- Kategori
- Güncel
Okyanus ötesi
OKYANUS ÖTESİ
Ben Türkiye’de siyasetin merkezi olarak Ankara’yı bilirdim. Siyasi mesajların Ankara’dan iletildiğini ve mesajların Ankara’dan beklendiğini sanırdım. Yanılmışım. Türkiye siyasetinin merkezi de ekseni de “okyanus ötesine” kaymış. Her olayda Pensilvanya’ya, “okyanus ötesine” mesaj gönderilme adeti bunu doğruluyor.
Örneğin, Baykal istifa eder, “Pensilvanya’ya mesaj gönderir. Kılıçdaroğlu, “hayır deyin, okyanus ötesi duysun” der. Bahçeli, okyanus ötesine “ölüleri çağıracağına gel sen oy kullan” der. Başbakan referandumun teşekkür konuşmasında “okyanus ötesine ”şükranlarını sunar. Yani referandumda seçimlerde bir “okyanus ötesi”dir gidiyor.
Okyanus ötesinden Fethullah Gülen’e ve Nur cemaatine mesaj yollandığı sır değil. Mesajlardan cemaat yetkililerin memnuniyeti de saklanmıyor. Tek şikayet konusu Gülen’e “Hocaefendi” diyen dillerin “Okyanus Ötesi” deyiminden duydukları rahatsızlık. Bana sorarsanız Gülen’le ilgili tanımlamanın şimdilik bununla sınırlı kalmasından memnuniyet duyulması gerekir. Çünkü siyaset bazen çok kirli bir dil üretebilir. Siyasi tartışmaların merkezindeki sürekliliğin kirli bir dile yol açmayacağının garantisi de yok.
Halbuki ben cemaatin siyasi partilere eşit yakınlıkta olduğunu öğrenmiştim. Bu yakınlığın cemaati siyasi kapışmaların aracı yapacağını da beklemiyordum. Cemaat yetkililerinin böyle bir hataya düşeceğini de sanmıyordum. Nedenlerine gelince. Haklı bir konuda da olsa politik tartışmaların tarafı haline gelmiş dinsel bir anlayışa halkın bakışı değişir çünkü. Var olan güven ilişkisi zayıflar. Desteklenen partinin yanlışlıkları cemaate yüklenebilir. Partiler arası kutuplaşmanın yarattığı kırılmaların tarafı olmak sadece o cemaat grubuna değil tüm inanç sahiplerine karşı da tepki yaratabilir. Tabi devletin kurucu iradesinin zihin dünyasının çözülmeye başlandığı süreçte sivil toplum kuruluşlarının rengini belli etmesinin doğallığı kadar toplumsal alanda etkililiğini yok sayamayacağımız cemaatlerinde tavırlarını ortaya koymaları doğal.
Zaten cemaatlerin her seçimde gizli yada saklı desteklediği partiler olmuştur. Nakşilerin MNP-MSP-RP’ye yakınlığı, DP-AP-DYP’yi destekleyen “Yeni Asya ve Yeni Nesil grubu, ANAP’ı ihya eden Kırkıncı Hoca, Süleymancıların desteklerini esirgemediği AP ve ANAP sadece birkaç örnek.
Fethullah Gülen grubu ise 28 Şubat’tan sonraki siyasal sürecin önemli aktörü oldu. Gülen grubu Türkiye’de İslami oluşumların izlediği stratejilerden farklı bir modelle güçlendi. Kimileri “sessiz ve derinden” “devletin kılcal damarlarını” ele geçiren bir hareket olarak görse de Gülen hareketi modern çağın yöntemlerini takip ederek güçlendi. 1970’lerde Gülen’in vaazlarının kasetlerle çoğaltılarak dağıtılması, bugün eğitim, basın ve yayın organları ile iş-finans dünyasındaki etkinlik bunun göstergesi.
Herşey aslında Bornova’da genç bir Nur talebesinin (Fethullah Gülen), Bediüüzaman Said Nursi’nin “imanı kurtarma” anlayışına uygun olarak “iman hakikatlerini”anlatmaya başlamasıyla ortaya çıktı. Gülen’in izlediği ihtiyatlı yol irtica paranoyasıyla en masum dindarların bile devlet gazabına uğradığı dönemlerin kolay atlatılmasını sağladı. Bu yöntem, devlet kendisine karşı zalimane yöntemler kullansa bile devlete karşı itaatini esirgemeyen orta sınıf muhafazakarlarının ilgisine yol açtı. Devlete muhalefet yerine hizmeti, İslam devleti yerine İslam toplumunu önemseyen bu hareket modernitenin yarattığı çarpıklıklara karşı da biçimlendirdiği yaşam alanları ve inşa ettiği “altın nesillerle” muhafazakar ailelerin koruyucu duvarı oldu.
Yani Gülen hareketi toplumun değer yargılarını önemsedi. Devlet yerine toplumu öncelledi. Fanatik bireyler yerine toplumla barışık, çatışmalardan kaçınan, işine, devletine ve sorumluluğuna(hizmete) sadık bireyler yetiştirdi. Kemalist gençler nutuk, solcu gençler slogan atarken onlar okullarda, varoşlarda başarılı gençleri bularak zamanlarını onlara ders anlatarak “hizmeti” göstererek kazanma yolunu seçtiler. Fedakarlıktan kaçınmadılar yani. Yetiştirilen o gençler matematik olimpiyatlarında, ÖSS’lerde başarı üzerine başarı kazandılar. Hareketle tanışan işadamlarının işleri Güney Afrika’ya kadar uzanmaya, hareketle tanışan bürokratlar en üst makamlara gelmeye başladılar. Sonuç bugün ortada. Ama bu Gülen grubu için her şeyin yolunda olduğu şeklinde yorumlanmasın. Asıl tehlikede burada başlıyor. Gülen grubu için şimdi birinci tehlike politikanın merkezine taşınmış olması. İkincisi, işimi büyütürüm cinliğiyle sohbetlere katılmaya çalışan sahte takkeciler ile bürokraside yer kapmak için badem bıyık bırakanların akınından geliyor. Dün gönüllülerin çabasıyla başlayan, büyüyen, gelişen Gülen grubu bugün sağladığı iş ve gelecek olanaklarıyla rant sağlamaya çalışanların kuşatması altında.
Graham E. Fuller’in 2008 yılında “apolitik cemaatçi hareket” olarak nitelendirdiği Gülen hareketi bugün yukarda belirttiğim üzere giderek politikleşti. Gülen’in 1970’lerde AP destekçiliğinin hizmetin önüne geçtiği gerekçesiyle Yeni Nesil grubundan ayrılmasına benzer bir durum yaşanıyor aslında. AK Parti destekçiliği cemaati var eden “hizmetin” önüne geçiyor. Buna son dönemlerdeki açıklamalarıyla gönüllerde özeli gidip şiirleri kalan İsmet Özel’in dizelerinde belirttiği “insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” durumu ile “güç, yozlaşma getirir, mutlak güç, mutlaka yozlaşma getirir” diyen Ardo Locan’nın tespitini ekleyin. Balyozlardan medet umanlara ve siyaseti hizmete önceleyenlere buradan duyuralım.