Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Aralık '11

 
Kategori
Fotoğraf
 

Optilasyon ile gözün farkı şudur ki; her ikisi de birbirinin gördüğünü çoğu kez görmez

YAZI DİZİSİ: 15

Türk insanı – Türk’ün san’at anlayışı – Türk fotograf tarihçesine özet bakış –  Türk’ün Dünya ülkeleri önünde medeniyet katına çıkamama sebepleri – San’at dünyasında acı rekabetin vurduğu piyasa ve iş adamları – Adı rekabet olan, aslı rezaleti aşamayan işler sonunda, bugün Türkiye’nin vardığı olumsuz  neticeler.

“- Hayat fotograf gibidir. Tebessüm et ki, güzel çıksın.” derdi, rahmetli ilk eşim. İkimiz de aynı gün yaklaşık aynı saatlerde doğmuştuk. O gerçekten çok güzel tebessüm ederdi. Bense ömrümün o yıllarında, nedense çoğu zaman asık suratlı olmayı marifet sayardım. Yurt dışına oldukça uzunca bir seyahat yapmıştık. Döneceğimiz sabaha sayılı saatler kalmıştı. Bir piknik yerinde son pazarın coşkusu ile neş’eliydik. Ben hatıra olsun diye, hem fotograf, hem de 8mm film çekiyordum. Sonra eve doğru yola koyulduk. Beklenmedik bir kaza oldu. Ve eşim kuzeninin taklaklar atan otomobilinden otobana fırladı. Beş dakika sonra, hastahanede müdahaleye alınmış olmasına rağmen, kurtarılamadı. Ve Hakk’ın aguşuna yürüdü. Bu olaydan aylar sonra, o süreçte şart olduğu üzre: Avrupa’ya banyoya yolladığım film ve fotograflar, OnBeş gün sonra banyodan geri geldi. Onları elem ve kederle seyir ederken, birden bire fark ettim ki; o günkü çekimlerin sonlarına doğru, eşimin gözlerinde, çekim esnasında benim amatör akılla fark edemediğim, hem filmde hem de fotograflarda, karelerce ölüm korkusu var. O korkuyu görememiş olmak, ne büyük bir gaflet, dalalettir ve salaklıktır... Bunun adı bence tas kafalılıktır. Böyle bir şey, ancak içinde beyin olmayan bir kafatasının işi olabilir. Elin tetikte, ya da deklanşörde ama, ne çektiğinin bile farkında değilsin!.. Çektiğini bile görmüyorsun. İşte bu durum bana halâ utanç vermektedir.

Farkındalık, bazen Seksen yaşındaki insana bile nasip olmazken, çok küçük bir çocuğa nasip olabilir. Birçok insanın fotografları hakkında konuşurken, Onların o fotograf kadrında, amaçladıkları fotograf dışında, daha nelerin bulunduğunu hiç fark etmemiş olduklarına şahit oldum?!. Bu sebeple çok büyük bir Dünya duayeni ile sert Bir kapışma yaşadığımızda; Onu evire çevire, kendi fotograflarında, o güne kadar hiç görmediklerini, burnunu sürte sürte, göstere göstere, öyle bir noktaya getirdim ki; adamın eline silâh versem, beni vuracak haldeydi. Ancak bu anlattığım, çok ciddi bir husustur. Fazla müthiş zannedilen nice fotografta, amaç dışı birçok nesne bulmak çok olasıdır. Bu sebeple ve öncelikle duayenler kendilerini eğitmeliler, sonra da eğittikleri talebelere bu konuda, müzahir olmalıdırlar.

Burada daha da komik bir konuya değineceğim. Gecede İki saat uyku, her ay çok uzak mesafelere yolculuk, taşınan onca yük ve sistem kurulumları, senaryo yazımları, senaryo tahlilleri, çekimler, montajlar, her gösteride çalışan aletlerin, her an hata yapma ihtimâlinin stresi  derken, sinirlerimin zayıfladığı ortaya çıkınca, hiç kimseyi ve müşteriyi riske atmadan, bir psikologa görüneyim, dedim. Doktorum, test için beni başka Bir doktora yolladı. Dr. Hanım bana bazı fotograflar gösterip, bu fotografları yorumlamamı istedi. Bir, İki, Üç fotograf derken, önüme bir fotograf geldi. Ön plânında bir hayat kadını bir erkeği kolundan çekiyor. Erkek de ikrah ile kadından uzaklaşmak istiyor. Arka plânda da bir Kızılay afişi var. Umumhane gibi bir yer olduğu diğer aksesuardan da belli olan o mekânda, Kızılay afişinin bulunmasına akıl erdiremediğim için Dr. Hanıma “- Burası umumhane gibi Bir yer olsa gerek. De; arkadaki bu Kızılay afişi orada ne arıyor?” dedim. Dr. Hanım büyük bir hayretle ve Bir nida sesi ile afişi ilk def’a gördü. Ve “- Allah Allah orada bu afiş ne arıyor?” dedi. İyi de bilecek olan ben olsam, ben doktor olurum. Kaldı ki, ben bu afişi görüp, ama doktora bir şey sormadan, o afişi de dikkate alarak bir yorum yapsam, kadın bana acaba ne teşhisi koyacaktı? İki fotograf sonra da tire fotografa çok yakın S&B Bir fotograf koydu önüme. Bu fotografta da Bir adam kapkaranlık Bir odadan apaydınlık Bir güne pencereden bakmaktaydı. Ve tam sol alt sağ üst çaprazının altın bölünümünde, çok minik beyaz bir nokta vardı. Yine ben o beyaz noktayı Dr. Hanıma gösterip, anlatımımda o noktayı da dikkate almam gerekip gerekmediğini sordum. Dr.Hanım tekrar fotografa saldırdı. Ve ilk kez hayretle o noktayı da gördü. Benim tat ve tuzum tamamen kaçmış olmasına rağmen, teste tabiî devam ettim. Bir hafta sonra o testi değerlendirecek doktorun önündeydim. Şaşkın hanım doktordan aldığım kapalı zarfı kendisine verdim. Açıp okumaya başladı. Tam ÜçBuçuk sayfa bir rapor vardı ortada. Demek iflâh olmaz bir deliydim. Doktor raporu okuyup bitirdi. Ve aynen Ermeni lehçesi ile şöyle dedi. “- Sana deli demişlerse bok yemişler. Ulan Sen zır delisin. Herkesin raporu 1/3 sayfa. Seninkisi ise ferman. Doktor hanım çıldırmadı ise; verilmiş sadakası vardır. Bu kafa ile karıyı perişân ettiysen, bende Ona hasta yollayacak yüz kalmamıştır. Onunla aramızı bozmaktır niyetin?!.” dedikten sonra, bana temeli “boş ver” üzerine kurulu, Bir diskur çekti. Yani benim asla yapamayacağım, yerine getiremeyeceğim, Bir diskurdu bu.

Alman atasözü Türkiye’de de son senelerde bilinir oldu. “Şeytan ayrıntıda gizlidir.” Dikkat edecek olursanız, bu yazı dizisinin en başından beri, çok büyük olaylar, esasen çok küçük ayrıntılardan ibaret. O ayrıntılar ve o ayrıntıları ıskalamış olma sebebi ile herkesin durumu belli. Tabiî bu ayrıntılara hem bu ülkede, hem de Dünya’nın başka yerlerinde, dikkat eden, nadide kişiler de yok değil elbet. Onlara da aşk olsun doğrusu. Hem kendileri, hem milletleri, hem ülkeleri için, ne güzel insanlardır Onlar. Ve aslında cemiyetler, o insanlar sayesinde kalkınır ve yaşarlar. Bazı cemiyetler de, o insanlarını kaldırıp çöpe atar. Allah hiçbir millete şişirme ve giydirme cemiyet ahlâkı nasip etmesin. Ancak şişirme ve giydirme cemiyet ahlâkı olan milletlerde, tavşanlar eteklerinde dolaştıkları dağları, tanımaz ve inkâr ederler. Sonra da kindi cüsseleri kadar minik kum tepelerini, İlâh ilân ederler...

Hem Siz sevgili okurlarıma iyi hafta sonları diliyorum. Hem müsaadeleriniz ile iki gün kadar, ekrandan dolayı çok yorulan, ameliyatlı gözümü dinlendirmek istiyorum. Hem de manen, ruhumu, özümü, beynimi yoran bu yazı dizisinden, biraz uzak kalmak istiyorum. Zîrâ, bu tür bir yazı, benim aklıma da ahlâkıma da, seviyeme de seciyeme de ters düşen, bir durum arz ediyor. Diğer bir yanda da bunu yapmazsam, başkasının yapması ihtimâli de yok. Bu kerre de, bu sahada dahî, “Yapanın yanına kâr kalma durumu,” bu ülkede adet olacak. Futbolda şikeye bakın. Başlı başına bir garabet. TBMM kanun değiştiriyor. Bu ayrı bir garabet. Cumhur Reisi haklı olarak veto ediyor ama ders alınmıyor. İki ucun Bir ortası bulunamıyor. Hepsi bir garabet. Sebep çok basit. Türkiye baştan sona kızağa çekilmek istiyor. Bu millete artık kalafata çekilmek yetmiyor. San’atından sporuna, siyasetinden üniversitesine, tıptan hukuka kadar. Bu ülkenin her ferdine sağlam bir kızak ve baştan sona zımpara, raspa, boya, bakım gerek. Aksi halde bu tekneyle enginlere yelken açmak, abesle iştigâl demek...

 Haydar Volkan,

Çiftehavızlar: 09.12.2011

Bu yazı dizisi, başlığındaki konularla ilgili olarak, devam edecektir. Lûtfen takip ediniz. Ki; bilmediğiniz çok enteresan konulara vakıf olunuz. Hem kendinizi hem de çevrenizi tanıyınız. 

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara