- Kategori
- Güncel
Onlar unutulmadı!
Burçin ve Aysun...
İkisi de yuvalarından kopup gelmiş gencecik iki fidandı. Yeni nesil onların eserleri olacaktı. O eserlerin kıymeti onların mahareti ve fedakarlıklarının derecesiyle mütenasip bulunacaktı.
Atatürk’ün bu sözlerine kulak verdi onlar. Burçin ve Aysun. İki kader arkadaşı...
Yuvalarından uçup sevinçle koştular okullarına. Ağır kış şartlarına aldırmadan Ağrı dağının gölgesinde kalan Doğubeyazıt’ın Ortadirek köyüne öğretmen olarak atandılar.
Aysun Ege’nin beyazı Pamukkale’den, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden, Burçin ise Karadeniz’in namlı ili Samsun’dan, 19 Mayıs Üniversitesinden mezun olmuştu. Bir başka arkadaşları Elif Tezcan’la birlikte omuz omuza verdiler Ortadirek İlköğretim Okulunda...
Doğubeyazıt’a 13 km uzaklıktaki Ortadirek ilkokulunu ilk gördüklerinde bir ahırda eğitim yaptıracaklarını anlamışlardı ama onlar bunu hiç dert etmediler. Çünkü gözleri buğulu buğulu bakan 159 tane öğrencileri vardı eğitim bekleyen. Onlara Alfebeyi öğreteceklerdi. Hikayeler okuyacaklardı hep birlikte. Atatürk’ü anlatacaklardı uzun uzun.
Köy bakımsızdı umursamadılar. Lojman sağlıklı değildi aldırmadılar. Doğubeyazıt’ta bir otelde kalmayı bile dert etmediler aylarca. Alışık olmadıkları köy ortamına kısa sürede uyum sağlamayı başardılar.. Yıllarca her sabah üşenmeden 13 km yol gelerek öğrencilerini kucakladılar şevkatle…
Karanlıklardan aydınlığa kolay çıkılmıyordu biliyorlardı. Soğuktan parmakları sızlayarak girdiler her sabah sınıflarına. Tünellerin ucundaki ışığa, ışık hızında ulaşılmıyordu biliyorlardı. Canlarını dişlerine taktılar, okulu şirin bir yuvaya dönüştürmek için. Günlerce fırça boya düşmedi ellerinden. Ahıra benzeyen binayı okul yaptılar sonunda.
Oysa onların da hayalleri vardı, ümitleri, sevinçleri, üzüntüleri, aşkları vardı. İki ay sonra gelin olacaktı Aysun öğretmen. Geciktirmişti kendi yuvasını. Kimseden yardım almadan maaşlarından harcadılar kırılan camların parasını, duvardaki dört mevsim panosunu, Atatürk’ün takvimini, sobanın çırasını...
Düşler, masal perilerinin sihirli değneği ile gerçek olmuyordu biliyorlardı. Fedakarlık istiyordu, yürek istiyordu, kahramanlık istiyordu biliyorlardı. Kimi zaman karlara bata çıka geldiler sınıfa, kimi zaman kar kürediler öğrencilerini eve yollamak için.
Aylardan aralık... Ağrı'da Doğubayazıt ilçesi karlar içinde...Dondurucu bir rüzgar var dışarıda. Hava öylesine soğuk ki burnunuzdan damlayan sümüğünüz buz kesiyor... Doğubayazıt'ın Ortadirek Köyü okulunda ısınma aracı soba, yakıtı da tezek... Doğu Anadolu'nun pek çok köy okulunda hala olduğu gibi... Yakacak ödeneği vermeyince devlet, çocuklar her sabah ellerinde bir tezekle geliyorlar okula... Sobayı yakmak, öğrencileri ısıtmak öğretmen ve öğrencilerin görevi...
Felaket günü gelip çatıyor sonunda. 24 Aralık sabahı daha bir soğuk sanki. Zemheri bir ölüm soğukluğu sarmış okulu. -25 derece. O sabah sobayı alıştırmaya çalışırken elindeki tiner parlayınca bir anda alevler içinde kalır dördüncü sınıf öğrencisi 10 yaşındaki küçük Okan. Ortalık bir anda alev topuna dönüşür ve alevler arsında kalan küçük Okan'ı kurtarmaya çabalayan Burçin öğretmenin yardımına Aysun öğretmen koşar. Herşey bir anda olup biter. Hayatları gibi! Yaralılar bitap!
Kaderleri kara...
Ambulans gecikir. Ne yazık ki Milli eğitim ve sağlık teşkilâtı helikopter temin edemez... Aysun öğretmenin akrabası emekli bir subay girer devreye... Anında yardıma koşar Hava Kuvvetleri... Ağır yaralı öğretmenler ve öğrenci önce Van'a, sonra Diyarbakır'a sonra da Ankara'ya sevk edilir.
Öğrenci Okan, can verir helikopterde... Diyarbakır'da Yanık Tedavi Merkezi bulunmadığı için yaralı öğretmenler Ankara'da GATA (Gülhane Askerî Tıp Akademisi) Hastanesine getirilir iş işten geçtikten sonra. Sonuç kocaman bir hüsran. Yitip giden gencecik bedenler...
Burçin öğretmenin ailesi, cenazelerini götürüp Samsun'da toprağa verir sessiz sedasız... Olayı haber alan Millî Eğitim Vakfı koşar Aysun öğretmenin ailesinin yardımına... Vakfın kiraladığı bir otobüsle cenaze Manisa'ya gönderilir... Aysun öğretmen de yine sessiz sedasız cennete uğurlanır Akhisar'da...
İşte kelimeler kifayetsiz kaldığında anlatılmaz yaşanır dedikleri bu olsa gerek...
Ve keşkeler...
İhmaller...
Aysun ve Burçin ambulansa ulaştırıldıktan sonra gerekli yerlerle iletişim kurulsaydı ve bu iki genç kıza önem verilseydi de bu tür yanıklara bakacak yeterliliği olmayan 100. Yıl Tıp Fakültesine oradan önce Van’a sonra Diyarbakır’a, sonra Ankara’ya kapı kapı dolaştırılmayıp direk Gata’ya sevk edilselerdi kurtarılmazlar mıydı canları?
Susurluk çetesinin beyanları geliyor aklıma. Devletin bazı kesimlerinin çiğ köfte partilerinde maydonoz yok diye helikopterle şehir merkezine gittiklerini anımsıyorum.
Ya Milli Eğitim Bakanlığı?
Anlamlı bir tören düzenlenerek şehit öğretmenlerin cenazeleri törenle uğurlanıp memleketlerinde törenle toprağa verilemez miydi? Bu törenlerin medyada yer alması sağlanamaz mıydı?
Şehit öğretmenlerin adlarının birer okula verilmesi bile ne kadar uzun sürdü. Ortadirek İlköğretim okulunun adı da minik öğrenci Okan Kömürcü'nün adı verilerek değiştirildi. Okula iki yıldır da yakacak yardımı yapılyor.
Peki ya diğerleri?
Bilinmeyenler, gözden uzak olanlar?
Vah ki Vah!
Daha da acısı var! O günlerde başka eğlencelerle meşgul olan televizyonlar bu iki fidanın acı kaderini bile paylaşmadı. Medyada sadece Bekir Coşkun, Hasan Pulur ve Abbas Güçlü bahsetti Aysun'la Burçin'den.
Bu yönü ile bütün medya yine sessiz sedasızdı... Çünkü onlar için önemli olan; hangi ünlü nerde kiminle yakalanmış, kimin selülitleri daha sarkık, Afrodit sevgilisi ile aynı evde ne haltlar karıştırmış, Pop star, hop star, patlama yapan efsane şarkı; çeksene elini kırcan mı belimi'ydi her zamanki gibi...
Çocuklarımızın iyi bir insan olarak yetişmesini sağlayan, ülkenin aydınlık geleceğini hazırlayan ve gerekince bu uğurda tereddütsüz can veren öğretmenlerin hayatı ve yaşadığı acı olaylar hiç de önemli değildi medyamız için...
Çünkü bu ülkeyi çocukları okutarak aydınlatan öğretmenler değil, kıçı, göbeği açık kadınlar çağdaş yapmaya uğraşıyor...
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik Konya’da yaptığı açılışlarda öğrencilere montların çıkarttırılıp üşümelerine sebep olunduğu haberinin yalan olduğunu halkla ilişkiler müşavirliği yoluyla yalanlamaya çalışadursun, doğuda üşüyen binlerce çocuk ve fedakar Aysun'lar, Burçin'ler var hala…
Onlar hala sobalarda tezek yakıyor. Bilmem kaç okul bilgisayarla donatıldı diyorlar ama hala doğudaki kırık camlardan içeri giren rüzgar sınflarda esiyor. Çoraplarının üstüne naylon sandalet giyen çocuklar biliyorum Mardin'in Dara köyünde...
Canım öğretmenlerimin cesetleri köy yollarının kenarında donmuş olarak bulunuyor. Yıllar evvel kurşunlanıyorlardı, şimdi donuyorlar.
Öğretmenliğin sönmez meşalesinin alevleri günümüzde maalesef sönmeye yüz tutmuş iken eğitim ordusunun bu iki fidan şehidini öğretmenler gününde saygıyla anıyorum.
Sadece onların değil,
Donarak, yanarak can verenler...
Ayşe'ler, Aysun'lar, Burçin'ler, Mehmet'ler...
Sizi unutmadık, unutulmadınız...
Öğretmenliğin bu yüce timsâllerini şimdi anmayacağız da nerede, ne zaman anacağız?
Ögretmensin sen...
Kuyu dibinin zifiri karanlığında
Bİr tek ışıksın
Düşün ki ben bir fidanım
Hadi yeşert beni ögretmenim
suyum ol toprağım ol
Bende
meyveler getireyim sana
Dalından tazecik tıpkı senin
bizleri yetiştirdiğin gibi
Yeni mevsimleri sereyim ayaklarına
Ki zamanlar da baharı kimi zamanda ise güzü
Aynı bizleri yetiştirdiğin gibi
Her güne bir meyveyle her güne bin çocuk
Yetiştirdğin için
Var sen
herkesten çok yaşa
Öğretmenim...
TÜM ÖĞRETMENLERİMİN ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN!