Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

17 Mart '11

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Ödemeler dengesi

Sene 1966 veya 1967. Ben ODTU, Idari Bilimler de ögrenciyim; ya ikici ya da üçüncü sınıftayım. Ders "International Trade" yani Uluslararası Ticaret. Hocamız Kıbrıslı, adını tam hatırlayamıyorum ama ya ön isminde ya soyadında Cemal ve/veya Yıldırım olabilir, veya her ikisi de. Hoca her öğrenciye bir term paper ödevi verdi; küçük bir araştırma veya tez gibi. Biz konu bulmakta, seçmekte zorlanıyoruz, yani hem iyi not alalım sınıfı kazasız belasız geçmeyi garantiliyelim ama pek de zor bir konu olmasın. Neyse galiba hocanın da önerisiyle benim konum, "Son beş yılda Türkiyenin Ödemeler Dengesinin Incelenmesi" olarak belirlendi. Yani 1960-1965 yılları arasında ki beş yıl, ama tarihler birer yıl farklı da olabilir, yalan olmasın.

Ben kendi çapımda ufak bir araştırmaya girdim. O zamanlar daha "ödemeler dengesi" nedir, doğru dürüst bilmiyoruz. Mesela "balance of trade" ile "current balance" arasındaki farkı! Hoş bunu bugün üniversite mezunu bazı bankacılar bile karıştırıyorlar ya. Veya efendim "invisible items" nedir, balance of payments neden daima dengededir, "net error and omission" nedir vs vs. Bu arada bu "net error ve omission" lafı ilgimi çekmişti, iki sebepten. Birincisi türkçesi kulağa hoş geliyordu, belki Osmanlıcaya olan özel merakımdan "net hata ve nisyan"! Ikincisi koskoca devletin koskoca dış ödemeler dengesinde hata yaptığını hatta bazı şeyleri unuttuğunu itiraf etmesi o zamanlar bana tuhaf gelmişti. Sonradan öğrendim ki koskoca Türkiyenin değil koskoca Amerikanın dış ödemeler dengesinde bile böyle bir satır vardı.

Neyse bu konuyla ilgili değişik kitaplardan bazı şeyler okumanın yanında, birisi belkide hocam bana o zamanlar Maliye Bakanlığına bağlı bir birim olan Hazine Müdürlüğüne gidip orada ki kişilerle görüşmemi öğütlemişti. Gittim, beklediğimden fazla ilgi gösterdiler, bilgi ve döküman verdiler, galiba ismi Osman olan bir Bey vardı. ODTÜ de okuyan, bu konuda hemen hiçbir şey bilmeyen ama iyi bir okulda bişeyler öğrenmeye çalışan bir tıfıla yardımcı olmak istediler galiba.

Uzatmayalım, ben "term paper"ı yazdım bitirdim, geçer not da aldım, galiba 20 sayfa kadar tutmuştu, tabi o konuda biraz bişeyler de öğrendim. Ama şimdi size o term paper'dan aklımda kalan en çarpıcı şeyi yazacağım. Efendim, beş yıl boyunca Türkiyenin ihracat hep yılda 2-3milyar dolar civarında, ithalatı da hep 5 milyar dolar civarında. Yani her sene 2-3 milyar dolar dış ticaret açığı veriyor Türkiye. Ihtimal ki o beş yıllık dönemden önceki bir çok sene de olduğu gibi o beş yıllık dönemi takip eden bir çok yılda da durum buna yakındı.

Türkiye o zamanlar devamlı dış ticaret açığı ve cari açık veriyor, daha önemlisi ihracatı bir türlü 2-3 milyar doları aşamıyordu. Ihracatın %75i beş kalemden oluşuyordu. Bunlar, pamuk, üzüm, fındık, incir ve tütünden oluşuyordu. Az bir miktar sanayi ürünü ihracatı vardı ama mesela zeytinyağı da sanayi ürünleri arasında sayılıyordu. Bu durum Türkiyenin kalkınmasının önünde önemli bir kısırdöngü olarak görülüyordu. Hani derler ya "rüyamda görsem inanmam veya hayra yormam" diye. Gerçekten de o zamanlar profesörler takımı da dahil kimse ihracatın 2-3 milyar sınırını aşabileceğine inanmıyordu. Hatta bu durum bütün gelişmemiş ülkelerin kötü bir kaderi gibi mütala ediliyordu.

Yine başka bir dersimizde "economic development" diye bir bahis okuyorduk. Orada mesela "take off" teorisi, yok efendim "treshhold of development" gibi teoriler vardı. Bu teorilerin ana felsefesi kalkınmak için uçağın kalkış anında ihtiyaç duyduğu gibi normalin çok üstünde bir itici güce ihtiyaç olduğu veya yüksek bir eşiği atlamak gerektiği bunun içinde normalin çok üstünde bir güçle zıplamak gerektiği bunun ise gelişmemişliğin tabii bir sonucu olarak çok zor olacağı söyleniyordu. Yani diğer bir ifadeyle geri kalmışlığın, altedilmesi çok zor bir kısır döngü olduğu vurgulanıyordu.

Ezcümle o zamanlar hem teorik açıdan hem pratik sebeplerle Türkiyede ihracatın 2-3 milyar dolar seviyelerini aşıp 5-10 milyar seviyelerine çıkabileceğine kimse inanmıyordu. Peki nasıl olduda Türkiyenin ihracatı 5- 10 milyar dolar seviyelerine sonra 20-30 milyarlara, şimdilerde de 70-80 milyar dolar seviyelerine çıktı. Benim için bu bir mucizedir.

Peki bu mucize ne zaman ve nasıl gerçekleşti. Bu mucize nasıl gerçekleşti bilimsel olarak bilmiyorum ama ben kendi yorumumu yazacağım ve siz bana çok kızacaksınız, bu adam saçmalıyor diyeceksiniz. Kim bilir belki de haklısınız. Bu mucize ne zaman gerçekleşti biliyormusunuz. Hani bir zamanlar bir hayali ihracat furyası çıkmıştı. Insanlar mobilya diye kereste ihraç ediyor ve devletten teşvik olarak vergi iadesi alıyorlardı. Işte ondan sonra ihracat birden bire patladı. Iktisat profesörleri uzun yıllar artan ihracat rakamlarına inanmadılar, iki ana görüşleri vardı. Birincisi efendim adamlar kereste gönderip mobilya diye mobilya fiyatından vergi iadesi alıyorlar ve dışardan aslında kendi paralarını getiriyorlar diyorlardı; ikincisi de aynı malı defalarca yurtdışına çıkarıp tekrar getirip tekrar çıkarıyorlar, aynı mal durmadan gidip gidip geliyor ve bu arada devleti soyuyorlar diyorlardı.

Belki de söyledikleri doğruydu.Devletin soyulduğu da hiç şüphesiz doğruydu. Ama bu arada hem bir takım tedbirler alındı hem de ihracat gerçekten o kadar karlı ve cazip hale geldiki birçok kişi gerçekten ihracata soyundu. Ve tuhaftır ihracat gerçekten artmaya başladı.

Yani sevgili okuyucular, hani bir laf vardır, "herşeyde bir hayır vardır diye". Onun aslı şöyle imiş, "her şerde bir hayır vardır", yani her kötü şeyde bir hayır vardır manasına. Işte size ters gelsede, hayali ihracat da Türkiyenin ihracatta 2-3 milyar doları aşamadığı o kısır döngüyü böylece kırdı bence. Tabi benimkisi sadece bir teori veya iddaa.
 

 
Toplam blog
: 326
: 941
Kayıt tarihi
: 10.03.11
 
 

Okullar: TED Ankara Koleji, ODTÜ, Bogaziçi Üniversitesi (Master) İş Hayatı: Philips, Anadolu Endü..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara