Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '09

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Onun adı grip, bizim durum garip..

Onun adı grip, bizim durum garip..
 

2009 Nisan’ında Meksika’daki bir çocuğun geçirdiği gribin etkeninin tespitiyle dünyanın H1N1 serüveni de başlamış oldu. Daha sonra virüs hızla bölge ülkelerine ve dünyaya yayıldı. Meksika’daki çocuk belki ilk hasta değildi, ama ilk tespit edilendi. Bölgedeki çiftliklerdeki domuzlarda virüse rastlanmasa da hastalanan domuzların tahlil sonuçları çıkana kadar çoktan ölmüş olabileceği düşünüldü. Hatta belki de bazı bilim adamlarının söylediği gibi virüs domuzdaki evrimini on yıllar önce tamamlamış ve belki de bundan önce de insanlarda bilinmeyen salgınlar yapmıştı. H1N1’in salgın yapacağı anlaşılınca Sağlık Bakanlığı hızla aşı almak için harekete geçti.

Ülkemizde Sağlık Bakanlığı bence daha önce görülmemiş bir hızla duruma müdahale etti. Tüm dünyanın aşı almak için sıraya gireceği ve üretici firmaların da 2-3 tane olduğu düşünüldüğünde erken hareket etmenin ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Bu sefer başarmıştık: Ülkemiz gündemin gerisinde kalmamış, bir üçüncü dünya ülkesi gibi olayı geriden izlememişti. Siparişler verildi ve aşılar beklenmeye başlandı. Tabii bu arada (geniş anlamıyla) muhalefet de boş durmayacak ortalığı karıştırmaya başlayacaktı. Verilen tepkilerde aşıya kaç para verildiğinden girilecek; aşının yan etkilerinden, ölümcüllüğünden çıkılacaktı. Ülkemizde klasik olarak her aşı kampanyası döneminde bir “kısırlaştırıyormuş” paranoyası ortaya çıkar. Bu endişe her şeyin önüne geçer. İşin ilginci ise bu soruyu 50 yaşlarında birçok çocuğu olan insanların sorması. Hatta arkadaşları espriyle karışık “Ne yapacaksın, yeterince çocuğun yok mu?” deseler de bu konu onlar için önem arz etmektedir. Aşı muhalifi cephenin ülkemizde en çok yaydığı fısıltı gazetesi haberi budur. Bu konu hakkındaki aşırı ve bazen de gereksiz duyarlılık her zaman kullanılmıştır bu cephe tarafından. Yan etkiler konusunda suçlanan bir etken de aşı içindeki adjuvan maddedir. Adjuvan madde aşının bağışıklık yapma gücünü artırmaktadır. Yan etki yaptığı konusu ise kesinlik kazanmamıştır. Ama yan etki yaptığı iddiaları ABD’de birçok davaya konu olduğundan ve istenen tazminatların yüklü olması ABD’yi adjuvan içermeyen koruyuculuğu daha az, yan etkisi daha fazla olan canlı aşılara yönlendirmiştir. Oysa ABD’ye adjuvansız aşıyı veren ülkelerin dahi adjuvanlı aşı kullandığını düşünürsek, bizde hükümeti Amerikancı olmakla şuçlayan çevrelerin neden Avrupa yerine Amerikayı işaret ettiğini anlamakta zorlanırız. Hadi ABD parasını kurtarmaya çalışıyor, biz neyi kurtarıyoruz. Okul çocuklarının “Duydunuz mu Amerika’da aşı olanlar geri geri yürüyormuş!” esprileri düştüğümüz durumu açıkça göstermektedir.

Bir muhalefet milletvekili Türkiye’de kuş gribi vakası görüldüğünde hastalığın görüldüğü bölgelerde bulunan çiftliklerdeki tüm kanatlı hayvanların itlaf edildiğini, ancak bu salgında domuz üreten ülkelerde domuzlara dokunulmadığını anlatmış. Aslında bu soruyu 7.sınıf öğrencisi çocuğum da sordu bana. Ben de ona şu anda domuzların bulaştırıcı konumda olmadığını, virüsün büyük oranda insandan insana geçtiğini, dolayısıyla bu mantıkla –espri ile karışık- insanların da itlaf edilemeyeceğini anlattım. Çocuğum sağlıkla ilgili merak ettiği bir konuyu, çevresindeki en yakın sağlıkçı (sağlıkçı tabirinden huylanmıyorum) olarak doktor olan babasına sormuş ve cevabını almıştı. Ama ülkemizde milletvekili konumuna gelmiş bir kişinin aklına gelen her konuda bilenlere ve uzmanlara danışmadan “patadanak” konuşmasını bir türlü aklım almaz. Sağlık Bakanımızın “Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın da aşı olacağını” duyurmasına kızan Başbakanımız; “Sağlık Bakanımla aynı düşünmüyorum. Vatandaşım kendi isteğine bağlı olarak böyle bir yolu tercih ederse eyvallah. Ama etmiyorsa illa yaptırmalısınız diye bir kampanyanın sürdürülmesi yanlıştır. Cebren bu iş olmaz." demiş ve kızılca kıyamet kopmuştu. Muhalefet için bulunmaz nimetti bu açıklama. Başbakan sanki aşıya karşı imiş gibi gösterildi. Üstelik medyada; konuşmanın orijinali geri planda gösteriliyor iken hala başbakan aşıya karşı imiş gibi haber yapılıyor ya, insanın sinirden gözleri yuvalarından fırlıyor. Biz bu kadar sözden anlamaz bir millet mi olduk yoksa anlamak işimize mi gelmiyor. Konuşma düzgün dinlenirse orada Başbakanımızın aşıya karşı olduğu değil, aşının kampanya haline getirilip halkın aşı yaptırmaya zorlanmasına karşı olduğu açıkça görülür. Üstelik mikrofon tutulan bazı muhalefet milletvekilleri “Başbakan aşı olursa biz de oluruz “diyorlar. İnanmıyorum, siz yine aşı olmazsınız. Bugüne kadar yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatıdır. Bugüne kadar ne zaman onun “ak” dediğine “kara” demediniz sorgulamaksızın. Eski bir Sağlık Bakanımızın “Faz 4” açıklaması ise çok ilginçti doğrusu. Eski bakan aşılamanın Dünya Sağlık örgütüne kıyak olsun diye yapıldığını ve 41 milyon insanımızın Faz 4 elemanı olarak kullanıldığını iddia ediyor. Dahası da aşının henüz Faz 1 ve Faz 2 evresini tamamlamadığını söylüyor. Yani demek istediği şey şu: Daha ilk inceleme evresini dahi tamamlamayan aşılar, geniş çevrelerde inceleme gerektiren daha ileri fazlar için bizim üzerimizde deneniyor. Diyelim ki dediğiniz doğru Sayın Bakanım. Madem henüz ilk fazları dahi tamamlanmadı bu aşının, siz neye dayanarak bu aşıdan kaç kişinin öleceğini, kaç kişinin felç olacağını söylüyorsunuz; üstelik aynı konuşmanın içerisinde. Aşının komplikasyonlarının istatistiklerini veriyorsanız fazlar tamamlanmış demektir. Fazlar tamamlanmadıysa bu rakamlar nereden çıktı. Sayın Durmuş, aşıdan meydana gelecek ölüm ve felç rakamlarını verirken Amerika’da 1976 yılındaki salgın esnasındaki aşılamayı referans alıyor ve o aşı ile bugünkü aşıyı aynı sayıyor. Oysa bugünkü aşıyı tarif ederken, yeni aşı olduğunu ve incelemelerinin tamamlanmadığını iddia ediyor. Bu tezatı sanırım yine kendisinin çözmesi gerekiyor. Sayın Osman Durmuş şimdi farklı söylüyor: “Ben hiçbir zaman aşı yaptırmayın demedim” diyor. Doğru! Öyle demedi. “Aşı yaptırmayın” demedi, “Aşı yaptırırsanız ya ölürsünüz ya da felç olursunuz” dedi. Arada fark var!

Biz millet olarak geç kalmayı çok severiz. Şimdi de aynı şey telkin ediliyor. Bekleyin başkaları aşılarını yaptırsın, onlara bir şey olmazsa biz de yaptırırız. Trenin son vagonu olmak çok mu hoşumuza gidiyor acaba. Yazının başında da belirttiğimiz gibi belki de tarihte ilk defa bir konuda erken davranmıştık; ama bu fırsatı da ölçüsüz muhalefet ve direnç yüzünden elimize yüzümüze bulaştırdık. Beklenseydi “Nerede bu devlet!” diyeceklerdi, şimdi ise “Ne bu acele!”deniyor. Biz iflah olur muyuz? Bugünlerde herkesin dikkatli olması, söyleyeceklerini tartarak söylemesi gerekiyor. İnsan sağlığının ve hayatının şakası olmaz. Bu konu siyaset de kabul etmez. “300 kişi ölecek, yok 3000 kişi ölecek” tartışmaları anlamsızdır. Bir kişi dahi ölecek olsa o kişiyi kurtarmak için elimizden geleni yapmamız gerekir. Ki o kişinin kendimiz veya bir yakınımız olabileceğini göz önüne alırsak… Bir de şu var; bu aşının mevsimsel grip aşısıyla hiçbir farkı yok. Her yıl para verip mevsimsel grip aşısı yaptıranlar bile bedava olduğu halde bu aşıyı yaptırmak istemiyor. Oysa bu senenin moda virüsü H1N1. Belki de bu aşıyı bedava yapmak yerine ücretli hale getirmek lazım ki kıymeti anlaşılsın. Başbakanımıza şu konuda katılıyorum: Kimseyi aşı konusunda zorlamamak lazım. Bu, halkın özgür iradesiyle alacağı bir karar. Ancak halkın da düşünmesi gereken şudur ki; aşı sadece kendini korumak demek değil, çoluk-çocuğunu, eşini-dostunu, akrabasını, komşusunu da korumak demektir. Aşı olmak için illa da “Aşı olunacak, ol!” komutunu beklememek gerekiyor. Bu tip konularda siyaseti değil yetkili bilim adamlarını takip etmek en faydalı yoldur. Ancak yetkililerin de konuşmalarında sert üsluplar yerine; aydınlatıcı, bilgi verici ve itidali öneren tarzı tutturmalarında yarar var.

13.12.2009 saat 17.20

 
Toplam blog
: 32
: 859
Kayıt tarihi
: 04.12.08
 
 

Hayatı yaşanabilir kılan bilgidir... Vakit buldukça yazmaya çalışıyorum. Yazılamayan, kaydedileme..