- Kategori
- Sinema
New York'ta Beş Minare

Geçen seneden beri haberlerini duyuyoruz, okuyoruz. Gerek bütçesi, gerek oyuncu kadrosuyla iddialı bir yapım oldğunu zaten anlamıştık. Hele hele Beyaz Melek ve Güneşi Gördüm'den sonra 'iddia seviyesi'ni daha da yukarıya çıkardığı bir proje olduğu yazılınca merak katsayısı her geçen zaman artmıştı. Ve işte o gün geldi, huzurlarınızda New York'ta Beş Minare ile Mahsun Kırmızıgül.
Arka arkaya gelen iki 'amatör' patlama sahnesi yüzünden film ne yazık ki iyi bir start alamadı. İlk yarı aksiyonu bol bir Hollywood yapımı olan filmin genelinde yapılan dublajları başarılı bulduğumu söyleyemem. Hikayede İngilizce bilmeyen polis memurunu canlandıran Mahsun Kırmızıgül'ün , İngilizce bilen polis memuru Mustafa Sandal'a adamların ne konuştuğunu sorması, o sırada tüm diyalogların Türkçe dublaj yapılmasıyla havada kaldı. Zaten sinema kültürü gelişmemiş bir ülkenin ahalisine birde alt yazılı Türkçe film izletmeyelim diye düşünülmüş olsa gerek ki dublajla bu sorunsal giderilmeye çalışılmış. Oysa ki bir Haluk Bilginer'in, bir Engin Altan Düzyatan'ın veya Mustafa Sandal'ın İngilizce diyaloglarını izlemeyi çok isterdim. Mahsun Kırmızıgül'ün sesi sanki ona ait değildi. O kadar donuk, o kadar tutuktu ki, sanki biri onu zorla konuşturuyormuş hissi verdi. Genel halide hep bir kasılma / dolmuşta ha patladı patlayacak hissi yaratıyordu. İlk yarı hep bir 'neden' sorusu soruyorsunuz. Herşey havada, bir bilinmezlik var, soru işareti dolu her bir sahne. ''Acaba ben mi idrak edemedim?'' diye düşünürken filme ara verildiğinde yükselen birkaç sesin benimle hemfikir olduğumu anladım. Camideki zikir sahnesi müthişti. İlgisi olmayanı bile o an içine çekebilen, fondaki ses ve ritme kolayca kapınılacak bir atmosfer yaratılmış, müthişti. New York çekimleri sizi çoğu zaman ''yabancı bir film mi izliyorum acaba'' moduna sokabilir. Yıllardır görmeye alıştığımız o şehrin bilindik açılardan çekilme hadisesi, o dev binalar, gecesinin ışıltısı gündüzünün rengi bu filmde sıkmıyor insanı. İçimden ''helal olsun be adama'' bile dedim kimi yerlerde. Bu arada FBI'ın artık ezberlediğimiz işleyişi, yabancıların Müslümanları potansiyel terörist görmeleri artık iç baydı. Allah'tan fazla uzatmadan tadında bırakmışlar.
İkinci yarı memlekete dönüş. İstanbul ve Bitlis mekan olmuş hikayenin devamına. Aslında Bitlis herşeyin çıkış noktası. Zira neden o kadar itibar gördüğü tam olarak vurgulanmasada Haluk Bilginer'in canlandırdığı dinine ve Hıristiyan karısına bağlı bir Müslüman olan Hacı Gümüş Bitlis'li. Yıllar boyu işlemediği bir cinayetin katili olarak anılmakla kalmıyor , çeşiti gazetecilerin ölümünden de sorumlu tutuluyor. İslami terörün başı gibi muamele görmesi en trajik olanı. Allah'a olan inancını en temiz ve kalbi duygularıyla dile getirirken daha o an anlıyorsunuz masum olduğunu. Esas elebaşı ile nezarethanede yan yana geldiği andaki diyalog hikayenin önemli anlarından biri.
En can alıcı sahne Bitlis'ten geliyor. Hacı Gümüş annesine , doğduğu eve misafir geliyor yıllar sonra. Ve esas film orada kopuyor. İzlemeyenler için daha fazla detaya girmeyeyim. Ancak Bitlis'te sizi öyle bir sahne bekliyor ki, önce gözyaşınız firar ediyor sonra 'kalbinizden vuruluyorsunuz'. İşin özü , Mahsun yine kalbimizden vurarak noktayı koyuyor filme.
Oyuncular hakkında kısa kısa
Sözün özü, Mahsun yine yapmış yapacağını. O kadar borca harca girmiş, krediler çekmiş ve üşenmemiş kalkmış Amerika'lara gitmiş. Gidipte eli boş dönmemiş üstelik.Güzel görüntüler çekmiş kamerasına, hikayeler anlatmış. Sonunda da seyirlik bir film yapmış. Artık kabul edilmeli ki Mahsun Kırmızıgül denen bir adam var yeni neslin Yeşilçam'ında. Ve o adam her bir sonraki filminde minarenin en tepesine doğru çıkıyor hızlı adımlarla.
Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır