Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '10

 
Kategori
Anılar
 

O daha küçük bir çocuktu

O daha küçük bir çocuktu
 

Kar ve yağmur. Bazen rüzgâr’ın sesine eşlik eder. Bazen derin ve sessizdir. Akıp gider özgürlük türküsü mırıldanarak güneşe doğru.

Karın yağmasını severim… Kar aydınlıktır… Geceleri karanlığı aydınlatır… Ay ışığına inat…

Soğuğun ürkütücü gücü ve aylar sürecek bir beyaz örtü… Rüzgâr’ın gün boyu kayaların tepesinde uğuldaması… Korkunç bir havada gri bulutların kâbus gibi etrafta dolanması… Yollar kapanır… Dozerler yollarda… Yolları seyreden aç kurt sürülerinin ulumaları duyulur belli belirsiz… Tilki’nin bakır döktüğü topraklardır buraları. Kozmik gökyüzünün altında yağan karla birlikte, gece kâbus gibi üstlerine çöker tekmil canlının… Kimi zaman tipi göz açtırmaz… Yoğun bulut kümesinde araziyi tanımlamakta zorluk çekersiniz… Uçsuz bucaksız beyazlığın içinde kaybolursunuz…

Yıllar öncesi öğrencilerimi hatırlıyorum şu günlerde. Karın diz boyu olduğu yıllardı. Kars’ın beyaz gelinliğine bürünmüş şirin bir köyünde. Rüzgârın ve karın daha da zorlaştırdığı yaşam koşulları ile mücadele eden yöre insanının olağanüstü yaşam mücadelesine tanık olmuştum.

Okullar açılalı fazla olmamıştı. Durmak bilmeyen rüzgâr kış kokuyordu. Ağılların önlerindeki yalaklarda ki suyun üzeri ve bulaklar birkaç santim kalınlığında buzla kaplandı önceleri. Buz tabakası gittikçe kalınlaştı. Gün boyu bana mısın demedi, direttikçe diretti erimemek için. Evlere ve düz damlı, kırık sandalyeli, içinde tezeklerin etrafı ısıttığı sac sobanın etrafında hararetle memleket meselelerinin tartışıldığı kahvehanelere sığınmanın zamanı gelmişti artık.

Akşamları geç saatlere kadar kahvehanelere sığınırdık soğuktan korunmak için. Hoş yakacak tezek bulmakta sorundu ya o yıllarda. Kahvecilerin yüzü gülerdi soğuk günlerde. Tavşankanı çay servisi yapılırdı istemesen de. Bazen okey oynar, bazen sohbete dalardık. Ellerimiz paltolarımızın cebinde, bıyıklarımız ve kirpiklerimiz nefesimizin etkisi ile buz tutardı evlere giderken. Amansız bir kış başlamıştı…

Öğrencilerimi hatırlıyorum demiştim. Görevli olduğumuz okula çevre köylerin Ortaokul’da okuyan çocukları da geliyordu. Havaların yağışsız ve ılık olduğu zamanlarda, grup oluşturan çocuklar güle oynaya sabah erkenden gelirlerdi okula. Yağışlı havalarda ise daha bir zorlanırdı çocuklar. Sobalarda ki odun ve tezekler ateşlenmeden, sobaların etrafında toplanırlardı. Sobanın yanması ile yüzleri gülerdi. Öğretmenleri görünce sobanın etrafında uzaklaşırlardı. Öğretmenler o nedenle ders başlamadan girmezlerdi sınıfa.

Okumak ve yaşamlarında “baltaya sap olmak” düşüncesi düşlerini süslerdi. Kara gözleri parıldardı sevecenlikle. Şimdi onların çoğu memleketlerinden çok uzaktalar. Her biri bir meslek sahibi olmuşlar. Yaşadıklarını unutmadan çocuklarını büyütmenin telaşındalar. Zaman zaman selamlaştığımız çok olmuştur. Hala “öğretmenim” demeleri yüreğimi ısıtıyor. Ne onlar beni ne de ben onları unutabilir miyim?

Öğrencilerimin her biri bir çiçekti benim için. Küçük ve çelimsiz olanlar daha bir ilgiye muhtaçtılar. Kar bir yana, yağmurlu havalarda sabah iliklerine kadar ıslanarak okula gelirlerdi. Islanmış ceketlerini üşümemeleri için çıkarttırırdık. Sobanın etrafına kuruması için bırakır derse dalardık çoğu zaman.

İçlerinden Hasan’ı hatırlıyorum. Çelimsiz ve ürkekti. Fakir bir ailenin umut bağladığı tek çocukları idi. Çıldır Gölü’nün kıyısında gölü takip ederek gelirdi arkadaşları ile. Kimi zaman yolu kısaltmak için buz tutan gölde kestirmeden okulun yolunu tutarlardı.

Hasan kendi iç dünyasında suskun, güzel gözlü, güleç, kumral, çalışkan, ince yapılı biriydi. Temiz ama yıkana yıkana solmuş giysilerini fark etmezdiniz…

Salı günüydü. Yağmur yağıyordu. O gün geç geldi öğrencilerimiz. Anlatın dedik.

Anlattıklarına göre sabah erkenden yola çıkmışlardı. Ayazdan korunmak için birbirlerine sokularak yürüyorlardı. Hasan rüzgârın etkisinden olacak arkalarda kalmıştı. Arkadaşlarına yetişmek için adımlarını hızlandırdığı oluyordu. Ama çok geçmedi tipi başladı. Yağan kar fırtınaya dönüşmüştü. Etraf acımasız doğa koşullarının hâkimiyeti altında idi.

Bir süre sonra Hasan’ın yanlarında olmadığını fark ettiler. Okula da iyice yaklaşmışlardı. Dönüp Hasan’ı aramakta ikirciklendiler önceleri. Sonra birbirlerinin yüzüne baktılar sessizce. Çantaları ellerinde geldikleri yöne döndüler. Bir süre sonra Hasan’ın beyaz örtü içinde yığılıp kaldığı yere ulaştılar. Hasan elinde sıkı sıkıya tuttuğu çantası ile kalakalmıştı öylece. Geç kalsalar donmuş bir Hasan’la karşılaşabilirlerdi kuşkusuz. Düşünmeden Hasan’ı kucakladılar. Hasan ise çantasını bırakmıyordu. Yarı baygın haldeydi. Güç bela götürdüler köylerine. Ne var ki hem Hasan hem de kendileri soğuktan ve tipiden oldukça etkilenmişlerdi. Gözleri yaşararak anlattılar çektikleri zorluğu…

Fakirlik bir yandan; kar ve tipi diğer yandan günlerce dinmedi… Günlerce okula gelmedi Hasan… Sorduğumuzda hep “hasta yatıyor” cevabını almıştık arkadaşlarından… Durmadan öksürüyor dediler Hasan için… Anlamıştık zatürre olduğunu…

13-14 yaşlarında bir genç çocuk… Kaderine terk edilmiş topraklarda yaşam mücadelesi verdi günlerce… Yaralı değil sadece, ezik ve mazlum topraklarda tipinin dinmesini bekledi umutsuzca… Başları yere eğik, çaresizliğin “yüzlerinde şark çıbanı kadar derin izler bıraktığı” insanlar… Ve sonra sonsuzluğun son voltasının kahpece yakaladığı bir yaşam…

O gün mazlumlara mezar arayan toprakta kar ve tipi hiç dinmedi… Yaşam ateşini ölüm söndürdü… Ya bedenlerdeki yangını?

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..