Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Orta Doğu nereye gidiyor?

Orta Doğu nereye gidiyor?
 

Türkiye ve Orta Doğu (Sanal ortamdan alıntıdır)


Orta Doğu içinde bulunduğumuz en sorunlu bölgelerinden biri. XIX yüz yılda Batı’nın Osmanlı’ya ve İran’a yönelik olarak geliştirdiği ‘’Şark Meselesi’’, XX. Yüzyılın başı ile birlikte önce Yakın Doğu sonra da Orta Doğu kavramı eşliğinde çok yönlü gelişmelerin odağı olur. Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki Orta Doğu toprakları 2.000 (iki bin) yıldan bu yana var olan çatışmaların, çekişmelerin, gizli ya da açık savaşların her türlü kıvılcımını bugün de içinde barındırıyor. İşin içine siyasi ve diplomatik çekişmeler yanında ''petrol'' adlı ''kara altın'' ile aşırı sanayileşmenin sonucu olarak, işin içine başımıza musallat olan ''küresel ısınma'' yüzünden ''tatlı su kaynakları'' da girince sorunların önemi daha da artmaktadır.

Doğu ile Batı arasında maddi manevi her anlamda bir köprü olan TÜRKİYE tarih boyunca da görüldüğü gibi ne Balkanlar ne Kafkaslar ne de Orta Doğu'daki gelişmelerden uzak kalabilir. Unutmayalım ki Osmanlı Devleti’nin Batı'ya doğru ilerleyişi hangi sebepler çerçevesinde tartışılır ise tartışılsın: Mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti Orta Doğu'ya yönelik Haçlı Seferleri'ni durdurmuş ancak sanayileşen Batı karşısında dayanamamış Balkanlar ve Kafkaslar yanında Libya’dan Yemen’e, Irak’tan Kıbrıs’a kadar uzanan alanlarda kendisini feda etmiştir. Bu yüzden Türkiye tarih boyunca olduğu gibi bugün de Orta Doğu için gerekli bütün imkânlarını kullanarak eski yurttaşları ile paylaştığı yüzlerce ortak paydalar üzerinden giderek; son yüz yıl içerisinde ''yapay olarak yaratılan'' soğuklukları ortadan kaldırmak ve çağımızın gerektirdiği her türlü işbirliğini tesis etmek durumundadır.

Özellikle Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU'nun ‘’Stratejik Derinlik’’ yaklaşımları çerçevesinde başlatmış olduğu çabalar doğrultusunda, bütün pürüzlere rağmen, umarım Orta Doğu yeniden bir barış ve kardeşlik sahası olabilecektir. Bu yaklaşımlara bağlı olarak, on ay kadar öncesine gitmekte yarar vardır. 19-20 Ekim 2009 günlerinde İstanbul'da ilk olarak düzenlenen İstanbul Forumu ile Orta Doğu'nun geleceği için, yaşanan sorunlara rağmen, artık ümit var olunması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye ilk olarak Orta Doğu için siyasi, ekonomik ve kültürel yaklaşımları içeren bir yaklaşım ile Orta Doğu'daki varlığını daha bir vurgulamak istiyor.

Uluslararası nitelikteki İstanbul Forumu Gala Yemeği açılışında yaptığı konuşmada TBMM Başkanvekili Nevzat PAKDİL'in de belirttiği gibi: ''Orta Doğu bölgesi dünyanın en önemli ve stratejik bölgelerinden biridir ve Türkiye’nin de yanı başındadır.'' Ege Denizi'nden Afganistan ile Pakistan'a Azerbaycan'dan Umman Denizi'ne kadar uzanan bu geniş alanlardaki ''petrol kaynakları'' belli başlı sorunları tutuşturabilecek güçte bir etken olduğunu son yüzyıl boyunca yaşanmış olan; savaşlar, darbeler, saldırılar, göçler, toplu katliamlar, işgal hareketleri ve iktidar mücadeleleri gibi acı olayların başlıca müsebbibi olarak tarihteki yerini almış bulunuyor.

İstanbul'da düzenlenen bu Forum: Dünya Siyasetinde Ortadoğu: Sorunlu Bölgede Güvenlik Arayışı adını taşıyordu. İşte bu yüzden İstanbul Forumu ''bölge barışı'' açısından umulur ki geleceğimize ışık tutacak nitelikte adımların atılması ve bazı sorunları da ivedilikle çözüme kavuşturulması yolunda ilk işaretlerini görmeyi arzuladığımız, önemli bir toplantı olmuştur. Uluslararası İstanbul Forumu'nun 19 Ekim'deki açılış konuşmasında Başbakan R.Tayyip ERDOĞAN da: ''Türkiye'nin dünyanın önemli aktörlerinden biri’’ olduğunu ve ''dış ülkelerin müdahaleleri ile Ortadoğu'da’’ barışın tesis edilemeyeceğini vurgulamıştı.

Eski dönemlere gidecek olursak; tarihte ilk yazıyı bulan Sümerler'in ve peşinden de Asurlar'ın vatanı olan: Heredot'a göre İhtişamlı Babil'in bulunduğu ve HİTİTLER ile MISIRLILAR arasında ilk yazılı antlaşmanın yapılmış olduğu coğrafyanın adıdır Ortadoğu. Atina fatihi Makedonyalı Büyük İskender'in on bir yıllık (İ.Ö. 334-223) seferlerinin ardından Helenistik Dünya, Mezopotamya, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma, Küçük Asya ve Suriye, Kutsal Topraklar, Yakın Doğu ve bugün artık Ortadoğu olarak adlandırılan geniş bölge 11 Eylül Saldırısı'nın ardından bugün artık yeniden şekillenmeye başlıyor.

Hatırlanacağı gibi Türkiye'nin yıllardan beri uğraşmış olduğu ''acımasız ve sinsi terör'' bu kez İngiltere ile İspanya'dan sonra Amerika'yı vurmuş; peşinden de ''terör, din ve medeniyet'' içerikli tartışmalar uzun süre gündemde kalmıştı. ABD eski başkanlarından Bill CLINTON’a uluslararası bir toplantıda: “Sayın Başkan, halefiniz Bush önce Afganistan’a sonra da Irak’a saldırdı. Sizce hangi mantıkla yaptı bunları? Amerikan toplumu buna nasıl izin verdi?” diye sorduğunda çoğu zaman güler yüzlüğünü bırakmayan Bill CLINTON sanırım, bu kez, az da acıklı bir gülümseme ile şu karşılığı verir: “11 Eylül Saldırısı Amerika’yı bir beyin travmasına sürükledi. Mantık filan kalmadı.” Ne yazık ki olan bitenleri göz önüne getirdiğimizde O'nun bu konuda ne kadar isabetli bir tasvirde bulunduğunun takdirini siyaset bilimcilerinin takdirine sunmaktan başka çaremiz yok.

Washington Yakın Doğu Enstitüsü Uzmanı Helena Kane FINN, ABD eski Başkanı G.W. BUSH ile Başbakan Bülent ECEVİT'in 16 Ocak 2002'de: Orta Doğu, Kıbrıs ve terör odaklı görüşmeleri için yazmış olduğu raporunun sonunda: ''...İSLÂMİYET ile Batı Dünyası arasında her hangi bir çatışmanın şart olmadığını'' ve ''Modern Müslüman bir toplum olan TÜRKİYE ile AMERİKA arasında karşılıklı saygıya dayalı yakın dostluğun, terör ve Orta Çağ anlayışı nedeni ile bozulmayacak kadar kuvvetli bir bağ'' olarak değerlendirmesi Türkiye'nin elini güçlendiren bir görüş birliğini de ortaya koyuyordu.

Özellikle ''dünya barışının sağlanması ve küresel krizin ez az zararla atlatılması'' konularında umut bağlanan ABD'nin hukukçu başkanı Barack H.OBAMA Başkan G.W. BUSH tarafından ''11 Eylül Saldırısı'nı yapan teröristleri cezalanmak ve bu ülkelere demokrasi getirmek için'' konuşlandırıldığını ''Afganistan ve Irak'taki askerlerini önümüzdeki bir kaç yıl içerisinde ülkesine çağıracak. Bu durumda Afganistan'ı da kapsayan Orta Doğu coğrafyası gelecekte mümkün olduğu kadar istikrarlı bir biçimde yaşayabilsin, diye atılması gereken adımların da şimdiden iyi düşünülmesi gerektiği çok açık.

İşte bu yüzden Dışişleri Bakanı Ahmet DAVUTOĞLU'nun özellikle vurgulamış olduğu ''Jeopolitik, jeoekonomik ve jeokültürel'' temellendirmeler, eğer gerekli çalışmalar yapılabilir ise Ortadoğu'nun geleceği için en önemli dayaklardır bence de. Suriye ile Ürdün'de toplum bilimci bir belgeselci olarak bulunduğum günlerde yapmış olduğum gözlemlerim ile çadırdaki bedeviden Devlet yetkililerine kadar konuştuğum kişilerden edindiğim bilgilere göre Orta Doğu bir zamanlar yaşamış olduğu kabadayılıklar sonucu tatmış olduğu ezik durumunu ve kendi yalnızlığını sorgulamaya başlamış bulunuyor.

Bana göre bu iki ülkedeki kamuoyu TÜRKİYE için belleklerde olduğu kadar çağın ihtiyaçları bakımından da çok önemli bir yer tutuyor. Bu yüzden de ABD bu bölgeden daha fazla yara almadan çekilmek zorunda. Ne ki yaklaşmakta olan ÇİN karşısında alınması gereken tedbirler bakımından tek tek Orta Doğu'lu ülkeler kadar TÜRKİYE de ortak değerlerimizden gelen gerçekçi duruşunu sergilemek ve savunmak durumundadır.

Unutulmaması gereken bir husus da politikalar oluşturulurken; kültür anlamında insanın maddi olduğu kadar manevi yanları ile bir bütün olduğunu bilerek ilerlemek gerçeğidir. Bu bakımdan Orta Doğu milletlerini birbirine bağlayan anıt mimari eserler ile medreseler yanında ''müzik'' ve ''drama'' konusu da akıldan çıkarılmaması gereken araçlardır bana göre. Orta Doğu ekonomik yönden bir anlamda dünyaya kafa tutabilecek bir güçtür de. Bu anlamda sadece dünya petrol üretimin üçte biri Orta Doğu ülkelerinin topraklarından çıkıyor, demek bile yeterlidir sanırım.

24 Ocak Kararları ile birlikte içine sürüklendiğimiz ''piyasa ekonomisi'' yüzünden rafineri çıkışı litre başına yaklaşık 60- 70 (altmış ya da yetmiş) kuruş olan benzini 3, 50.-TL olarak satın almak zorunda kalıyoruz. Ne yazık ki bu alandaki fiyatlar azalmıyor, sürekli olarak yükseliyor. Bu da sanayide işlenen petrol türevlerinin fiyatlarındaki oynaklığın ve hayat pahalılığının başlıca nedenlerindendir. Umarım yakın bir gelecekte IRAK ve SURİYE ile gelişecek olan ticaretimiz, bu açmazımızı en az seviyeye indirecektir.

Bugün içinde nice olumsuzlukları taşıyan küreselleşme kapsamında Yeni Bir Dünya şekillenirken Orta Doğu da herkesin gıpta edeceği siyasi ve ekonomik birliktelik için Türkiye’nin ısrarlı tutumları çerçevesinde artık yola çıkılmış bulunuyor. Bilindiği gibi Başbakan R.Tayyip ERDOĞAN da bu yıl yaptığı bir konuşmasında: ''Bölgenin, yeniden bir kültür, bilim, sanat, barış ve huzur havzası'' haline gelmesini arzuladıklarını da belirterek ''Bölgemizin istikrarını etkileyen sorunlarla ilelebet yaşamak istemiyoruz. Çatışmaların değil, barışın, korkunun değil, güvenin, terör ve şiddetin değil, huzurun, açlık ve fakirliğin değil, refahın hâkim olacağı bir Orta Doğu inşa etmeyi hedefliyoruz'' diyerek sorunlarından arınmış bir Orta Doğu arzulamış olduğunu dile getirmiştir.

İstanbul Forumu kapsamında TBMM Başkanvekili Nevzat PAKDİL'in de vurgulamış olduğu gibi: ''Türkiye son yıllarda İsrail-Suriye görüşmelerinde arabuluculuk yapmış, Lübnan’da istikrarın sağlanmasına katkı sağlamış, Suriye-Irak krizinde yapıcı bir rol oynamış, Filistin’de taraflar arasında diyalog sağlanmasına çalışmış ve genel olarak barış, istikrar ve çözümden yana kapsayıcı ve gerçekçi bir tavır sergilemiştir.'' Orta Doğu'daki ihtilâfların giderilmesi konusunda gerçekleştirilen bu gibi diplomatik çıkışlar bakımından TBMM Başkanvekili Nevzat PAKDİL'in geleceğe yönelik olarak söylemiş olduğu aşağıdaki sözler de Türkiye'nin artık uzun bir hazırlık döneminden sonra Orta Doğu için kararlı bir duruş için sesini yükseltmekte olduğu gerçeğidir: ''Orta Doğu’da iç içe geçmiş sorunların çözümü için kapsamlı bir yaklaşım ve uluslararası toplumun aktif çabası gerekmektedir. Bu vesile ile Orta Doğu’da müzakereler yoluyla elde edilecek bir çözümden başka bir alternatifin olmadığının altını çizmek isterim. Türkiye olarak hedefimiz adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılması amacıyla Orta Doğu Barış Süreci’nin bütün kanallarının belirlenmiş bir takvim çerçevesinde biran önce canlandırılmasıdır.''

İşte bu çerçevede umulur ki ''iyi, doğru ve güzel'' yaşamak ve yaşatmak azmimizdeki kararlılıklarımız; bir türlü azaltılmasına ve yok edilmesine karar verilmemiş olan silahların acımasızlığı ile duraksamaz. Bu bakımdan çok geniş alanları kapsayan Ortadoğu çatışmaların değil, siyasi ve ekonomik olduğu kadar kültürel açılımlardaki uzlaşmalar yanında insan haklarının titizlikle yaşanabileceği bir bölge olabilecektir. Ne ki abluka altındaki Gazze kentine insani yardım götürmek için yola çıkan Mavi Marmara Gemisi ilk baştan beri iyi yönetilemediği için dokuz yurttaşımız İsrail askerlerinin saldırıları ile hayatını kaybetmiş ve kazanılması umulan diplomatik başarılar da zaman yayılmış bulunmaktadır.

Beslenen bütün bu umutların ve yaşanan acıların gölgesinde oturup uzun uzun düşünmemiz gerekiyor. İlk sorumuz da Orta Doğu nereye gidiyor, olsa gerek.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..