- Kategori
- Kültür - Sanat
Onların hikâyesi-10-
“ Yıldız’cığım;
Ruhum;
Gözümün nuru;
Ankara’ da ne özleyiş dolu kâlbim, bilemezsin.
Kalem olsan, kâğıt olsan bir senede yazamazsın..
Mektubunu demin aldım, yatakhane önündeydim.
Sıra bende; ders bitince bu gün nöbet günündeydim.
Tâbiyeden, imtihanda zor sualler çıktı biraz.
İyi geçti; ders hocamız on numara verir en az.
Top atışı hesapları pek çok dikkat gerekiyor;
Neticede yanlış isen, hedef bulmak gecikiyor.
Mesâfeyi, sütreleri ölçüp-biçip yazmalısın;
Arkadaşlar diyorlar ki: < sen="" bir="" topçu="" olmalısın="">.
Piyadenin göz bebeği; her şey başlar namlusunda;
Ama, hep bilinir; zafer, Mehmetçiğin süngüsünde..
Benim tatlı Yıldız’cığım, pek sevindim son habere;
İstiyordun, işte olmuş; Mevlâm kâdir her hallere.
Fevziyânım Ablamızmış adı yeni komşumuzun;
Diyorsun ki: tatlı yüzlü, ne kısadır ne de uzun..
Üç beş hafta oldu henüz, ama her gün beraberiz;
Dikiş-nakış değil yalnız , sanki “ yüksek mektep” teyiz..
Halime dün yine dedi : < rüyandaki="" işâret="" bu="">,
Göreceksin, taşıyacak elleriyle tertemiz su..
Bizimkiler ile sık-sık, sabah akşam konuşmakta;
Ben gidince yanlarına, havalardan söz açmakta..
Uzak kalmak hiç istemem, Ona saygım o kadar ki..
Gözlerine bir bak yeter; büyülüyor seni sanki.
Süha’cığım, eminim ki beni bir gün dinleyecek,
Duam o ki: durumumuz O’nu da çok üzmeyecek..
Kafasında sanki bir şey dolaşıyor, bilmiyorum;
Sanırsın ki anlamıştır; şimdilik ben gizliyorum..
Yalan değil, yanlış değil; saklı-gizli tutarsam da;
Buna rağmen hissederim, hem önümde hem arkamda..
Gözleriyle hep içimde, koruyormuş gibi beni;
Kızken belki O da sevdi, bilemeyiz hiç, değil mi?”
“ Tanışmadan ben ayrıldım çok sevdiğim o Bursa’dan;
Ben gitmişim onlar gelmiş, memleketi Ankara ‘dan.
Çankaya’ dan farklı biraz baş şehirin manzarası;
ATA’sını özlemekte, gönüllerde hep tasası.
Beklemekte Harbiyeli, bu gün yarın dönecektir;
Cumhuriyet Bayramında ordusunu görecektir.
Hemen her gün üç beş dersten imtihanlar kovalıyor;
On dokuz gün sonra tamam, ama zaman daralıyor.
Saroz denen bir körfezde kampımız var, Trakya’da:
Tam bir savaş tâlimidir, görmeliyiz tatbikatta..
Doğru dürüst yatağın yok; yerde sürün, dere atla;
Birkaç saat uykudasın, ya çadırda ya toprakta..
Silâh, bomba, top atışı; at binersin gün ışırken;
Tüfek elde, çantan ağır; manganı sen taşır iken;
Ölsen bile hiç gam yeme, düşüncen hep bu Vatandır;
Başkumandan Kemal Paşa; yüreğinde O atandır..
Öyle gibi gözüküyor, doğru çıkar ise eğer;
Kamp sonunda hep olurmuş on beş günlük izin, meğer.
Bu Sana bir müjdem olsun, uçaraktan oradayım;
Gözlerini çok özledim, sabah akşam yanındayım.
Şeref duyup el öperim, selâmlarım Ablamıza;
Hürmetlerim onlaradır, yeni gelen komşumuza .
Annemlere dün yazmıştım, zaten eve gelecektir;
Sen okurken hiç ağlama, bu Onları üzecektir..
Sevildiğin bilinirse gönül buna dayanmaz m?
Hasretimiz sonlanıyor, çok az kaldı sayılmaz mı?
Yıldız’cığım;
Deniz gözlüm;
Biriciğim;
Seviyordum;
Seviyorum;
Ebediyen seveceğim…
Süha’n..”
Annem mektubu bitirince, durgun ve sâbit bakışlarla gözlerini bir noktaya dikip beş on saniye öyle kaldı. Şaşırmamıştı.. Bu duygular ne kadar yüce, ne kadar onur doluydu. Genç Harbiyeliyi bir an önce tanıma arzusu daha da artmıştı. İşte; o gün çok uzak değildi artık.. Bu günden sonra kırk beş elli gün kadar bir şey vardı. Doğruldu, ayakta suskun ve başı öne eğik, ellerini kavuşturmuş halde duran Yıldız’a dönerek:
“ Hiç şüphem yok, bu mektuplar Senin birer hazinendir.
Altın, gümüş, elmas, yakut ; yanında hiç değerdedir.
İyi sakla, sık sık oku; aynı günün sevdâsıyla;
Güç verecek, boğuşurken bu dünyanın dalaşıyla.
Sevincimiz bak büyüdü, delikanlı geliyormuş;
O da , Seni senin kadar ;hem arıyor, özlüyormuş.
Bundan sonra ağlamak yok, hep gülmeni istiyorum;
Hazırlanmak gerekmekte, bunu Senden bekliyorum.
Bu gün Mayıs yirmisekiz. Temmuz ayı yarısında...
Kalacağı hangi günler, hangi tarih arasında?
Yeter zaman elimizde, aceleci olmalıyız;
Beklenecek hiç zaman yok, işi çabuk tutmalıyız.
Bu gün akşam hep birlikte karar vermek gerekiyor;
Gözün aydın yavrucuğum, Sana nişan gözüküyor.
Sevinmekte hakkın vardır, Senin olsun hep müjdeler;
Saadetim o ki benim; tek kavuşsun sevgililer.
Nişanına gün koyalım, bunu bilmek lâzım önce;
Yüzüğünü biz takarız , uygun olur ise Sence..
İki satır ekleyeyim, bulmaz isen eğer mahzur;
Seninkiyle koy bir zarfa, postaneye kendin götür.
Bu gün erken dağılalım, toplanalım yine bizde;
“ Et konulmaz ızgaraya; marsık varsa eğer közde.”
Ne yaparız bir bakalım! Kızları da gönder eve;
“ Eğer yünün ilâçsızsa, yer bitirir yoksa güve!!”
Bilinmesin ağladığın, yüzünü git önce yıka,
Musluk biraz akıtıyor, bezi yine iyi tıka.
Etraf yine düzgün olsun, ben Annene gideceğim.
Yücel’i de salla biraz, hemen dönüp geleceğim.”
Baktı kaldı güzel Yıldız, anlaşılmaz duygularla;
Gönlü uçup gidiyordu, esen tatlı rüzgârlarla.
İçinde bir fırtına var, yavru bir kuş ürpertisi;
Kanadına doluyordu tatlı bahar esintisi.
Mavi gözler güneş gibi bulutlardan sıyrılıyor;
Dudakları titriyerek, Süha diye sayıklıyor.
Vardığında, Gülten-Zehra kuyu başı sohbetinde;
Birinde bir kova vardı, diğeri de öbüründe.
Fevziyânım gülüyordu, anladılar tebessümden;
Koşup geldi ikisi de, biri yandan biri önden.
“Müjdelerim olsun dostlar, hazır olun bu akşama;
Bu iş çabuk nema buldu, görülmüyor hiç aksama..
Şunu hemen söyleyeyim, kızı sakın üzmeyiniz;
Saadetten sarhoş gibi, hakkı da var hiç şüphesiz.
Sevincinden havalarda, konacak dal bulamıyor;
Kucaklayıp el öpecek; bu akşamı zor bekliyor.
Kardeşlerim, oğlumuz da gelecekmiş, ben öğrendim.
Bir buçuk ay sonra burda, mektubundan bilgilendim.
Akşama biz meclis kurup vaziyeti konuşalım;
Bir plana koyup işi, neticeye ulaşalım.
Uzun uzun konuştuk biz, fırsat doğdu; anlatırım.
Gülten hanım teyze idin, kaynana ol, gör bakalım..
Teminâtım benim Ona, her şey uygun yürüyecek.
Sözüm vardır demiştim ya, haklılığım görülecek.
Bizimkinin yemeğini gönderirim, biraz geçsin;
Dualarım gerçek oldu, hayırlıysa bu iş bitsin.”
Sarıldılar, öpüştüler; kucaklaşıp, ağlaştılar;
Bu sonuca hayran kalıp, sevinerek gülüştüler.
“Fevziyânım, besbelli ki mekânındır Cennet Senin;
Tuttuğun şey altın olsun, diyorduk ta biz de demin.
Düşüncemiz sarih değil, şaşkın ördek biz ikimiz,
Bu yaptığın ululuğa tutuk kaldı hep dilimiz.
Allah’ımdan dilerim ki: Yücel’inle kıvanasın;
Onu Sana bağışlasın, gururuyla donanasın.
Yavruları Sen bağladın, hayat artık değişiyor;
Gülemedik şimdiye dek, güzel günler beliriyor.
Bu sevincin büyüklüğü bizi artık ihya eder,
Ölüm bile geri kalır, çektiğimiz zaten yeter..
Sen ne dersen uyarız biz, cehalettir kusurumuz;
Yeter ki Sen söyle bize, müşterektir kararımız.”
“ Söylemeyin henüz bir şey eşe dosta akrabaya;
Nazar olur; “ yol çizilmez uçuyorken akbabaya.!”
Kutlamalı bu akşamı, yemek bizde yenilmeli;
Acelemiz vardır bizim, hem bu konu çok önemli.
Yoğurt tuttu. Gözlemeyi yeni açtım, mantı biraz,
Demin bekçi getirdiydi, soğuk suda taze kiraz.”
Yine bir gün baş eğiyor, arılar da uzaklaştı.
Küçük büyük goncaların ihtirası çabuklaştı.
Bir haber mi aldılar ki, neden hepsi ala döndü?
Meyûs, üzgün gibiydiler; beklenilen bu gün müydü?
Böceklerin hızı fazla, pek çoğu da kozadalar;
İpek için hazırlığa var gücüyle atıldılar.
Şarkı söyler gibi sanki şu dalların hışırtısı;
Bir çağlayan türküsünde akan suyun şırıltısı.
Alkış tutar gibi doğa, sessizce bir hengâme var;
Yere indi güneş sanki, kalmadı hiç ne buz, ne kar.
Hem kandilde hem de mumda sevdâ sesi duyuluyor;
Ağı bitmiş bir örümcek bunun için mi bekliyor?
En muhteşem canlı Sensin, Senin için bütün âlem;
Efsunlaşmış gibi kalır, kaydedemez hiçbir kalem.
Kıskanarak Sana hayran, her ne varsa yaratılmış;
Senindir hep, Senin için; taçlar ile kuşatılmış.
Her şey Ona dönük doğar, yaradanın öz simgesi.
Seni “ İNSAN” yapar oğlum, üç beş kalem hususiyet.
Sakat doğmuş sayılırsın biri eksik kalmış ise..
İşlediğin bir günahtan utanç duyar beşeriyet;
Kabul etmez tekke, câmi; ne medrese ne kilise..
Önce kendin bir hesap ver; doğduğuna lâyık mısın!!
Mâsum olan anan-baban; sebep onlar olsa bile.
Dünya Sana bir cezâdır; sonu belli bir müebbet;
Gösterirler Sana oğlum, eğer gözün görmez ise..
Ne saçmalık!! Hâfızamız sakatmış-mış unutmakla;
Günâhından korkuyor ki, kılıf yapmış ihânete.
Kokusunu örtemezsin pisliğini kapatmakla;
Bir it bile onu bulur, gerek kalmaz kehanete..
Altı milyar kardeşin var, kimi şarkta kimi garpta;
Hayat denen dâirede kısır döngü içindeyiz.
Eskimo da, Maori de uzak değil Sana oğlum;
Bir odada say kendini, eğer gönlün ister ise..
Kararların Senin ama, neticeden kimler mesûl?
“İNSAN” sam ben, bunda benim de payım var.
Affedecek bulamazsın, ne havarî ne de resûl;
Dibe çöker, yok olursun; kurtaramaz hiçbir kimse!!
ONLARIN HİKÂYESİ-10
Devam edecek.......