- Kategori
- Öykü
Nifak...8

Yaşamlarını normale döndürmeye çalışıyorlar
Otobüs durağının hemen yanında kendisini kalabalığın içine gizlemek isteyen bir adam duruyordu. Yaşını kestirmek mümkün değildi, yoruma göre yaşının tayini değişebilirdi; çünkü sıhhatli, gürbüz bir yüzü olmasına karşılık bir hayli uzamış siyah, gri karışımı bir sakalı vardı. Meşinden bir ceketi sırtına ve yine meşinden bir şapkayı da başına giymişti. Temiz ve yeni bir yün gömleğin yakasına son moda kalın bir kravat bağlıydı. Buna karşılık üstteki düzenlilikle tezat teşkil edercesine ayağına giydiği pantolon tıpkı bir pehlivan kispetini andırıyordu. Bu pantolonun paçalarını gıcır gıcır boyalı bot tipi bir ayakkabının içine sokmuştu.
Tıpkı kıyafeti gibi davranışları da birbirini tutmuyordu. Ya çok sakin ya da çok sinirli bir görünümdeydi. Bazen etrafa soran, araştıran gözlerle bakarken bazen de kendisini birisi görecekmiş gibi heyecanlanıyordu. Elindeki valize benzeyen siyah çantayı sıkı sıkıya tutuyor, kimseye kaptırmamak için boş bir çaba harcıyordu. Zirâ kimsenin onu merak ettiği veya incelediği yoktu.
Caddedeki topluluğun yapısına uymayan bir kişi daha vardı. O da sakallı adamın bir metre kadar ilerisinde duruyordu. İkisinin böyle yakın bir şekilde bir arada bulunmaları tesadüf olamazdı. Bu adam çok sakin ve soğukkanlı bir mizaca sahip izlenimi veriyordu. İri bir gövdesi, Alman'a benzeyen sarı-kırmızı karışımı bir suratı, sarı saçları vardı. Sırtındaki elbise herkeste rastlanabilecek cinstendi. Uzun kolları, dik olarak indikten sonra hafif kıvrılan burnu en belli başlı özelliklerindendi. Bu bariz özellikleri onu diğer insanlardan çok kolaylıkla ayırıyordu. Sarı yüzlü adam etrafı incelemiyor, soğuk bir edayla hareketsiz duruyordu. Kalabalık bir ara kıpırdanır gibi olunca sakallı adam, diğerinin yanına yaklaştı. Sadece ikisinin duyabileceği bir sesle:
-Tamam o...
Dedi ve kalabalığın içinden zar zor kendisine yol açarak ilerlemeye başladı. Diğeri ise tamamıyla onun gittiğinin aksi istikametine doğru gidiyordu. Sakallı adam, kalabalıktan kurtulup Cağaloğlu'na sapan yola çıkınca adımlarını yavaşlatarak hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek bir tarzda sakin adımlarla yoluna devam etti.
***
Yavuz'u kaybetmenin acısını ailece günlerce yaşadılar. Acıları sonsuzdu. Birbirlerini teselli etmek için uğraşmaları sonucunda hepsi yorgun düşmüşlerdi. Murat, anasının ve babasının gözleri önünde gün geçtikçe eridiklerini görüyor, bir şeyler yapamamanın çaresizliğini yaşıyordu. İkisi de iyice yaşlanmış ve çökmüşlerdi, öyle ki Murat bile anasını babasını tanımakta güçlük çekiyordu. Murat "Allah her şeyin kolayını verir, acılar ve ıstıraplar ne kadar çok olursa olsun, onları unutmanın, yok etmenin tek yolu sabretmektir" diyordu.
Aradan geçen günler ve haftalar acılarını kısmen de olsa yok etmişti. Ailede hemen hemen eski hayat tarzına dönülmüştü. Nadiren de olsa anasının babasının güldüklerini, gülümsediklerini görmek Murat'a sonsuz bir mutluluk veriyordu. Tarlalara gitmeye, mahsullerini toplamaya başlamışlardı bile. Havaların çok sıcak gitmesi sebebiyle tarladan toplanamayan mısır yanma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. O yüzden ilk iş olarak mısırların kırılması gerekiyordu. Öyle de çoktu ki, bu sene görülmemiş bir mısır bolluğu vardı.
Murat mahsulleri ambarlara doldurduktan sonra anasının babasının elini öperek İstanbul'a gitmek için yola çıkmıştı. Tam yanlarından ayrılacağı sırada ikisi de bir ağızdan:
-Kendine çok dikkat emi? dediler.
-Siz merak etmeyin, ben çocuk değilim artık, kendime bakmasını da kendimi kollamasını da biliyorum. Asıl siz birbirinize dikkat edin, diyerek yanlarından ayrıldı. İki yüz metre kadar ilerdeki erik ağacının yanına geldiğinde dönüp arkasına baktı. Anasının da babasının da hâlâ oldukları yerde hareketsiz bir şekilde durup kendisini seyrettiklerini gördü....
Otobüs İstanbul'a doğru hızla yol alırken Murat, bundan sonra ne yapması gerektiği hususunda kafa yoruyordu. Şüphesiz ki eski hayatına nazaran daha değişik şartlarda yaşaması gerekecekti. Biraz değil, birçok zorlukların onu beklediğini biliyordu. Özellikle ev problemini halletmeliydi. Belki yine aynı inşaatta kalabilirim diye düşündü. Fakat Müteahhit Emin Bey'in inşaatı bitirip daireleri satmağa başlamadığı ne malumdu! Emin Bey, bütün şirinliğiyle gözlerinin önüne geldi. Hayatının önemli günlerinden biri olan o günü tekrar hatırladı. İş araması sırasında ilk karşılaşmalarını bir türlü unutamıyordu. Otobüs rampa yukarı çıkarken kulakları garip bir hal almıştı. Duymuyor gibiydiler sanki. Kendisini biraz zorladı, eski haline gelmek istedi. Uğultu şeklindeki kesik ses ona huzursuzluk veriyordu. Baktı ki olmayacak, uğraşmaktan vazgeçip eski günleri bu uğultulu dünyada bir kere daha yaşamaya başladı: