- Kategori
- Sinema
Olağanüstü bir görsellik: "Kayıp Nişanlı"

İşte karşınızda defalarca sıkılmadan, her izleyişte bir şey daha keşfederek izleyebileceğiniz bir Juenut filmi daha!
Kayıp Nişanlı ( A Very Long Engagement ) Jean Pierre Jeunet'nün erber film yönettiği Marc Caro'dan ayrılıp çektiği üçüncü bağımsız filmi özelliği de taşıyor. Caro'yla birlikte "Şarküteri", "Kayıp Şehrin Çocukları" filmlerinde olduğu gibi daha trajedik masallar anlatan Jeunet, Amélie ile bu masalı güzellştirmişti.
"Kayıp Nişanlı" ise görüntü yönetiminden oyuncu yönetimine, hikâyesinden kurgusuna kadar sizi dakika dakika merakla ayakta tutan ve büyüleyen bir film.
Kayıp nişanlısını arayan Mathilde'nin hem sevgilisi için verdiği savaş, hem de savaşan insan psikolojisi üstündeki yıkıcı etkilerini çok iyi anlatıyor film.
1. Dünya Savaşı sona ermekteyken, genç bir Fransız kadının da en büyük savaşı başlamak üzeredir. Mathilde nişanlısı Manech'in savaş mahkemesinde hüküm giyerek Fransa-Almanya ordularının arasında kalan tarafsız bölgeye gönderilen beş adamdan biri olduğunu, ve bunun neredeyse ölüm demek olduğunu duymuştur.
Sevgili Manech'ini sonsuza dek kaybettiğini kabullenmek istemeyen Mathilde, sevgilisinin yazgısını öğrenmek için olağanüstü bir yolculuğa koyulur. Her dönemeçte, Manech'in bu son günleri, bu son anları nasıl geçirdiğine dair farklı yorumlar duyar. Yine de yılmaz. Manech ölmüş olsa, Mathilde bilirdi.
Mathilde adındaki bu genç kadın, sevgilisinin hala yaşıyor olabileceğine inanmaktadır. Artık, onun hayattaki tek amacı gerçeği ortaya çıkarabilmektir.
Mathilde, inatla sürdürdüğü neşeli tavırları ve umudunun güçlendirdiği şaşmaz bir inançla, soruşturmasını sonuna kadar götürürken kendisine yardım edenleri ikna, etmeyenleri de gözardı eder. Beş talihsiz asker ve aldıkları vahşet dolu ceza hakkındaki gerçeğe yaklaşırken, savaşın dehşetine ve hayatlarını etkilediği insanlarda bıraktığı izlere çok yakından tanık olur.
Olağanüstü görüntü yönetimi (ki bu konuda bence tek rakibi dahi Peter Greenway olabilir!) ve yalnızca Audrey Tautou'nun Amélie'yi andıran güzelliği ve edası bile için izlenebilir!
Nebil Özgentürk şöyle demiş: "Tutku mu istiyorsunuz? Aşk mı arıyorsunuz? Savaşın korkunç yüzünü, derin devlet in ne olduğunu, gizli eller in neye hükmettiğini, acının en katmerlisini, hayallerin en güzelini mi izlemeyi arzu ediyorsunuz? Ya da, sabrın ve ısrarın selametine mi tanık olmayı düşünüyorsunuz!!! Hepsi ve daha fazlası "Kayıp Nişanlı" da var...
Bir film izledim, paramparça oldum ama keyfim yerine geldi...
"Kayıp Nişanlı"yı seyrettim "insanlığın yüz yıllık yalnızlığı" na yolculuk yaptım ama bir kez daha sinemanın tadına vardım...
N'olur, süslü kelimeler kullandığımı, abartığımı düşünmeyin; yüreğimden gelenleri, hissettiklerimi sıraladım dostlarım...
Doğrusunu söylemek gerekirse, üç beş gün önce bir başıma gidip, az sayıda seyirciyle izlediğim "Kayıp Nişanlı" dan böylesine duygularlarla ayrılacağımı bilmiyordum! Tamam, Fransız sinemasının harika çocuğu yönetmen, JeanPierre Jeunet, "ne çekerse izlerdim" hele, Şarküteri ve Amelie'nin tadı hala damağımdayken ama Kayıp Nişanlı çok başka, bambaşkaydı sahiden; Açıkçası, iki saat boyunca kendimi sinemanın büyülü dünyasında kaybettim diyebilirim...
Filmin kare kare aklıma kazanan sahneleri bir bir gelip geçerken bir de ne düşündüm biliyor musunuz!
Sinema sanatı ne kadar özgür olursa, insanlık o kadar kazanır!
Demem o ki, bi nevi "Fransızların Gelibolusu" diyebileceğimiz ve Birinci Dünya Savaşı'nda Alman'ların Fransa'yı işgali sırasında "hazin bir cephe" de olup bitenler; yani, Fransız'ların, topraklarını kanla, başla, entrikayla ama bir o kadar yokluk, yoksullukla savunmaları anlatılırken, kalem ve kamera sınır tanımıyor! Senaryonun keskin kalem i, kameranın
çevik gözü, "gaddar ve haşin" Fransız subaylarına da, "derin ve nasyonalist Fransız generalleri'ne de, insanlığın bittiği noktalara da özgürce uzanabiliyor...
Böylece, hamasi kahramanlık destanı değil; savaşın korkunç amosferi günışığına çıkıyor.
Ve "Kayıp Nişanlı"nın yaratıcıları, kendilerini alabildiğine hür hissediyor! Bu kadar özgür olmalarına, çuvaldızı kendi tarihlerine batırmalarına karşınsa, Fransa'da yer yerinden oynamıyor, başları giyotine kurban edilmiyor, film yasaklanmıyor, sinema salonları ateşe verilmiyor! ....
Düşünün ki "savaş" denen mendebur eylemi terketmek isteyen, insanlığa koşan, yüreklerin paramparça olduğu, kötülüğün her yanı sardığı cephe yi bırakıp, karısına, kızına, köyüne kızına yetişmek isteyen beş sıradan askeri "kahraman"laştırıyor! Yani antikahramanlar ölümsüzleşiyor...
İster cehennem, ister kıyamet deyin... Öyle bir cephe bu..
Ama bu cephede Fransız'ın Fransız'a ettiğini kimse etmiyor." [*]
Film boyunca bir kadının erkeğini nasıl sevdiğini, sahiplendiğini izliyorsunuz. Hikayenin sonunu düşlediği gibi bitmesini isteyen ve bunu ne pahasına olursa olsun yapmaya çalışan, hırslı, inançlı, inatçı, hedefine kitlenmiş ve bunun için yaşayan bir kadın. Erkeğin de elindeki acıyı unutmak için avcunda hayal ettiği sevdiği kadının kalp atışını düşünmesi hem iyi bir savaş filminin yanı sıra hem de izlediğinizin mükemmel bir aşk hikayesi olduğunu gösteriyor.
Mathilde'nin 1 Ocak 1900 doğumlu oluşunu anlatışı ise ayrı bir güzellik...
Sevdiğiniz kayıp da olsa onu aramanın, savaş ortasında bir savaş da sizin verdiğiniz, Sébastien Japrisot ve Jean-Pierre Jeunet'nün beraber yazdığı senaryonun ne kadar insana dokunduğunu anlayacaksınız.
Çünkü aşk, sevgiliniz kayıp da olsa onu arama mücadelenizdir. Çünkü her şeyin bittiğini sandığınız yerde aslında bir çok şey aslında yeni başlıyor. Kim ne söylerse söylesin, "Eğer Mathilde hissetmiyorsa Manech ölmüş olamaz."
İşte bu filmde, bir aşkın ne mücadelerle ayakta kaldığını göreceksiniz!
[*] Nebil Özgentürk, Sabah gazetesi, http://www.sabah.com.tr/2005/04/02/yaz85-40-112.html