- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Onun adı mutluluk (1)

Her daim gittiğim türkü evinin önünde rastlardım ona.
Türkü evinin önüne karargâh kuran bir asker gibiydi adeta.
Gülümserdim onu her gördüğümde!..
Yalnızca gülümserdim!..
O da gülümserdi bana.
Yalnızca gülümserdi !..
Ta ki, o güne kadar!
O gün gülümsemenin daha ötesinde bir şey yaparak yanıma kadar geldi ve kolunu omzuma atarak, yanımıza yaklaşan güvenliğe ben bu ablayı çok seviyorum dedi.
Güvenlik ise bana zarar verebileceğini düşündüğünden olsa gerek, ablayı fazla rahatsız etme Burak dedi.
Rahat ol dedim güvenliğe.
Ve elimi onun omzuna atarak, ben de seni çok seviyorum dedim ona!
Yüzünde güller açtı sanki.
Böyle bir ilgi beklemediğinden olsa gerek, dönüp dönüp tekrardan sarılarak ben bu ablayı çok seviyorum yaaa diyordu. Ne kadar da acıkmıştı sevgiye. Güvenlik ise tedirginliğini üstünden atamamıştı hala.
Bırak dedim tekrardan güvenliğe, istediği gibi davransın ondan bir zarar gelmez bana.
Ondan hiç kimseye zarar gelmezdi aslında. O ne bana ne de çevreye zarar verebilecek kapasitede bir canlı değildi çünkü.
Onun yüzünde kocaman bir ay gülümserdi daima…
Dolunay; onun yüzünden ilham alıyordu adeta.
Gözleri mavi yeşil arası bir renk, saçlarıysa sarıydı.
Ve o sarı saçlar yaşıyla tezat oluşturabilecek bir biçimde yanlardan açılmaya başlamıştı.
Adının Burak, yaşının yirmi iki olduğunu güvenlikten öğrendiğim Burak; büyük bir ihtimalle dawn sendromlu bir gençti.
Bir an onun yerinde olmak ister miydim acaba diye sordum kendime?
Bir yanım; evet onun yerinde olmak isterdim diyordu.
Diğer yarımsa; hayır onun yerinde olmak istemezdin asla kendini kandırma diyordu.
Neden mi?
Hani; mutluluğun resmini yapabilir misin diye soruyordu ya Nazım Hikmet; bir şiirinde Abidin Dino’ya. Burak’ın yüzü, o sözü edilen özlenen mutluluk resminin ta kendisiydi de ondan.
Hayır, seçeneği aklıma geldiğinde ise bir birey olarak kendi kendine yetebilme, hiç kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde durabilme, kendine ve çevresine değer katabilme seçenekleri ağır basıyordu.
Oysa tüm bunları yapan bizlere oranla Burak çok daha mutlu görünüyordu.
Neydi peki onu bu kadar mutlu kılan?
Beklentilerinin az oluşumuydu acaba? Belki de çalışmak zorunda olmayışıydı. Kim bilir.
Belki de yaşamı sorgulamadan olduğu gibi kabullenerek çırılçıplak yaşamasıydı en önemli neden.
Biz sorgulamıştık ta ne olmuştu sanki neyi kimi değiştirebilmiştik ki.
Ne kadar isterdim aslında onun beynine girebilmeyi, onun dünyasında neler olup bittiğini tüm çıplaklığıyla görebilmeyi.
Ne kadar isterdim beynimin içinde cirit atan tüm sorulara yanıt bulabilmeyi?
Ve en önemlisi onun kadar mutlu olabilmeyi, ne kadar çok isterdim!..
Ne denli özlediğimi fark ettim birden böylesine sevilmeyi…
Ya da onun bana verdiği gibi bir enerjiyle sevildiğimi hissedebilmeyi.
Onun ki; türlü ayak oyunlarından uzak, katışıksız, saf, rafine bir sevgiydi çünkü.
Kaç yıl geçmişti sahi aradan, bir zamanlar sevdiğim insanla aramızda olduğunu farz ettiğim sevgi duvarının ilk tuğlası kırılıp, yıkılmaya başlayalı. Belki de hiç var olmamıştı da ben öyle görmüştüm. Ama böyle düşünerek kendimi üzmenin de bir alemi yoktu.
Konumuz Burak’tı şimdi.
Peki; neydi Burak’ı o gün bana getiren neden.
Neden dün değil, ondan bir önceki gün değil, haftalarca, aylarca önce değil de o gün gelmişti bana?
Çünkü kendinden hiç beklemediğimiz halde onunda ölçüp, biçme, tartma ve değerlendirme güdüleri vardı da ondan. Her ne kadar down sendromlu olsa da.
Onun için diyorum ki; etrafımızda bulunan ve sırf bizden farklı olduklarından dolayı selam bile vermeye değer bulmadığınız tüm insanlara öncelikle nefes alan canlılar oldukları için değer verelim.
Onların da en az bizler kadar sevgiye ve ilgiye ihtiyacı olduklarını unutmayalım, hatta daha da fazlasına. Kim bilir belki bir gün, en ihtiyacınız olduğu anda sığınabileceğimiz tek liman kalır onların sıcacık kalbi. Ha ne dersiniz? Olmaz olmaz demeyin, neler oluyor hayatta.
Sevgiyle…
“En basit tanımıyla Down Sendromu; çocuğunuzun vücudundaki hücrelerin 46 yerine fazladan bir kromozoma, yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılıktır.”
05/03/07
02:21
Aynur Sarıkaya