Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ağustos '17

 
Kategori
Deneme
 

Öğle Yemeğinden Sonra On Saniye

Yazan:Uçar Demirkan

E-Beşinci Bölüm: Görme duyusu

Ahmet, pencerenin önünden bir kelebeğin uçup gittiğini gördü. Nasıl görüyorum acaba? diye düşündü.

Görme, belirli bir dalga boyundaki elektromanyetik ışınların(görülebilir olanlar)verdiği uyarıların algılanmasını sağlayan duyudur.

Görme, tıpkı bir fotoğraf makinesi gibi çalışan gözlerimize varlıklardan gelen ışınların, önce saydam tabaka(kornea) ve mercek(lens)tarafından kırılarak, gözün arkasında yer alan retina tabakasına odaklanmasıdır. Sonra, burada oluşan(ters)görüntü,görme sinirlerince beyne taşınır ve görme merkezinde düz bir görüntü oluşur.

Gözler, bir fotoğraf makinesi tekniği ile çalışırlar. Ancak, bir fotoğraf makinesinin yapamayacağı birçok işlemi de yaparlar. Göz, görme işini doğrudan yapan bir organdır. Bu nedenle, gözün koruyucu yapıları vardır. Bunlar; kaşlar, kirpikler, göz kapakları, gözyaşı bezleri ve göz kaslarıdır.

Nasıl gördüğümüze dair açık düşünceler oluşmamıştır. Görmeyi açıklamada görsel ruhbilim(sinema fikrine dayanır), görsel fizyoloji(göz-beyin ilişkisini anlatır) ve hücre biyolojisi(nöronları çözümlemeğe çalışır) bilim alanları vardır.

Görme, yalnızca ışınların algılanması değildir. Orada ne var, ne deviniyor, bunların anlamı nedir? Bu konuları çözümlemek için göz ve beyin ortaklaşa çalışırlar.

Görmenin ayrıntılı incelemelerinde bazı gerçeklerle karşılaşılmıştır.

Görme sistemi, bizi aldatabilir. Görmek istediklerimizi görürüz. Bir vazo resminin iki yanında iki ayrı adamın resmi de varsa isteneni görürüz.

Görsel bilgilerde belirsizlikler olabilir. Bir trafik kazasına tanıklık eden onlarca kişi, onlarca değişik olay anlatabilir.

Görme, bitiştirici bir süreçtir. Beyin, görüntüyü kaydetmekle kalmaz, onu yorumlar.

Beyin, kör noktayı doldurmaya çalışır. Kör nokta, gözdeki görme sinirleri bölgesid ir. Ayrıca, trafikte sürücünün sol arkasında da bir kör nokta bulunmaktadır.

Görme olgusu, varlıkların ve evrenin ve olayların bir simgesel yorumudur.

Görmede; biçim, renk, devinim, boyut, derinlik, uzaklık ayrı ayrı algılanır. Gözü, fotoğraf makinesinden ayıran özellikleri bunlardır

Varlıklardan yansıyan ya da çıkan ışınlar olmazsa, görme olayı gerçekleşmez. Görme olayının olması için, bu ışınların göze ulaşması gerekir. O nedenle, uzaydaki birçok varlığı görememekteyiz. Gerçekte varlıkları, beynimizle görürüz.

Görme, göze ulaşan fotonların(ışığın)algılanması ve çözümlenmesidir. Gözler, beynin uzantısı gibi çalışmaktadırlar.

Gerçekte tüm duyular, beynin uzantısı olarak çalışmaktadır. Dolayısıyla, kişioğlunun bedeni, nöronlardan oluşan bir plazmanın biçimlendirdiği uzay varlıklarıdır. Tıpkı, kuark plazmalarının yoğunlaşarak uzay varlıklarını oluşturması gibi, nöronlar da uzantılarında yoğunlaşarak kişioğlu bedeni dediğimiz uzayı varlıklarla(organlarla) doldurmuş gibi olmaktadır. Tüm duyu organlarımız ve diğer organlar(yürek hariç) sinir sistemi ile beyne bağlanmış durumdadır.

Bir tek yüreğimizde sinir sistemi yoktur. Yüreğin kasları, bedenimizdeki tek iradi olmayan kaslardır. Yüreğimiz ana karnında beyinden emir almadan çalışmaya başlamakta ve tüm yaşamımız boyunca beyinden emir almadan çalışmasını sürdürmektedir. Bu durum da ilginç bir olgudur. Belki de, beyin yoluyla yüreğe emir vermek, egemen olmak olanaklıdır. Çünkü, bazı Hint fakirlerinin(yogilerin)yüreklerini belirli sürelerde durdurup yeniden çalıştırdıklarına dair söylenceler bulunmaktadır.

Görme türleri şunlardır: Normal görme-flu(sisli)görme

Normal(gözle) görme-gözlük ya da lensle görme

Normal görme-şaşı görme

Ultraviyole ve görülebilir ışınlar, kızılötesi ışınlar; x ve y ışınları, gamma ışınları, mikrodalga ve radyo dalgaları elektromanyetik spektrumu(gökkuşağını) oluşturur. Görülebilir ışığın dalga boyu, gözdeki görme hücrelerini(rod ve cone hücreleri) etkileyecek boyuttadır.

Görülebilir ışınların madde ile etkileşimi, x ışınlarından ayrıktır. Görülebilir ışınlar 700 nanometre-400 nanometre(milyarda bir) aralığındadır. Bazı kişiler; 740-380dalga boyundaki ışınları da görebilmektedirler.

Keşke, gözlerimizin yapısı, evrende varolan tüm ışınları algılayabilecek bir yapıda olsaydı. O zaman, çok daha değişik ve çok daha devingen bir evreni görüyor ve izliyor olacaktık. Ne yazık ki bu yeteneğimiz yoktur. Güneşe açık gözle çok kısa bir süre baktığımızda bile güneş ışınları nedeniyle geçici körlük yaşamaktayız. Oysa, güneşteki patlamaları çıplak gözle izlemek ne denli güzel ve yararlı  olurdu.

Gözün görme işlevini; göz merceği, gözdeki reseptörler(ışığı alıcı hücreler) ve ışığı elektrik impulslarına(darbelerine)dönüştüren  ve beyne ulaştıran sinir hücreleri ve görme sinirleri yerine getirir.

Gözler; üç tabakadan oluşur. Sert tabaka-damar tabaka-ağ tabaka.

Sert tabaka, beyaz olup gözün ön ve ortasında saydamlaşarak saydam tabakayı(kornea) oluşturur. Bu tabaka, ışığı kırarak göz bebeğine taşır.

Damar tabaka, gözdeki kan damarlarından oluşur ve  gözün önünde düzleşir  ve irisi oluşturur. İris, gözün renkli kesimidir. İriste göz rengi pigmentleri bulunur ve göze rengini verir.

İrisin ortasında göz bebeği vardır. Işık, buradan göze girer. Göz bebeği, göze gelen ışığın şiddetine göre daralır ya da genişler.

Göz merceği, irisin arkasında yer alır. Ağ tabaka ile göz merceği arasındaki(gözün arka odası denilir) boşluk berrak, jelatinimsi bir madde ile doludur.

Ağ tabaka(retina) gözün en gerideki ve derindeki  tabakadır. Işığı alan reseptör(alıcı)hücreleri ile bunları elektrik darbelerine dönüştüren sinir hücreleri ile döşenmiştir.

Alıcı hücreler koni ve çomak olmak üzere iki tiptir. Koniler, renkleri görürler. Çomak hücreler varlığın biçimini, konumunu algılar.

Retina, duyusal ve pigment epitelinden oluşur. Duyusal retina çok katlı bir yapıya sahiptir ve ışık enerjisini sinirsel uyarıya dönüştürür.

Retinada fotoreseptörler(ışık algılayıcıları), bipolar hücreler(ışığı iletir), ganglion hücreleri(ışığı beyin sinirlerine aktarır), Müller hücreleri(destek hücreleri) vardır. Fotoreseptörler koni hücreler(cone) ve çubuk hücrelerden(rod) oluşur.

Görme olgusu; en karmaşık duyudur. Ayni anda ışık, renk, yer, boyut, devinim algılanmaktadır. Bu olgu sırasında gözlerdeki mercekler, dış görüntüyü ağ tabakaya aktarır. Bu nedenle, gözler üzerinde çok çalışmalar ve deneyler yapılmıştır. En iyi tanınan  organımız,gözlerimizdir denilebilir.

Ağ tabakada, fotonlara-ışık foton akımıdır-tepki veren milyarlarca bağımsız ışık duyargası vardır. Bu ışık duyargaları,ışınları sinirler aracılığıyla beyne taşır, varlıktan çıkan ışınların ortaya koyduğu varlık biçimi  ve varlığın diğer özellikleri beyince  algılanır.

Gözlerde, üç tür koni biçimli görme hücresi vardır. Bunlar, kısa, orta ya da uzun dalga boylarını algılar. Ya da mavi, yeşil, kırmızı renkleri algılayan koni hücreler vardır. Erkeklerin küçük bir yüzdesinde “kırmızı”konileri yoktur. Renk körüdürler.

Ara renkler de bu koniler aracılığıyla(birlikte çalışmaları ile) algılanmaktadır. Ara renklerin algılanması işlevinin gerçek bir mucize olduğu anlaşılmaktadır.

Her duyuda olduğu gibi, görmede de dikkat çok önemlidir. Dikkat, bir projektör gibi çalışır. Dikkatle bakılan varlıklar, daha iyi görülür.

Gözler; 4000-7000 Ao arasındaki dalga boyundaki ışınlarla uyarılır.

Kornea ve göz merceğinden geçen eksenin retinayı kestiği yerde bir çukur bulunmaktadır. Buna, sarı leke denilmektedir.

Göz merceği, mercek bağları ile kirpiksi cisim denilen kesime bağlıdır. Bunların yardımıyla göz merceğinin yuvarlaklığı(odak noktası)değiştirilir. Buna, göz uyumu denilir.

Gözdeki ön oda sıvısı, iris ile kornea arasındaki boşluğu doldurur. Işığın kırılmasında rol alır. Arka oda, göz merceği ile iris arasındaki boşluktur. Mercekle ağ tabaka arası, camsı cisim denilen bir sıvı ile doludur.

Gözdeki alıcılar duyu sinirlerine bağlıdır. Bu duyu sinirleri gözlerin arkasında birleşip(optik sinir)i oluşturur. Göz sinirlerinin göz yuvarlaklarından çıktıkları yerde,alıcı hücreler bulunmaz. Buraya, kör nokta denilmektedir.

Görme olayı şöyle gerçekleşmektedir:

Varlıklardan gelen ışınlar, saydam tabakadan kırılarak geçtikten sonra göz bebeğinden de geçerler ve merceğe ulaşırlar.

Mercekte ışınlar bir kez daha kırılır ve camsı cisimden geçerek retina üzerinde(fotoğraf makinesinde olduğu gib)ters görüntü oluşturur. Gelen ışınlar, koni ve çomak biçimindeki alıcı hücreleri uyarırlar. Bunlar da, görme sinirlerinde elektro kimyasal taşımayı(elektrik darbelerini)başlatır. İmpulslar, duyu sinirleri ve optik sinir tarafından beyne ulaştırılır.

Beyindeki görme merkezinde gelen darbeler değerlendirilir. Varlık düz, net ve renkli olarak algılanır.

Elektrikel darbeler beyne varlığın tümü, biçimi, rengi, uzaklığı,d evinimi, ortamı hakkında tüm bilgileri taşırlar. Bu işlem, saniyenin onda biri kadar bir sürede gerçekleşir ve tamamlanır.

Beyin, ağ tabakaya ters düşmüş olan görüntüyü düzeltir.

Beyin, iki gözden gelen görüntüleri(bunlar biribirinden farklıdır-aynı varlığa bir sağ bir de sol gözle bakarak bu farkı deneyebiliriz)birleştirir. Burada akla neden iki gözümüz var sorusu takılmaktadır. Belki de kafatasımızın arka yanında ya da şakaklarımızda da ikiden fazla gözlerimiz olsaydı daha çok varlığı aynı anda görebilirdik. O zaman, beynin de bu tür birden çok  görüntüyü algılayıp yorumlayacak yeni bir organizasyonunun olması gerekecekti. Hiç şüphe yok ki, altı gözü olan bir kişioğlu doğada yaşamada çok daha fazla üstünlükler yakalayabilecektir.

Görme sinyalleri ilk olarak beynin arka kabuğundaki görme alanına ulaşır. Bu merkezin 2,2 mm kadar kalınlığı ve birkaç santimetre alanı vardır. Altı tabaka halinde, yüz milyon kadar nöron (beyin hücresi) içermektedir. İlk algı, dördüncü tabakada oluşur. Bu görme  merkezi, uzayda kuarkların kuark adacıkları oluşturması gibi beyinde de (nöron adacıkları) nın bulunduğunun bir belirtisidir.

Tüm duyular gibi, görme duyusu da nöronlarca kimyasal olarak gerçekleştirilmektedir. Bu görme olayının tinle(ruhla) bir ilgisi yoktur.

Beyin, yalnızca nerede ne ışık şiddeti olduğunu gösteren sinir hücreleri takımıyla yetinmez. Işıkları simgesel tanımlamalara da tabi tutar. Gerçekte gözler, evrenin simgesel yorumunu görürler. Beyin, ışınları simgeleyip görüntüyü oluştururken tin yoktur. Deneyimlerimiz ve genlerimizdeki bilgiler vardır. Görmede en önemli işlem, beynin biçimi zeminden (ortamdan)ayırmasıdır. Zaten beyin biçim, devinim, renk,b oyut gibi öğeleri ayrı ayrı algılamaktadır.

Beyindeki bazı öğeler, ince ayrıntılara bazıları daha kaba, bazıları ise iyice kaba ayrıntılara tepki göstermektedir. Varlıkların üç boyutlu görülebilmesi için, varlığın olduğu ortamın tamamının üç boyutlu görülmesi gerekir. Ayrıca, derinliğin de algılanması gerekir. Hareketlerde dikkat işin içine girmekte ve beyindeki uzun erişimli sistem, bunları kaydetmektedir. Dikkat ve dikkatin yönlendirilmesi, görme olayında değişikliklere yol açmaktadır.

Beyindeki görme merkezi, oksipital lobdadır. Kendini görememektedir. Ana görme merkezi ve yorum merkezinden oluşmaktadır.

Beyinde 30 adet görme merkezi tanımlanmıştır. Beynin yüzde 60-65 kadarı görme yolları ve görme ile ilgili yüksek merkezlere ayrılmıştır.

Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, biyologlar en çok beynin görme işlevi üzerinde yoğunlaşmışlardır. Diğer duyuların beyince nasıl algılandığına dair bilgilere ulaşılmamışken, görme duyusunun beyindeki durumu hakkında oldukça yol alınmıştır. Yine de görme olayı ile ilgili tam ve açık seçik bir görüşe ulaşılamamıştır.

Çünkü gözler, kişioğlunun dış evrene açılan kapılarıdır. Gözleriyle teleskoplar yardımıyla makro kozmosu, mikroskoplar yardımıyla mikro kozmosu incelemek;b unlara ait hesapları yapmak ve denetlemek olanağını bulmaktadır. O nedenle,gözlerin (beynin bir tür uzantısı)olduğu ileri sürülmektedir.

Beyindeki görme kortikal bölgesinde  ortaya çıkan bozukluklar, görme bozukluklarına yol açmaktadır. Keza, beyin hasarları sonucu da bazı görme bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Beyin hasarları sonunda; yarım görme(yarıyı ihmal), renkleri görememe(renk seçememezliği),Y üz tanımamazlığı(oğlunun yüzünü tanımama),devinimleri bozuk görme, derinlik algısını yitirme gibi olgular  ortaya çıkabilmektedir.

Ayrıca, gözlerden kaynaklanan görme hastalıkları vardır.

Miyopluk: Gözün çapının uzun olması sonucu, görüntü sarıbenek üstüne değil önüne düşer. Uzağı seçemezler. Gözlükle, lensle ya da operasyonla düzeltilmektedir.

Hipermetropluk: Gözlerin çapı kısadır. Işınlar, sarıbeneğin arkasına düşer. Yakını iyi göremezler. Gözlükle, lensle, operasyonla düzeltilir.

Astiğmatizm: Kornea ya da göz merceğindeki kavislenmeden dolayı, varlıklar bulanık görülür. Gözlükle , lensle, operasyonla düzeltilir.

Operasyonlar genelde lazer ışınları ile yapılmaktadır.

Presbitlik: Göz merceği esnekliğini yitirmiştir. Yakın iyi görülmez. Gözlükle düzeltilir.

Körlük: Hiçbir ışını görememedir. Doğuştan ya da sonradan olabilmektedir.

Diğer görme hastalıkları: Arpacık- blefant(göz kapağı iltihabı)-Göz kanalı hastalıkları-diyabetik retinapati-patlak göz hastalığı-episklerit(skleranın dış tabakasının yangısı)-glokom(göz tansiyonu)-konjoktivit-göz tembelliği-göz tümörleri-göz yaralanmaları-katarakt-keratokonus(korneanın incelmesi)-kolokom(doğuştan gelen göz yarıkları)-kornea hastalıkları-orbiter hastalığı(korneanın örtülmesi)-renk körlüğü-ağ tabaka ayrılması,sklenet(göz akı iltihabı)-şaşılık,iris iltihabı,gece körlüğü(A vitamini eksikliği).

Dalay Lamaların alınlarının ortasında bir üçüncü gözlerinin olduğu; bununla çok uzaklardaki ya da duvar gibi engellerin gerisindeki varlıkları da görebildiklerine dair söylenceler vardır. Belki de, altıncı duyu dediğimiz yetenektir bu söylencede belirtilenler.

 

 

 

 
Toplam blog
: 142
: 578
Kayıt tarihi
: 04.09.13
 
 

1940 yılında İzmir'de doğdum İzmir Atatürk Lisesi'ni bitirdim 1961 yılında Mülkiye(Siyasa..