Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '11

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlı'da Haremin gerçek yüzü (3)

Osmanlı'da Haremin gerçek yüzü (3)
 

 

KÜÇÜK ŞEHZADELER  

Haremin sık sık tanık olduğu “veladet” (şehzade, sultan doğumları) olayları da birer eğlence vesilesiydi. 

Şehzade ve sultan doğumlarında, dışarıdan sütanneler getirilir, bebekler annelerinden ayrılır. Böylece hasekilerin kıskançlığı engellenmeye çalışılırdı. Şehzadeleri sütanneler emzirir, dâye cariyeler büyütürdü. Has odalı üç ağa (İç oğlanı) lalalıklarına atanır, ancak bu ağalar Harem’e giremezlerdi. Şehzadeler, altı yedi yaşlarına kadar, anneleri ile görüşürler, dokuz yaşına kadar Harem’in bütün mekanlarında dolaşabilirlerdi. 

Fakat daha sonra Mabeyn dairelerine yerleşir ve okumaya başlarlardı. Padişah babanın ölümünden sonra Şimşirlik veya Kafes Kasrı’na kapatılan şehzadelerin hizmetine veriler cariyeler ise onların kapalı sıkıntılı ve tekdüze yaşamlarına eşlik ederlerdi. 

TRAFİK DURDURAN HALVET GELENEĞİ  

Harem için sevindirici bir haber “halvet”ti. Padişah bahar ve yaz mevsimlerinde, haremden gelen istekleri de dikkate alarak halvet izni verirdi. Hasbahçenin çevresindeki yollar, kapılar kesilir, Sarayburnu açıklarındaki deniz trafiği durdurulurdu. Surların üzerine arkaları dönük olarak sıralanan silahlı Bostancılar, bahçenin her köşesinde yine arkaları dönük nöbete giren harem ağaları, Hasbehçe’nin yakınından uzağından kuş uçurtmazlardı. 

Kıskanç ve mutaassıp kimi padişahların ise halvet günü müezzinlerin ezan okumak için minarelere çıkmalarını yasakladıkları olmuştur. Halvet boyunca cariyeler hasbahçede gönüllerince eğlenirdi. 

Eklemekte fayda var; Harem halkının biniş kapılarından çıkıp hasbahçeye gitmeleri sırasında da geçtikleri yerlere iki taraflı zokaklar gerilerek kapalı bir koridor yapılırdı. İkindiye doğru kızları Harem’e dönmeleri koşuldu. 

Halvet yapılan hasbahçelerde, seralar, limonluklar, setli muhbubiye ve mehtabiyeler, ıhlamurluklar, selsebiller vardı 

CARİYELER NASIL SEÇİLİR, NASIL EĞİTİLİR VE NASIL YAŞARLARDI? 

Sarayla ilgili resmi belgelerde, kendilerine ücret ödenen cariyelerin unvanları ve konumları, padişahla olan ilişkilerine göre belirleniyordu. Harem protokolünün başını çeken valide sultan dahi aslında cariye kökenliydi. Başhaseki ve hasekiler (son dönemde baş kadın ve kadınlar dendi) padişahtan erkek çocuk doğurmuş, eş konumlu cariyelerdi. İkbal sanını taşıyanlar, has odalık ve gözdeler ise padişahın gönlünü çelerek Harem’de ayrıcalıklar elde etmiş cariyelerdi. 

Padişahın özel hizmetlerine bakan deneyimli, görgülü ve kıdemli cariyeler “gedikli” “kalfa”, “usta”, rütbelerini almaktaydılar. Hazinedar, ceşniyar, cameşuy, ibriktar, berber, kahveci, kilerci, kutucu, külhancı, vekil, kethüda, (kahya), saray, katibe, hastalar, ebe, taya, dadı ustalar bu zümrenin en üst tabakasıydı. En yüksek rütbe olan ustalığa yükselenlerin sayısı yirmiye kadar çıkabiliyordu. Başhazinedar ile ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci hazinedar ustalar, padişahın zevkine, eğlenmesine, dinlenmesine, yıkanıp giyinmesine hizmet eder; hatta padişahla danışmanlık yaparlardı. 

Harem için çeşitli yollardan cariye sağlanıyordu. Gayrimüslim uluslardan tutsak edilenlerden başka, saraya cariye sunmak bir rüşvet ve hediye geleneği olduğundan eyalet valilerince gönderilen köle kızlar; İstanbul esir pazarlarına getiriler Rus, Leh, Macar, Fransız, İtalyan, Rum, Gürcü, Çerkes kölelerin en güzelleri Hareme girmekteydi. 

Kırım hanları, boyarlar, akıncı beyleri, Kaptanpaşalar saraya güzel cariyeler sunarlardı. İstanbul esir pazarları üzerinde denetim yetkisi olan Gümrük eminleri de müstesna esir kızları saraya takdim ederlerdi. 

Harem, cariye kabulünde müşkülpesentti. Enderun’a alınan iç oğlanlarının seçimindekinden daha titiz bir seçim söz konusuydu. Bu işi üstlenen usta ve kalfalar güzel, zeki ve becerikli cariyelerin kabulüne onay vermekteydiler. 10 – 18 yaşlarındaki cariyelerin vücutları, kızoğlan kız olup olmadıkları muayene edilir; hastalıklı, huysuz oldukları anlaşılan cariyeler kabul edilmezdi. Nemse, Bosna, Macar, Rus, Kafkas ülkelerinin sarı saçlı, ak tenli, gözleri menevişli güzellerinin, İspanya, İtalya ve Yunan kıyılarının mat tenli siyah gözle dilberlerinin sayısal dengesine de dikkat edilirdi; bunların arasında berberi, zenci, dilsiz, cüce, maskara kızların bulunmasına özen gösterilirdi. 

42, 5 kese bedelle alınan ve Bedricihan adı verilen bir cariyenin muayenesine ilişkin belgede cariye alımında hekime de görev düştüğü “Bunun bir miktar öksürüğü varsa da nevazildir, zararı yoktur deyü hekim cevap verdi” cümlesinden anlaşılmaktadır. Böylece saraya herhangi bir hastalığın girmemesine dikkat edilirdi. 

Bu konuda o kadar başarılı olunmuştur ki, Mustafa Ali, “dahi bir zamanda Saray-ı amirelerine veba girmek ve ensab-ı tahirelerinden (temiz soylarından) birisinin taundan vefat ettiği, işidilmemiştir.” der. 

Haremin alt katlarındaki cariye koğuşlarına gelen kızların tekdüze, kapalı, çileli ve sadece umutlarla renklenebilen bir hayatı vardı. Pencereleri kafesli loş koğuşlarda serilen yataklar, kendi dünyalarından kopartılmış kızların gözyaşları ve hayalleriyle sığındıkları tek yerdi. 

Orada bile her beş cariyenin arasında bir gedikli cariye yatarak kızları denetlerdi. Buna karşın, Hareme özgü pandomimle dedikodu, yapmak veya masal anlatmak, sevgileri, kırgınlıkları bakışlarla hissettirmek yine de önlenemezdi Ottaviano Bon, “Yaşlanan cariyeler için en mutlu karar, Eski Saray’a gönderilmeleridir ki, orada evlenebilir, biriktirdikleri paralarla yuva kurarlar.” diye yazar. 

Tüm cariyeler sabah erkenden kalkıp, kahvaltıları yaptıktan sonra verilen hizmetleri yapmakla yükümlüydüler. Harem kurallarını öğrenmek bazen yıllar sürerdi. Cariyelerin uymaları gereken önemli kuralların başında, valide sultan, hasekiler ve sultanlarla (Padişah kızları veya kardeşleri) karşılaştıklarında yüzlerine bakmamaları, başlarını öne eğmeleri gelirdi. 

Usta, kalfa ve gedikli cariyelerin disiplini altındaki her acemi cariye, temizlikten protokole, ibadetten müzik çalışmasına kadar yoğun ve yorucu bir çalışma programına bağlıydı. 

Haremin önemli geleneklerinden biri de, milliyetleri hatta asıl adları unutturulmaya çalışılan acemi cariyelere fiziklerine, belirgin özelliklerine uygun birer ad vermek : Dürriaden, Şevkidil, Piyalerü, Defigam, Neş’eriz, Mihrümah, Hoşneva, Handerü, Ruhisar, Lalifam, Neş’eyab, Demsaz, Demihoş, Tarzınev, Şevkiyar, Düzdudil, Ebrunigar, Mahcemal gibi adlar verilen cariyeler, samimi birer Müslüman olurlar; saray şivesine alışırlar, ayrıca sazendelik, hanendelik, rakkaslık, türlü hünerler, el işi, nakış, dikiş, sofra, oda, hamam, yatak hizmetleri öğrenirlerdi. Fakat bu aşamadaki cariyelerin padişahı sıkça görmeleri herhalde olanaksızdı. 

Birkaç yıl süren acemilik döneminde gelişip serpilen cariyeler, yeni bir seçime tabi tutulur; güzelliği, işvesi, zekası, yeteneği ile daha öne çıkanlar, geleceğin has odalıkları olarak Valide ve Hünkar dairelerinin hizmetine verilir; diğerleri çırağ veya hediye edilinceye kadar, hizmet cariyeliğini sürdürürlerdi. Hasodalık adayları, bu ikinci süreçte valide sultanın veya başhazinedar ustanın, kahya kadının maiyetinde okuma yazma, çalgı, saray görgüsü, nezaket kuralları, süslenme, hatta yürüyüş, oturuş kalkış, kırıtma, gülüş, gülümseyiş eğitimi alırlardı. 

Cariyelere hizmetleri karşılığında “gündelik” adı altında 5 – 30 akçe arasında harçlık verilirdi. Her cariyenin bir sandığı vardı. Kızlar, sandıklarını harçlıklarıyla aldıkları, giysi, kumaş ve öte beriyle doldurarak çeyiz düzerlerdi. Hazinedarlardan orta kalfalarına kadar herkesin sandığı tıka basa dolu olurdu. Bir cariyenin sandığının boş olması ayıp sayılırdı. 

Cariyeler, saraydaki dokuz yıllık hizmet sürelerinin sonunda, ıtıknameleri (özgürlük belgeleri) elmas küpe ve yüzük, altın saat de içeren bir çeyiz takımı verilmek ve “çırağ” edilmek suretiyle saraydan çıkartılır; durumlarına uygun kişilerle evlendirilirlerdi. Bu “saraylı” lar, kibarlıkları kadar, ağızlarının sıklığı ve harem yaşamına ilişkin hiçbir bilgiyi dışarıda anlatmamalarıyla da ün yapmışlardı. Çırağ edilemeyen cariyelerse Eski Saray’a gönderilirler; orada kısmetlerini beklerler veya bir rahibe gibi yaşamlarını tamamlarlardı. Tahttaki padişahın ölümü veya hal edilmesi ise bütün cariyeler için bir felaket haberiydi. Çünkü yeni padişah hepsini eski saraya gönderirdi. Bu yine de bir şans demekti. 

Çünkü mesela II. Mahmud, padişahlığının ilk yılında tahttan indirilmiş bulunan ağabeyi IV Mustafa’yı boğdurtmakla kalmayıp cariyelerini de denize attırmıştı ! 

Cariyelerin harem kurallarına uymadıkları zaman hapsedildikleri, dövülerek cezalandırıldıkları, daha ağır suç işleyenlerin ise sürgün edildikleri, hatta boğulup denize atıldıkları rivayet edilmektedir. 

Hareme dair Osmanlı tarihlerine ender yansımalardan olmak üzere Silahdar Tarihinde anlatılan “vak’a- garibe” de şöyle anlatılır; 

“Harem-i Hümayun’da olan nisvan taifesi ile tavaşi arab taifesi aşık ve maşuk ve külli gicelerde nevbetci namıyla içerüde kaldıkça bazı fezahatleri padişah (II. Ahmed) hazretlerinin malumu olmağla, cülus-ı hümayunlardan sonra, “hızmeti olmayan arap içerü girmesün ve nevbetçi olan, gice kalmasın tenbih buyudu ve bu vaz’dan arablar gücenüb nihani kızlar ile sözü bir edüb cabeca gıcelerde dıvar ve dam üzerinde ve odalar içinde erkek gördük ! deyü feryad eder oldular….” 

Bu olayın ertesi günü Bab-ı Hümayun önünde Bostancıbaşının boynunun vurulması, harem bahçesini kuşatan yüksek duvarların her iki tarafındaki ağaçların kestirilmesi, harem ağalarının içeriye ancak gündüzleri girip çıkmalarına izin verilmesi anlatılmaktadır. 

II. Ahmed’in Edirne’de tahta geçtiği sırada İstanbul Sarayında yaşanan bu Harem rezaleti, tarihe ancak bu kadar yansıtılmıştır. 

(...devam edecek...)
 

 
Toplam blog
: 563
: 8587
Kayıt tarihi
: 30.03.10
 
 

Kişisel gelişim uzmanıyım. Yaşam Koçu, İlişki Koçu, NLP Uzmanı ve Eğitmeni, Kuantum Yaşam Koç..