Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Şubat '07

 
Kategori
Haber
 

Nimet Hanım neyi bekliyorsunuz?

Nimet Hanım neyi bekliyorsunuz?
 

Yıllar önce de vardı yurtlarda şiddet. Şimdilerde ise öylesine arttı ki, yetkililer bile önleyemiyor. Önleyemedikleri gibi: “Bakan Çubukçu, "Olay, son derece üzücü. İnsanların beyinlerini değiştirdiği kadar, kalplerini de değiştirmesi gerekiyor" (Milliyet Gazetesi 07.02.2007) diyebilmektedir.

Hanımefendi hangi beyinden, hangi kalpten söz ediyorsunuz. Siz Yetiştirme Yurtlarına simit satacak eleman gibi eleman alıyorsunuz. Siz çocuklara bakacak onları eğitecek insanları ihale etmişsiniz ve ihale ile alıyorsunuz. Siz yüreğinizi de ihale etmişsiniz. Bu kaçıncı görüntü, bu kaçıncı program…

Eğer kalp dediğiniz nesne yetkililerde olsaydı bu şiddet, bu vahşet devam edebilir miydi?

Siz Deniz Baykal’ın eşiyle bir lokantaya gidip yemek yemediği ile uğraşacağınıza bunun için aferin bekleyeceğinize işinizle uğraşsaydınız.

Sizin aferini o çocuklardan ve bizden almanız gerekmez miydi?

Sizin çocuklarınız var mı?

O çocukları nasıl büyütüyorsunuz, nasıl yetiştiriyorsunuz?

Bu tavrınızla Irak’a asker gönderen Condela Rice’tan ne farkınız var?

Sizin bu çocukların vicdanında, yüreğinde, beyinlerinde oluşan tahribattan haberiniz var mı?

Hiç sanmıyorum.

“Arena programında, İstanbul'da Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı bir yuvada çocuklara şiddet uygulandığını kanıtlayan görüntülerin yayımlanması TBMM'de de tartışıldı. CHP Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç, dayak olayının kurumdaki kadrolaşmanın bir sonucu olduğunu söyledi. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, Malatya olayından sonra Çubukçunun "Çocukların bir damla gözyaşına tüm makamları feda ederim" dediğini anımsatarak, "Artık makamını feda etmek için ne bekliyor, koruması altından çocuklardan daha kaçının dövülmesi gerekiyor? Yapılacak, edilecek açıklamalarıyla sorumluluğunu, ihmalini daha fazla geçiştiremez. İstifa etmesi gerekiyor" diye konuştu.” (Milliyet Gazetesi 07.02.2007) Mecliste görüşülüp önlem alınamıyorsa, çözüm bulunamıyorsa ne yapacağız? Lütfen bunu anlatın ve somut çözümlerinizi gösterin artık…

Uğur Dündar’ın bir anısını anlatırken ağlaması beni çok etkiledi. Ben de Uğur Dündar gibi hala ağlarım daha önce duyduğum bir olayı anımsadığım zaman.

Onu Uğur Dündar’da Gaziantep Yetiştirme Yurdu müdürü olduğu yıllarda tanır. Dünyanın en iyi insanı, Yetiştirme Yurtları Müdürlerinden denizyıldızlarını keşfeden onları kıyıdan denize tek tek atan eniştem Mustafa Yanıkkaya anlatmıştı. 1970 li yıllardı. O zamanlar Kastamonu Yetiştirme Yurdunda müdürdü. Yurdun tam yanında da bir ilkokul vardı. Yurdun ilkokul çağına gelen çocukları bu okula gidiyorlar. Fakat okulun öğretmenleri yurt öğrencilerini sınıflarında istemiyorlar. Eniştem bu konuda son derece hassas, kararlı, böyle bir sorunla karşılaşınca direniyor ve çoğu kez bu davranışları çocuklara hissettirmeden engelliyordu. Fakat bir çocuğun durumunu engelleyememişti. Öğretmen bayan ve ilin ileri gelenlerinden birinin de eşi. Hanımefendi kendi sınıfına düşen yurt öğrencisini kesinlikle istemiyor. Bunun için ilin en büyük mülki amirini bile devreye sokuyor. Eniştem inatçı, çocuğa bir incinme yaşatmama konusunda karalı. Öğretmen sınıftan çocuğu çıkarıyor, eniştem direniyor. Bu arada eniştem çocuğu da yurtta sürekli izliyor. Her sabah çocuklara kahvaltıda ve gece yatarken süt veriliyor. Bu çocuk sütünü içermiş gibi yapıyor ve içmiyor. Gömleğinin altına saklıyor, bahçeye çıkıyor. Bir taşın yanına oturuyor. Önceleri eniştem sütünü orada içiyor herhalde diye pek ses çıkarmıyor. Bir gün onun göremeyeceği biçimde çocuğa yaklaşıyor. Konuştuğunu duyuyor. Bakıyor çevrede kimse yok. Merak ediyor biraz daha yaklaşıyor. Taşın yanında küçük bir yavru kedi var. Çocuk özenle içmediği sütü ona içiriyor ve kedi ile konuşuyor: “Seni de beni de kimse istemiyor. Tek dert ortağım sensin. Müdür babaya bile anlatamıyorum dertlerimi. Seni nasıl sokağa atmışlarsa beni de aynı şekilde sokağa bırakmışlar. Bak okula başladım, öğretmen bile beni sınıfında istemiyor. Ben ona ne yaptım. Suçum yurt çocuğu olmak mı? Şimdi ben ne yapayım. Sen de bir anlam veremiyorsun değil mi, bütün bu olanlara. Ben de anlayamıyorum zaten.” Eniştem söyleyecek söz bulamıyor. Çocuğu alıyor oradan, sütünü kedi ile paylaşabileceğini ama bazı şeyleri de kendisiyle paylaşması gerektiğini anlatıyor çocuğa. Çocuk başka bir öğretmenin sınıfına gidiyor ama şimdi yetişkin bir insan olan o çocukta kalan izler nelerdir bilmiyorum. Ben de bu anı, her zaman iç burukluğu ve yüreğimi acıtan bir şey.

Aynı olayla yıllar sonra İstanbul Bahçelievler İlkokulunda okul aile birliği başkanı olduğum zaman karşılaştım. Bahçelievler Yetiştirme Yurdunun öğrencilerinden bir kısmı da bu okula geliyordu. Birçok öğretmen yurt öğrencilerini sınıflarında istemiyorlardı. Okul müdürü ve yurt müdürü sorunlar yaşıyordu bu konuda. Ama bir öğretmen vardı ki, ismini şimdi anımsayamıyorum, resmi mutlaka resimlerimin arasında vardır, o gönüllü isterdi yurt öğrencilerini. Sık sık sınıfına davet eder onların başarılarına ortak ederdi beni.

Ona buradan gönüller dolusu sevgi…

Şimdi gökyüzünden bize bakan “Yüreğinden eksik olmayan sevgisi ile çocuklarının Müdür Babası olan enişteme” bakıyorum: “Mahcubuz, bizi affedebilecek misiniz? ” diye soramıyorum. Albümlerde kalan bir fotoğraftan her zaman ki gibi yüzündeki ve gözlerindeki ışığınla bizim yolumuzu aydınlatıyorsun

Siz Sayın Çubukçu başka söyleyecek bir sözünüz var mı? Vicdanlarda ve kalplerde aklanabilmeniz için?

 
Toplam blog
: 222
: 1359
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Matematik öğretmeniyim. Liselerde okutulan MEB Talim Terbiye Kurulundan onaylı matematik ders kit..