Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
 

mustafa kemal büyükmıhcı

http://blog.milliyet.com.tr/mihci47

25 Haziran '15

 
Kategori
Öykü
 

Onların Cumaları - bölüm 12

Onların Cumaları - bölüm 12
 

Bir buradan bir oradan


"Bilmek ve uygulamak kadar

nakletmenin de önemini aşılatmalıyız.”

“Hah! İşte geliyor. Mâşallah! Dane dane okudu herhalde.”

Bu sırada Ali Bey cebinden ağabeyi Orhan Bey’e Ankara’ya geldiğini haber veriyor, öğleden sonra buluşacakları yeri konuşuyordu, Kâmil Bey’in ikâzını fark edememişti, bir yandan da Veli Hoca’yı o da merak etmeye başlamıştı, “Cuma sonrası rekâtlarının edâsını bitirmiş olmalı,” diye düşünüyordu. Konuşmasını tamamlayıp cebi kapattı, Kâmil Bey’e “Bir baksak mı acaba?” dedi.

“Geliyor geliyor! Temin söyledim, duymadın. Bak! Bir tanıdığına takıldı, orada!”

“Namaz başlamak üzere Kâmil! El ette gecikmeyelim!”

Kâmil bey o tarafa seğirtmişti ki Veli Hoca da tanıdığından ayrılmış bakınıyordu; Kâmil Bey’i görünce birlikte Ali Bey’in yanına geldiler, sonra da hızlı adımlarla arka saflarda yerlerini aldılar. Yaz güneşi tepelerinde, hocayı bekliyorlardı.

“Mazur görün dostlar! Kalabalıktan ayakkabılar karıştı, şaşıranın getirmesini bekledim.”

Kâmil Bey’in nüktesi gecikmedi: “Ben de, “Mâşallah! Dane dane okuyor harhalde,” diyordum hocam!”

“Keşke azizim! Dünya’yı unutup, dediğini hissederek okumayı Rabbim nasip eder inşallah!”

Halka hizmeti şiar edinmiş, milyonların sevgilisi eski bir siyasi lideri son yolculuğuna uğurlayacaklardı. Ali Bey “Mübarek günlere raslatan inşallah mekânını da Cennet eyler!” dedi. Zamanında bir kısım icraatını eleştiren Kâmil Bey “Allah taksiratını affetsin!” diye karşılık verdi. Veli Hoca ise temkinliydi:

“İç yüzünü ancak Allah bilir dostum! Bizim taksiratı zannettiklerimiz belki de sevaplarıdır.”

“Haklısın Hocam! Benimki dışarıdan gazel okumaya benzedi değil mi?”

“Estağfurullah Kâmil! Medya’nın çarpıtmaları bir yana, yaptıklarının bize dokunanına bile arka planını bilmeden hüküm vermenin doğru olmadığını demek istemiştim. Öyle değil mi Ali?”

“Elbette! Hayatını Hak’ka, hukuka ve halka adayanlara her ahvalde duacı olmalıyız.”

Cemaat sabırsızlanmaya başlamıştı; hoca ortalıklarda yoktu, bazıları şemsiye ve başlarına koydukları mendillerle güneşten korunmaya uğraşıyorlardı. Cemaati izleyen bir kısım zevat ise üstü örtülü mekânlarda sohbeti koyulaştırmışlardı… Merhumun bıraktığı koltuğu devralan, sevenleri eşiliğinde cami kapısının merdivenlerinde görünmesiyle birlikte, cemaatten birkaç kişinin alkış tufanına tutulması bir olmuştu. Ardından da “Yuuhh!” sesleri, “Şimdi sırasımı yahu!” serzenişleri ve hızlı adımlarla musallaya yaklaşan hoca… Üçt dost, birbirlerine bakışıyor, yutkunuyorlardı…

Çoğunun birbirine bakarak edâ etmeye çalıştığı namaz bitmişti, avlu boşalıyordu, Ali Bey’in omzuna dokunan vardı:

“Amca, merhaba!”

“Vay yiğenim! Burada mıydın?”

“Bürokratın biriyle işim vardı amca; burada buluştuk, şimdi yemeğe götüreceğim.”

“Haa! Anladım! Cemaati seyredenlerdensin yâni?”

“Riya olurdu be amca! Zaten bilmiyorum.”

“Afferin oğlum! O da bir meziyet Burak… Bak! Bu amcaların benim aziz dostlarım: Kâmil ve Veli Hoca.”

“Ününüz ailede dillere destan oldu. Şeref duydum efendim!”

“Estağfurullah! Baban ve kardeşin Olga abartmıştır. Sadece Hak yolcusu olmaya gayret eden üç kafadarız; değil mi Hocam?”

Kâmil Bey Veli Hoca’nın lafını ağzında bıraktı: “Sen amcana bakma yiğenim! Kafadara eyvallah da, onlar uçar ben yalpalayıp dururum.”

Burak içinden “Yahu! Sen de yalpalıyorsan bizim hâlimize ne demeli acaba?” diyordu. Böyle sözlere nasıl karşılık verilirdi? Bilemiyordu. Zaten bu derin frekansı oldum olası algılayamamıştı. “Allah sizin gibileri bizim gibilerin başından eksik etmesin!” diyebildi.

Veli Hoca’nın hoşuna gitmişti, gülümsüyordu: ”Hâlinin farkında olmak ne güzel! Rabbim, aramanı, bulmanı, kapısında niyaz etmeni, ilk adımı ve yolda tutunmanı da nasip eder inşallah!”

Niyaz neydi? Nasip neydi? Bunlara fransızdı ama her nedense üzerini tuhaf bir ferahlık bürümüştü. Benzerini geçen gün yönetici asistanının sözlerinden sonra da yaşamıştı. “Yav! Bu hocalar, hayatın sıkıntılarından sıyrılmak isteyenlere kapılarını bir açsalar, ne biçim kazınırlar kim bilir?” diye düşünmekten kendini alamadı. “Her neyse!” dedi, gözlerinin içine bakmakta olan hocaya yanıtı geciktirmemeliydi:

“Neyin ne kadar farkındayım? Bilmiyorum ama İnşallah hocam! Amca, sohbetiniz doyumsuz, bana müsaade! Müdür beni gözleyip duruyor, bekletmiyeyim.”

“Tabî! Selametle yiğenim! Biraz önce babanla konuşmuştum, öğleden sonra buluşacağız, senin de burada olduğundan bahsetmedi.”

“Sahi mi? Biribirimizden habersiz gelmişiz demekki. Çoğu kez söylemez zaten. Ona henüz açmadığım önemli bir iş üzerindeyim. Haydi! Kalın sağlıcakla!” …

Ali Bey ağbeyi ile onun Ankara ofisinde buluşmuştu, Kâmi Bey’in gelmesini bekliyorlardı. Kâmil Bey, defterlerinin bitmek tükenmek bilmeyen didiklenmesinden mustaripti; ilgili bürokrasi ile temaslarından sonuç yerine tüylerini diken diken eden tavsiyeler almıştı. Birlite, ağbeyinin hukuku olan etkili siyasiye gideceklerdi,

“Burak da camideydi ağabey, devletle bir işi varmış.”

“O hep öyle Ali, çat orada çat şurada, koşuşturması hoşuma gitmiyor değil hani. Yalnız, doyumsuzluğunu ve katılığını törpüleyemedim gitti.”

“Bugün cami avlusunda dostlarla ayaküstü konuşurken hoşumuza giden laflar sarfetti; boş değil abi, biraz işlemek lazım.”

“Olga’ya yaptığın gibi mi?”

“Memnun değil misin?”

“Hiç olur mu? Boş zamanlarında okuyorda okuyor, kararsızlığı giderek azalıyor da bazen tahammülümüzü zorluyor doğrusu.”

“Nasıl yani?”

“Fırsat bulduğunda bana, annesine ve kardeşlerine de sarkıyor, anlaşılması zor bilgi bombardımanı altında kalıyoruz. Ardından da sıkılıp fırçasını geçiyor.”

“Hah hah haa! Sahi mi?”

“Sahi ya!”

“Bilmek ve uygulamak kadar nakletmenin de önemini aşılatmalıyız abi!”

“Top yine sende o zaman, aşılatta görelim!”

“Siz de ilginizi biraz daha artırın canım!”

“En ilgilisi annesi, biliyor musun? Farklı kulvarda olmasına rağmen söylediklerine bazen cevap yetiştiremediğini hatta kafa salladığını gözlüyorum.”…

Kâmil Bey gelmişti, tık nefesti: “Bu ne biçim trafik yahu! Yaklaşınca inip koşturdum biraz… Merhaba Orhan Bey! Merhaba aziz dostum! Umarım geciktirmedim!”

Selamlaşma faslının ardından Orhan Bey’in cevabı rahatlatıcıydı: “Kaygılanma! Buraya yakın, şoför de buraların kurdu, iki dakkada atar bizi.”

“Bugün senin oğlanla tanıştık azizim. İşiyle evlenmiş maşallah! Söyledikleri ise yabana atılır gibi değildi. Emeğiniz kendini gösteriyor; tebrik ederim!”

“Sağol Kâmil Bey! Biraz önce onu çekiştiriyorduk… Haydin! Kalkalım isterseniz! Erken gibip beklemek bu zatların hoşuna gider.”…

***

Çiftlikteydi, öğle yemeğini ailecek yemişlerdi, Zerrin’in yanında bir türlü ısınamadığı kocası Yosi de vardı. Ardından baba oğul kamelyaya geçmişler, kahvelerini yudumluyorlardı. APEL-7 arazisinde ortaya çıkan durumu açtı:

“Hallettiğimiz araziyi acaip teklifle isteyen var baba!”

“Neymiş acaip olan?”

“Konuyu söylemedi ama kendilerine çok lazımmış; bize uyabilecek daha iyisini yok pahasına teklif ediyor.”

“Bize neyin uyabileceğini nasıl öğrenmişler?”

Olga’yı projedeki güvenlik açığı ile alakalı uyarmıştı ama babasına henüz bahsetmemişti: “Ona da değinecektim zaten baba! Güvenlik sistemini, nasıl delindiğini çözüp en üst düzeye çıkarmalıyız. Birim sana bağlı biliyorsun!”

“Olga da söyledi, harekete geçirdim zaten. Şimdi gelelim diğerlerine: Arazinin neden bu kadar peşindeler dersin?”

Olga’nın ileri teknoloji cihazları ile araziyi taratmış; ölçümlerde yer altında bazı tarihi yapı kalıntıları gözlenmişti. Değerini anlamak için ilgililerle görüşüp kazı izni alınması lazımdı. Ortaya çıkınca da mülkiyet devlete geçecekti. Geçen gün Ankara’da bu konu üzerindeydi; müracaatı yeni yaptığından, bunlardan bahsetmeyi erken buldu: “O beni de sıktı, araştırıyorum baba.”

“Eh! Araştır bakalım! Ama acele et! Bilinmezin ardından sürüklenmek istemem biliyorsun.”

“Emrin olur baba! Bitirir bitirmez önündeyim.”

“Peki! Kim istiyor bu araziyi oğlum?”

“Yosi’nin annesinin bir ahbabı imiş.”

Yüzü gerilmişti, acı acı gülümsemeye başladı: “Emin misin? … Annesi zannettiğimiz, Cedi namıyla maruf, derinlerin patronicesi olmasın!”

Bu çıkışı, yüzüne şamar gibi inmiş, alı al moru mor kesilmişti: “Deme baba! Nasıl olur? İçimize sızmışlar desene! Nasıl öğrendin?”

“Eeee! Bizim de radarlarımız açık oğlum.”

“Ne zamandan beri baba?”

“Zerrin’in düğününde kuşkulanmıştım zaten; sonrası çorap söküğü gibi geldi.”

Bu kez kalbi kütü küt ediyordu, elini cebindeki kanyağa attı, vazgeçti, önündeki su dolu bardağı neredeyse bir yudumda götürdü. İçinden “Ya öğrendiyse?” diyordu.

“Hayırdır?”

“Yosi de içerde baba; o da mı acaba? Zerrin şoklara girer, öyleyse.”

“O temiz, merak etme! Annesini tanıyamamış.”

Bu sözler biraz “Ohhh!” çektirmişti, ona göre bilmiyor olabileceğini gösteriyordu. Ardından gelen “Anneni ve kardeşlerini tembihledim. Aman oğlum! Kimseye belli etme! Gözünü dört aç! Sana da sarkabilirler,” şeklindeki devamı ise neredeyse havalara uçuracaktı. Yine de temkini elden bırakmamalıydı, babasının damardan giren testlerinden biri olabilirdi. Onun söz ve tavırlarından da pirelenmeye başlamıştı; sanki kafasında bir karşı atak kurguluyor gibiydi, her ihtimale karşı ön almalıydı:

“Bizim elimiz armut toplamıyor ya baba! Gücümüzü gösterelim!”

“Her şeyin sırası var oğul! Evvela, şu arazinin gizemini hemen bana getir! Bu arada, güya Cedi’nin ahbabı olana da teklifini kabul ettiğimizi söyle! Takas işlemlerini de biraz uzat! Bakalım ne yapacaklar? … Haa! Bir de, arazi sahiplerine verdiğimiz işe alma sözümüzde duracağız, unutma!”

Bu sefer kaşıntı tutmuştu, yutkundu, bunları Cedi’ye nasıl anlatacaktı? Bir süre sonra ipleri koparma noktasına gelebilirdi. Babasına deşifre olmayı göze alabilecek miydi? Belki de almalı, ailenin yanında saf tutmalıydı; Cedi’nin elinde, bildiği başkaca silah yoktu. Her iki tarafın güçlerini tahmin edemiyordu, babasının elindekilerden hayrete düştüğü günler yaşamıştı. Nefsi gâlip tarafı, vicdanı ise aileyi işaret ediyordu.

“Aloo! Daldın bakıyorum!”

“Hayır, baba! Dediklerini kurgulamaya başlamıştım.”

“Ehh! Hadi bakalım! Göster kendini!”…

 
Toplam blog
: 112
: 152
Kayıt tarihi
: 18.09.12
 
 

ODTÜ'lüyüm, makina yüksek mühendisiyim, vicdanı rahat bir memur emeklisiyim, iki çucuk babasıyım,..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara