, seni de-Bilmem ki ne dersin?


Dışarıdan gelen parolalı bir ıslığı duyar duymaz adeta uçarcasına mahalleye indiğimiz, kısa pantolonlu ve oyun yorgunu küçük bedenlerimizle eve dönmeyi geç saatlere dek sürekli ertelediğimiz o çocukluğumuzun tekerlemeleri de bir başkaydı. O yıllarda bizler, saf yaşam algılarımızın, hayallerimizin ve gelecek düşlerimizin her birini bir sözcüğe düşürür, geleneksele güvenen, özenli ama fazla sorgulamayan bir akılla tekrarlar dururduk onları… O, bugünlere göre daha siyah-beyaz, yerli malı ve sanki daha geniş olan zamanlarda.

Tekerlemelerle;

Hem düş gücümüzün sınırsızlığını sınar hem de farkında olmadan -güzel Türkçe'mizdeki- sesleri kullanabilme sınavını güle oynaya geçerdik bir çırpıda. Sözcüklerin üzerinde yaylı yatakta zıplar gibi zıplaya, zıplaya, güle, oynaya… Belki de o yüzden buluğ çağından itibaren yabancı dil katkılı zihinleri bulamaçlı yeni nesillere göre Türkçesi daha güzel ve daha anlaşılırdır bizim neslin.

Onlarda gizli ses uyumu, yurdumuzun dört bir yanından gelen güzel türkülerimizi, şarkılarımızı birlikte söylerken de, folklör oyunlarımızı çağdaş danslarla aynı coşkuyla oynarken de sanki gizli bir uyum kültürü yarattı bizlerde.

Tekerlemeler dünyasında oyunlar, sözcükler ve olaylar hep bu bereketli toprakların, Anadolu'nun -ve Trakya'nın- bağrından çıkardı. Öz be öz yerli malıydı. Gerçeklerle gerçeküstü şeyler bir arada, el ele yürürdü sokaklar boyu, bizlerle… Yerli malı derken, bugünkü nesiller gibi kırsaldan, hayvansal olandan yontmadan aşırma “Oha ya!”, “ “Oha oldum” tarzı ilkel ve kaba tepkiler değildi bizimkiler. Onlar estetik, akıl oyunları içeren, gerçeküstü ve masumdular.

Onlar, "acaba?" diye düşündüğümüz, ama çekinerek söyleyemediğimiz, bazen 'uçuk' düşüncelerin de yansımasıydı bir anlamda. O sınırlı demokrasi yıllarında ilk cesur eleştirel söylemlerimizdi belki de onlar…

Büyüdükçe düşlerimizi çoğu kez gerçeğin demir perdesiyle örtmeye başladık. Düşlerimize sığınamadığımız için de artık çocukluğumuzda olduğu kadar mutlu da değiliz. Sığınacak düşlerimiz olsa biraz olsun rahatlarız belki. Ama insani değerlerin yok olmaya iyice yüz tuttuğu, gösteriş, tüketim ve yüzeysellik girdabında hızlı temposuyla küreselleşen zamane o hayallere de pek yer bırakmadı galiba.

Dilbilim açısından;

Tekerlemeler sözlüklerde "ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle kurulu konuşma" anlamlarına gelir. Masal, hikâye, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir.(1)

Tekerlemelere çoğunlukla çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş ve ebe seçmek için başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi adlar alırlar. Yöreye göre değişik isimlerle de söylenir. Doğu Anadolu’da döşeme, Güney’de sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. ‘Divan-ı Lügat ül Türk’te de bazı tekerlemeler yer aldığı bilinmekte.

Bir de ‘Âşık fasılları’nda, saz şairlerinin yaptıkları şiir yarışmaları halk dilinde tekerleme, âşıklar arasında 'tekellüm' olarak adlandırılır. Bu tür şiirler ya söylenmesi zor sözcüklerden meydana getirilir ya da dar ayak şeklindedir. Ayak daraldıkça kafiye bulmak zorlaşır. Âşıklardan biri fasıl aralarında tekerlemeye başlar ve yeni bir 'ayak' açar. Ama benim burada değinmek istediğim tekerlemeler çocuk oyunları tekerlemeleri.(2)

Güncele dair bazı uyarlamalar;

Tekerlemeler her ne kadar " içi boş, saçma sapan, uçuk kafiyeli sözler" gibi tanımlarla anılsa da, ben, onların kişisel gözlem ve deneyimlerimizle içi rahatlıkla doldurulabilecek pırıltılı anlam kutucukları olduklarını keşfettim.

Nasıl mı? Örneklerim aşağıda;

Leylek leylek havada, - Yumurtası tavada, - Gel bizim hayata, - Hayat kapısı kitli, - Leyleğin başı bitli.”

Havada olan leylekler yarım asır önce Vietnamda, en son da Irak semalarındaki B-52’ler miydi yoksa? Düştüğü yeri kızgın tavaya döndüren yumurtalar da B-52'lerin kanatları altındaki napalm ve lazer güdümlü bombalar! Masum çocukların üzerine yağarak onların hayat kapısını gerçekten kilitleyen. Başlarının bitli olduğu da o zamanlardan bilinirmiş meğer.

Mustafa, Mıstık, - Arabaya kıstık, - Üç mum yaktık, - Seyrine baktık.”

Mustafalar, 'Şeyh Bedrettin Destanı'ndaki Börklüce Mustafa mı yoksa? Ya da özgür bir toplum, tam bağımsız, egemen ve aydınlık bir ülke, adil, halkçı ve eşitlikçi bir ekonomi isteyen, bu uğurda 60’lı yılların sonlarından 80’lerin başlarına kadar canlarını hiçe sayarak mücadele edip sonsuza intikal edenler mi yoksa? Belki de... Önce kıstırıldılar, üç mum halinde asılarak yakıldılar ve seyrine bakıldılar. Ya Madımak? Belki de...Şimdilerde yürekler kor alev gibi yansa da...

Karga karga "gak" dedi, - "Çık şu dala bak" dedi, - Karga seni tutarım, - Kanadını yolarım.”

Peki ya bu tekerleme, vasat altının her yerde egemen olduğu, dürüstçe çalışıp çabalayıp yükseklere çıkanın yaka paça elbirliğiyle aşağıya indirilip perişan edildiği günümüz Türkiyesi'ne dair kâhince bir öngörü değil de ne?(3)

“ Oooo..... İğne battı, - Canımı yaktı, - Tombul kuş, - Arabaya koş. - Arabanın tekerleri, - İstanbul'un şekerleri. - Hop Hop altın top, - Bundan başka oyun yok.”

Üstteki bu tekerleme de günümüzde, güzelim Yedi Tepeli Kent'in -ve diğer büyük metropollerin- trafik keşmekeşine yönelik bir atıf yok mu dersiniz? Bu tekerlemede yoksa, hıncahınç insanlarla dolan, onların biteviye bir ezberin hamağında salınan işlerine yetişmek için -tv. ve internet karşısında tıkınarak- şişkin bedenleriyle, güzel bir kısrağa kement üstüne kement atar gibi boğaz geçişleriyle sıkıştırılmış haldeki bu kentin trafik keşmekeşini o günlerden haber mi vermekteydi? Oyunların en trajik olanı...Her sabah ve her akşam tekrar oynananı...İğne gibi batanı!,

"Hanım kızı- Çan çan çikolata- Hani bize limonata?- Limonata bitti,- Hanım kızı gitti. -Nereye gitti? -İstanbul'a gitti. - İstanbul'da ne yapacak? - Terlik pabuç alacak.- Terliği pabucu ne yapacak?- Düğünlerde, Şıngır mıngır oynayacak..." 

Bu güzel tekerleme ise bana İ.Tatlıses'in "Ellere var da bize yok mu!" ve kankası Aydemir Akbaş'ın "Ben de isterem!" diye inatla perçinleşen serzenişlerini anımsatmakta... Erkek: büyük kent varoşuna yeni gelmiş, alt sınıftan feodal bir erkek! 1980'lerin başlarında köyden kente göç doruğa ulaşmış, kent varoşları tıka basa dolmuş, gerçek kentli orta ve üst sınıfa ait özlemler tavana vurmuş ve söze gelip tekerleme olmuş. Kızımız "HANIM", öyle "bacı" ya da "gacı" değil. Anlaşılıyor ki orta ya da üst sınıfa ait ve "çikolata" da onun (ayıp olur diye açıkça dile getirilemeyen) hoşluğuna ve zarafetine delalet etmekte! Tabii ki bu "Hoş, zarif, orta-üst sınıf kızımızın" yoksul varoşların feodal erkeğine değil, büyülü kent İstanbul'un kentsoylu okumuş "katibine", tüccarına vb. eş olma ihtimali çok daha yüksek:) Zaten düğünler de kırsal kesimde sosyal anlamda "görücüye çıkma" yerleri! Kız giyinip kuşanıp (pabucu, terliğiyle) oraya gidecek! Olay aslında sosyolojik. 

Mini mini birler, - Çalışkandır ikiler, - Mavi gözlü üçler, - Dayak yiyen dörtler, - Misafirdir beşler, - Altılar, altınımı çaldılar, - Yediler, yemeğimi yediler, - Sekizler, semizdirler…”

Ya bu tekerlemeye ne demeli? Mini miniyken çalışkan, idealist ve Mustafa Kemal gibi mavi gözlü, umutları, özlemleri ve eylemleri saf, tertemiz bir nesil, önce dayakla terbiye edilip ardından -eski özlemlerine elveda diyen- bir misafirliğe uğramakta, daha sonra da çalan, yiyen ve semiren bir istikamette yaşamlarında yol almaktalar. Baksanıza hayali ihracatları, vurgunları, kap kaçları ve krizleriyle siyasetimizin, ekonomimizin, ticaretimizin ve bireysel önceliklerimizin son çeyrek asırdaki seyr-ü seferine… Bundan âlâ öngörü mü olur tanrı Aşkına!

Düşünüyorum da, meğer o tekerlemeler kişisel gözlem ve deneyimlerimizle, zamanla içleri doldurulunca yerli malı ve özlü 'fabl'lara dönüşebiliyorlar! La Fontain'e nazire yaparcasına...

Sizce de öyle değil mi?

İ.Ersin KABAOĞLU,

7 Ekim 2009, Ankara

Blog Bilgi Notu:

(1) Bu konuda toplu bir eser için, 'Zaman Zaman İçinde' -Tekerlemeler-Masallar ve Masal ile Tekerleme Üzerine Bir İnceleme- Pertev Naili Boratav, Adam yayınları, Çeşitli Dizisi, 229 sayfa. 1992 İst. (İlk basım 1958)

(2) 'Tekerlemeler', Cuma Karataş, Engin yayınevi, Dünya Klasikleri, ocak 1996, 126 sayfa.

(3) Bu tekerleme bağlamında Trevanian'ın 'Şibumi' adlı eserindeki dramatik öğüt geliyor akla. Şöyle der orada; "...yenilgilerini senden daha zeki, iyi ve yetenekli olanların elinden tatmayacaksın. Seni yenenler, sabırlı, sinsi ve orta düzeyde insanlar olacak!.."

(4) 'Tekerlemeler', Osman Sevim,(MEB, 100 Temel Eser İlköğretim), Bilge Kültür Sanat Yayınevi, 174 sayfa, 2005. İst.

(5) "Tekerlemeler" sözcüğünü yazarak güzide Milliyet Bloğumuzda arama yapınca birbirinden değerli yazı ve değinmeleri görünce çok sevindim (Toplam 37 adet). Bu çerçevedeki blog ve değinmelerin de zihnimde hoş bir tat bıraktığını belirtmeliyim.

(6) Tekerlemeler den ayrıca artikülasyon (boğumlanma) bozukluğu, kekemelik v.b. konuşma sorunları, diksiyon bozukluğu, seri ve akıcı konuşma eğitimleri alanında da yararlanılmaktadır.

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..