- Kategori
- Sosyoloji
Öğütme
Kurutulan buğday değirmende öğütülür ve un haline getirilir.
Çiftçi Temo’nun başarı yolundaki bu basamağını, günümüz koşullarına ve kendi ilerlememize ışık olması için nasıl tercüme edebiliriz?
İnsanoğlu kibrini, aç gözlülüğünü, gereksiz hırslarını, kinlerini, kabalıklarını kendi değirmeninde öğütmelidir. İki büyük taşın arasına alıp onları ezmelidir. Onları un ufak etmelidir. Nedir o iki büyük taş: Vicdan ve Akıl!
Değirmenin taşlarından biri sabit, diğeri onun üzerinde dönerek hareketlidir. Bizim kendi kabalıklarımızı öğüteceğimiz sabit taş vicdandır. O hiç değişmez, hareket etmez, zamana ve koşullara göre dönüşmez. O çekirdek değerlerimiz temelinde sabittir, mündemiçtir. Hareketli taş da akıldır. Akıl hareketlidir, koşullar değiştiğinde kendisini değişen koşullara uyarlar. Sabit kalamaz, hareketli olmak onun doğasında vardır. Kabalıklarımızı vicdan taşı üzerinde ezerken, gelişmelere, ilerlemelere, değişimlere bakar ve ona göre, günün koşullarına uygun olan ne ise o şekli alarak bizi şekillendirir.
Bu öğütme dersi gerekli midir? Tamam, buğday için kaçınılmaz şekilde gerekli de, insanın saydığımız kendi kabalıkları için illa da gerekli midir? Olmazsa ne olur?
Sen kendi kabalıklarını, kinlerini, kibirlerini ezmesen, hayat onları zaten ezecektir. Hiç beklemediğin zamanda, beklemediğin yerde, beklemediğin şekilde seni hazırlıksız olarak yakalayıp bu kaba yönlerini karşına çıkaracaktır. Sen hazırlıksız olduğun için bundan çokça incineceksin, üzüleceksin, fazlaca ezilip büzüleceksin ve belki de özgüvenini yitireceksin. Hâlbuki bu kadar ağır sonuçlara gerek kalmadan sen kendi kabalıklarını kendi değirmeninden geçirip öğütmelisin.
Ben bir kamu çalışanıyım. Multidisipliner bir sosyal bilimci olarak işim ve çevremle ilgili sıkça gözlem yaparım. Son zamanlarda çokça dikkatimi çeken bir husus, üst düzey yönetici olarak atandıktan bir süre sonra görevden alınan insanların durumlarıdır.
Bir süre Genel Müdür Yardımcısı, Daire Başkanı vb. bir görevde çalıştıktan sonra insanlar bir güç sarhoşluğuna kapılıyor. İlk başlarda olmasa da zaman içinde, geldiği konuma büyük ayrıcalıkları, yetenekleri, üstünlükleri ile geldiğine kendisini öyle kaptırıyor ki artık insanlara tepeden bakmaya başlıyor. Beraber çalıştığı iş arkadaşlarını, hatta eskiden samimi olduğu, aynı ofiste çalıştığı, sohbet ettiği ve kendisine emsal arkadaşlarını bile küçümsemeye başlıyor. Onlarla iletişimini sınırlıyor, hatta onların kendisine erişimlerini engelliyor. O eski dostluk bağlarını böylece koparıyor. Çünkü o artık üst tabakadandır. Nasıl alttakiler ile muhatap olsundu.
Gücünün büyüsüne kendisini böylesine kaptırmasının bir nedeni de çalışanların, alt düzeydekilerin kendisine, sanki gerçekten de kendisi ayrıcalıklıymış gibi davranmaları, her dediğine “emredersin efendim” şeklinde karşılık vermeleridir. Bu muamele ile bizimki nasıl kibirlenmesin?
Bir süre sonra daha torpilli biri gelir ve onun oturduğu koltuğa talip olur. Bizimkinin altından koltuğu çekiverirler. Geldiği yere geri gönderirler, bir farkla “eski …” unvanı ile. Eski genel müdür yardımcısı, eski daire başkanı, eski müdür vs. olmuştur artık.
Kibirli “eski” yöneticimiz sudan çıkmış balık gibi ortada kalır. Artık eskisi gibi o arkadaş çevresine giremez. Çünkü onlarla arasına mesafeyi kendisi koymuştur. Hatta personel yemekhanesine de giremez, çünkü bir süredir personelin giremediği bir salonda, kendisini üstün sandığı bir salonda yemekteydi ve oranın havasına kendisini hayli kaptırmıştı. Şimdi alt tabakanın arasına inince tüm gözlerin kendisine yöneldiğini görüyor ve kendisini burada “yukarıdan düşmüş”, “gözden düşmüş” hissediyor. Hatta “hadi bakalım müdür efendi, şimdi de kibirlen” fısıltılarını duyuyor.
Ezildikçe eziliyor, ezildikçe topluluktan kaçıyor. İzole oluyor. Yalnızlaşıyor ve bunalıma giriyor.
Artık eskisi gibi gidip bir işin ucundan da tutamıyor, çünkü o işler onun için artık alt işlerdir. Onları küçümsediği için, o noktadan tekrar devam edemiyor. Bu defa işsizlik onun yalnızlığını ve can sıkıntısını değersizlik duygusuna dönüştürüyor.
Tekrar o ihtişam günlerine geri dönebilmek için gidip daha çok taviz veriyor, daha çok birilerinin kuyruğuna yapışıyor ve umutsuzca çırpınıyor. Bu çabasıyla kendisini daha da küçültüyor ve değersizleştiriyor. Karşılık almayınca dönüp bunun için kendisiyle iç çatışmalara giriyor. Bunalıma giriyor. Eziliyor. İçi boş bir kabuğa, sürüklenen bir hayalete dönüşüyor.
Hayat kabalıkları öğütür.
Hayatın değirmeni, hiç beklemediğin zamanda yakalar ve un ufak eder. Hatta öyle ezer ki bir daha ayağa kalkman bile zor olabilir.
Hâlbuki kendi kabalıklarını kendisi ezerse insan, kendisi öğütürse, hayatın bu şekilde öğütmesine hazırlıksız yakalanmayacaktır.
Çiftçi Temo yıkadığı, temizlediği, ayıkladığı ürününü değirmene gönderir, un ufak öğütür. Böylece lezzetli ekmeklere erişme yolunda ilerler. Diğer türlü o yiyecekler yenmez!
dr.nua Çiftçinin Bilgece Stratejisi kitabından