Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '06

 
Kategori
Eğitim
 

Öğretmen mi, eğitmen mi?

Öğretmen mi, eğitmen mi?
 

Üniversiteyi bitirmiş, ardından katıldığım öğretmenlik formasyonu programını da tamamlayarak memleketime dönmüştüm. Artık hem bir üniversite mezunu, hem de bir öğretmen adayıydım. Vakit kaybetmeden her üniversite mezunu gibi ben de iş aramaya koyulmuştum.

Bu süreç içinde bir gün mezun olduğum liseye öğretmenlerimi ziyarete gittim. İşte o gün okul müdürümüz bir teklifte bulundu. Başlayacak eğitim öğretim döneminde, sözleşmeli olarak öğretmenlik yapacaktım. Elbet bunun karşılığında bana ödenecek ücret çok düşüktü. Ancak okula çok yakın bir yerde bulunan özel bir yurdun da yöneticiliği teklif edilince kabul ettim. Bir dönem beni okutan öğretmenlerimle meslektaş olmuştum. Garip ama muhteşem bir duyguydu.

Sabahtan akşama kadar hem özel yurtta, hem de parasız yatılı da kalan öğrencilerle ilgileniyor; hem de tüm gün derslere giriyordum. Oldukça zor ve sorumluluk açısından ağır bir görevdi. Akşamları da okulda düzenlenen ders çalışma programlarının organize edilmesinden yürütülmesine kadar birçok ek görevim vardı. Öğrencilere alınacak yemeklik malzemenin seçimine bile kendim gidiyordum.

İşte bu göreve başladığım ilk günün sabahı aldığım bir nasihati anlatmak istiyorum. Beni de mezun eden tecrübeli öğretmenim, ilk günümde bana şöyle dedi:

-“Eğer bu okulda sözünün dinlenmesini ve günlerinin huzurlu bir şekilde geçmesini istiyorsan; sabah herkes sıradayken, öğrencilerin en kabadayısını ve en serseri görünenini seç ve herkesin önünde bir güzel patakla!”

“Eti senin, kemiği benim!” mantığına dayalı bir aile yaklaşımı karşısında, öğrencilere karşı sergilen “et ve kemik” muamelesi oldukça düşündürücüydü! Benim nazarımda hâla benim öğretmenimdi ve ne derse doğruydu. Ama bu nasihati duyduktan sonra anladım ki o da köhne zihniyetlerin kırıntıları içinde derebeylik sistemi ile öğretmenlik yapıyordu. Biz ne öğretmenler görmüştük. Öğrencileri birbirine dövdüreninden tutun, tokat atmak için bahane arayanına kadar. Hatta ve hatta defterlerinin arasında kızılcık sopası taşıyanına kadar…

Elbet ben öğretmenimi dinlemedim. Tüm öğrencilerimi önce insan oldukları için çok sevdim. Her birinin derdi ile özel olarak ilgilendim. Gerekli gördüklerimin aileleri ile birebir görüştüm. Zaman ve emeğimi verdim. Çok geçmeden öğrenciler de beni sevdi. Hem de ne sevmek. Radyolardan adıma istenen şarkıları duydum. İki otobüsle okul gezisine gideceğimiz zaman öğrencilerimin, kimin otobüsüne bineceğimle ilgili tartışmalarını duydum. Bir sonraki eğitim döneminde okula ziyarete gittiğimde, beni gören öğrencilerin pencerelere üşüştüğünü gördüm. Öğrencileri eğitmenin yolunun, sevgiden geçtiğini gördüm…

Şunu biliyorum ki eğer sizler karşılıksız bir şekilde bir insanı severseniz, o insan da sizin bu sevginize kayıtsız kalamaz.

Öğretmenlerime sesleniyorum:

-“Öğretmenlik çok kutsal bir meslektir. Lütfen öğretmenlerim, öğrencilerinizi sevin. Sevin ki onlar da sizi sevsin. Eğitimin anahtarı bu kelime de saklı. Bu anahtar elinizde olmadıkça en fazla öğretmen olursunuz. Öğrettikleriniz de muhtemelen birkaç yıl sonra unutulur. Lütfen öğrencilerinizi sevin ve onlara da sevmeyi öğretin. Öğretin ki öğretmenlik kimliğinizin yanında, bir de eğitmenlik kimliğiniz olabilsin. Eğer sizin de bir kızılcık sopanız varsa, vakit kaybetmeden yakın!”

 
Toplam blog
: 66
: 5959
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Anadolu benim, ben de Anadolu'nun canıyım!   ..