Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

25 Şubat '07

 
Kategori
Eğitim
 

Öğretmene veda

Öğrenciliği sevdim mi? Bazen sevdim, bazen sevmedim. “ Bazen ” sözcüğünü kapatırsanız, “ sevdim ” veya “ sevmedim ” sözcükleri kalır ortada. Demek ki tüm anlam, “ bazen ” de yüklü.

Öğrencilik, öğretmenlerden ders almak değil mi? Hem de birçok öğretmenden. O halde insan, bazı öğretmenlerden ders almayı severken, bazılarından almayı sevmiyor. Sevmek veya sevmemek öğrencilerin elinde ya, sevmenin veya sevmemenin kaynağını değiştirmek yöneticilerin yetkisinde.

Öğrenciliği sevdim mi? Yüzde elliden fazla hayır. Buna rağmen, ömrümün yirmi yıldan fazlası öğrencilikle geçti. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, değil mi?

1985 eğitim yılının ikinci yarıyılında, okulun bitmesini, bazı yöneticilerle, bazı öğretmenler yüzünden isterken, arkadaşlardan ayrılmanın üzüntüsünü yaşamaya başladık. İşte bu üzüntü, birçok kişiye sabırla katlandırdı bizi. Okulun bitmesi demek, öğrenciliğin de bitmesi demekti. Öğrenciliğin bitmesiyle, sadece öğrencilerden değil, öğrencilik yaptığımız kişilerden de ayrılmayacak mıydık?

Öğrencilerden klasik yöntemlerle vedalaşıp ayrılmak kolaydı ama, ya öğrencilik yaptığımız kişilerden? Onlara da “Hoşça kalın!” demeliydik. Demeliydik ama, derken de bazı durumları ortaya koymalıydık.

01 Ekim 1984 günü öğleden sonra, esmer -tıpkı bizim güneyliler gibi- kısa saçlı, krem rengi takım elbiseli, orta yaşa yakın bir bayana öğrenci olduk. Sabah memlekete indiğim için, son sınıfta ilk öğretmenim bu bayan olmuştu. Tanışmayı, “usuldendir” diyerek yapmadı. Küçük kağıtlar dağıtarak, söylediklerimizi bir de bunlara yazdırdı. Toplayıp ne yaptığını bilemem ama bir şeyler yaptığı muhakkak.

Dinlencelerde, öğrencilerinizi özleyip de, ilk dersinizde onlarla buluştuğunuzda, kucaklayıp bağrınıza basmak istersiniz ya -ama serde erkeklik var deyip, basamazsınız hepsini bağrınıza- işte öyle davranışlar içindeydiniz. Ama biz, Siz’in öğrencileriniz değildik ki eskiden? Çelişki de bu ya, zaten. Herkese “sevgi ışınları” yayabilmekteydiniz, “kırk yıllık dost” gibi. Bir kez adımızı söylememizden sonra, ikincide ismimizle seslendiniz bizlere. Üstelik bir de sonuna, “bey” ya da “hanım” ekleyerek. Daha önce, adımızı hiç sormadan, adımızla çağıran öğretmenim olduğu için pek şaşırmadım doğrusu. Ama, sesinizdeki içtenlik, gözlerinizdeki ışıltı başka kimselerde yoktu.

Bize öğretmen beğendirmek çok güçtü. Sanki “olumlu” yönlerinden çok, “olumsuz” yönlerini arardık. Bulamadığımız ölçüde de, öğretmenleri kabullenirdik. İşte Siz, herkesin beğenmediği yönleri en az olan öğretmenimizdiniz. Bir de S. Ertürk’ün kalıplarından çıkabilseydiniz, sanırım eleştirebilecek yönünüzü bulamazdık.

Gündüz akşama kadar öğretmenlik, üstelik yüksek okulda, akşam doktora öğrenciliği. Eve gidene kadar saat -en az- 21.00 olur. Bundan sonra; yemek ye, dinlen, kendi derslerine çalış, ödev hazırla, öğrencilerin kağıtlarını oku, ödevleri incele, zaman kalırsa uyu. Yarın, tekrar aynı gündemle, tekrar devam et. Durum buyken, işini aksatma, derslerine zamanında gel-git. Ne erken, ne geç. Sınıfa girdiğin andan itibaren, güler yüz ve içtenlik.

Gözler altındaki halkalardan, gözlerdeki kızarıklıklardan, yüz hatlarından, vücut hareketlerinizden yorgun olduğunuz belli olmasına rağmen, bu davranışlar ruhunuza hiç yansımazdı. Bir sene öğrenciniz olduğum süre içinde her zaman bunları gözledim ve hep kendi kendime şu soruyu sordum: Bu öğretmen hiç mi sayrılanmaz, hiç mi sorunu olmaz, hiç mi bir şeye canı sıkılmaz? Belki de sıkılmıştır. Yoksa, bunca hoşgörüye, bunca yüksek morale sahip bir kişi, “Hocam, zil çaldı” diyen bir öğrenciye, “Bana sınıfın en terbiyesizi zilin çaldığını haber versin!” der miydi hiç.

İşadamlarımızdan biri, “Kişileri ödüllendirmenin en iyi yolu, onları manevi doyuma ulaştırmaktır” diyor. Gerekçesini de şöyle açıklıyor: Bir kişiye veya kişilere manevi doyum kazandırırken, başkalarına maddi doyum kazandırırsınız” diyerek. Daha açık bir deyimle, ruhsal doyumun temeline bile parayı yerleştiriyor.

Elton Mayo’nun deyimiyle, Sizin; “Mesleğinize ilişkin teknik, insanlara ilişkin toplumsal hünerleri olan” kişiliğiniz hakkında diğer arkadaşlarım da farklı düşünmüyorlardı. Ama, ya başkaları? İşte bu sorulara yanıt bulmak amacıyla karıştırdığım kitap, dergi ve gazete kesikleri, “öğretmenin ölçütleri”ni ortaya koyuyordu. Yaptığım iş, bu ölçütlerle Siz’in özelliklerinizi karşılaştırmak oldu. Eğitimciler buna “değerlendirme” diyorlar. Değerlendirme, Siz’den yana sonuçlanmıştı. Çünkü, ölçütlerin yanında, hep sağ kolu uzun V’ler yer almıştı. Yine eğitimciler, “Yapılan bir davranışın sonucu hakkında bireye bilgi verilmeli” diyorlar. Bu ilke, eğitimciler için de geçerli olsa gerek. Ne dersiniz?

Siz, bize öğretmen olmanın mutluluğunu yaşattınız. Acaba Siz’in de, bizim gibi öğretmenleriniz olabildi mi? Sanmam. Sizin gibi öğretmenler kolay yetişmiyor. Diğer eğitimciler, öğretmenler de kendilerini Siz’inle karşılaştırmalılar, değil mi? Ayrıca, “Öğretmenin Nitelikleri” konusunda öğrencilerine söylevler vereceklerine, “Gidin, birkaç saat Zeynep Öğretmenin öğrencisi olun” diyebilmeliler. Sahi bu olgunluğu gösterebilirler mi, acaba?

Sizin böyle övgü dolu sözlere ihtiyacınız yok. Çünkü, yeteri kadar bunları anlatan belgelere sahipsiniz. Ama biz öğrencilerin, Siz’e olan ihtiyacı çok. İleride, Türk Eğitim Tarihi üzerinde çalışacaklar, bu seçkin eğitimciye yer vermeyi unutmamalıdır.

O, -benim gibi- öğrenciliği sevmeyenlerin bile, ömürleri boyunca öğrenciliğini yapabilecekleri biri.


Öğretmenden, "Öğretmene Veda" Yazısına Yanıt:

Öğretmenler Gününde, bir öğretmene verilebilecek armağanın en değerlisi, en büyüğü, en güzeli bana layık görüldüğü için, şükran duygularımı, gönül dolusu sevgilerimle birlikte iletirken sağlıklı, mutlu ve başarılı bir gelecek diliyorum.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara