Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '09

 
Kategori
Tarih
 

Osmanlı'da recm cezası uygulandı

Osmanlı'da recm cezası uygulandı
 

1-İSLÂMİYET'İN İLK YILLARINDA RECM

Boşuna aramayın, Kuran-ı Kerim'de "recm" de yoktur dolayısıyla "recim" de yoktur. Bu iki sözcüğü peşpeşe yazmamın ve kutsal kitabımızda her iki sözcüğün de yer almamasını vurgulamamın elbette bir nedeni var.

"Recm" hepimizin çok iyi bildiği gibi "Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş" anlamına gelmektedir.

"Recim" ise "Taşlanmış" anlamına gelmektedir.

O halde şimdi bu iki sözcüğü neden peşpeşe yazdığımın anlamına gelebiliriz. Kuran-ı Kerim'de bu iki sözcüğün geçmemesinin nedeni kutsal kitabın tamamlanana kadar böyle bir örneğin İslâm dünyasında olmadığını gösterir. Fakat, her ne hikmetse her zaman İslâm dinin en ileri din olduğunu savunan kesimlerce, Kuran-ı Kerim'de "recm" olduğu konusunda görüşler ortaya atılmaktadır. Oysa recm bütün zamanlarda insanlık dışı bir ceza uygulaması olarak görülmüştür. Eğer, recm Kuran-ı Kerim'de olsaydı, biz bugün bu kutsal kitabı "En ilerici, çağının ötesinde ve bütün zamanların kitabı" olarak gösteremezdik.

Recm, zinaya karışmış kişilerin taşlanarak öldürülmesi cezasıdır. Fakat, bu ceza genellikle kadınlara uygulanmaktadır. Erkeklere verilen ceza ise toplumun durumuna bağlı olarak ya hapis, ya kırbaç ya da kılıçla boyun vurma ile yerine getirilmektedir. Elbette zina cezasının uygulaması da İslâmiyetteki mezheplere göre değişmektedir. Bununla beraber, İslâm dininde recm olduğunu illâ savunan kişiler, bu savlarını Hz. Ömer'e kadar dayandırmaktadırlar ve şöyle demektedirler:

Sözde Kuran-ı Kerim'de bir zamanlar recm ile ilgili ayet varmış. Fakat, daha sonra bu ayet nesh edilmiş yani hükümsüz hâle getirilmiş. İşte bu ayetin varolduğunu savunan kişiler Hz. Ömer'e ait olduğunu ve bu konuşmayı minberde yaptığını iddia ettikleri şu konuşmayı günümüze kadar taşımışlardır. "Cenab-ı Allah, kitabı, Muhammed'e indirmiştir. Recm ayeti de indirilen ayetlerden biridir. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve öğrendik. Peygamber Muhammed recmi uyguladı. Ondan sonra biz de uyguladık. Fakat zaman geçince ve korkarım birileri çıkacak ve biz Kuran-ı Kerim'de recmi bulamıyoruz diyeceklerdir. Bu farz terk edilecektir ve sapıklıklar başlayacaktır. Şüphesiz recm Allah'ın kitabında evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla zina eden kişi için haktır."

Yani, Kuran-ı Kerim'de recm bir zamanlar ayet olarak varmış da sonradan kaldırılmış. Üstelik recm Hz. Muhammed zamanında uygulanmış. Fakat, bugüne kadar gelen böyle bir belge yoktur. Vak'anüvis yazarlarından bugüne kadar böyle bir olay kaydedilmemiştir. Yine de Hz. Muhammed döneminde ve dolayısı ile İslâmiyetin ilk yıllarında var olduğu söylenen olay şöyle gelişmiştir: Bir işyerinde çalışan işçi, çalıştığı işyeri sahibin karısı ile ilişkiye girmiştir. Durum anlaşılınca işçinin babası Hz. Muhammed'e gitmiş ve "Kuran'a göre hüküm ver" diye yalvarmıştır. Bunun üzerine Hz. Muhammad de "Meraklanma kitaba göre hüküm vereceğim" demiştir. Hz. Muhammed, yanındaki yardımcılarına dönüp şöyle demiştir: "Gidin ve işyeri sahibinin karısı ile konuşun. Kabul ederse recm edin". Yardımcılar kadının zinayı kabul etmesi üzerine recm ettirdikleri söylenir. Erkeğe verilen ceza ise yüz değnek ve bir yıl sürgündür.

Yine bu dönemde yaşandığı söylenen bir başka recm cezası ise Mâiz bin Mâlik adlı bir kişinin üç kez Hz. Muhammed'e gelerek "Ben zinada bulundum beni temizle" demesinden kaynaklanmıştır. Fakat, üç seferinde de Hz. Muhammed adamı geri çevirmiştir. Dördüncü geldiğinde ve yine "Beni temizle ey Resulullah" dediğinde, Hz. Muhammed çevresinde bulunanlara "Bu adamın aklı başında mıdır? Ya da şarap mı içmiştir kontrol edin. Eğer aklı başında ve şarap içmemişse recm edin" dediği söylenmektedir.

Fakat, dediğim gibi bunlar tamamen anlatıla gelen olaylardır.

2- TÜRKLER, İSLÂMİYET VE KADININ YERİ

Türkler 9. yüzyıldan itibaren İslâmiyete girmeye başlamışlardır. Bu yüzyıla kadar yaygın olan Şamanizm dini başta olmak üzere çeşitli dinlere sahip Türk boyları gözükmüştür. Fakat, Türklerin bir özelliği genellikle tek tanrıya ve gök tanrıya tapmış olmalarıdır. Yine Türkler tarih sahnesinde var olduklarından beri belirli özelliklere sahip topluluklardır. Elbette bu özelliklerin en önemlisi ister çadırda, ister ovada, ister yaylada, ister sarayda nerede yaşarsa yaşasın belirli bir aile düzeni içinde yaşamalarıdır. Yani aileyi oluşturan kurallar Türklerin ilk yaşam alanlarında belirlenmiştir.

Bu kurallar içinde aileyi oluşturan bireyler anne-baba ve çocuklardır. Bundan sonraki yapıda ise aile büyükleri gelir. Yani atalar gelir. Türkler, bütün zamanlarda ve bütün yaşam koşulları içinde kadına her zaman büyük değer vermişlerdir. Bunun nedeni, kadınları "yaratıcı" olarak görmeleridir. Soyun sürmesi için kadın büyük değer olarak görülmüştür. Elbette daha sonra atalara olan önce saygı sonra da sevgi gelir. Evin erkeği, evin geçimi sağlayacak önce avlanma daha sonra da ticaretini yapacak olan bireydir. Çocuk, Türk toplumlarında her zaman ileriyi şekillendirecek varlıktır. Bu nedenle de çocuğa iyi bir eğitim verilmesi günün koşullarına göre sağlanmıştır. Çocuk erkekse ata binmeyi, ok atmayı, av avlamayı öğrenmek zorundadır. Çocuk kız ise ev işlerini, yemek pişirmesini, anneliğe hazırlanmasını öğrenmek zorundadır.

Hep söylenegeldiği gibi Türkler "kazak erkek" rolünde değildir. Ancak, düşmanına karşı asla taviz vermez Türk topluluğunun erkekleri. Toprağına, namusuna göz dikmedikten sonra da Türkler gereksiz yere savaş etmezler.

Şimdi bu noktaya geldiğimizde 9. yüzyıldan itibaren dalga dalga İslâm dinine girmeye başlayan Türklerin, İslâmiyetten ne kazandıkları ve İslâmiyete ne kazandırdıkları düşünülmelidir.

Kuşkusuz, Türkler İslâm dinine geçerlerken bu dini kendilerine en yakın din olarak seçmişlerdir. Cahiliye döneminde kız çocukları Arap dünyasında diri diri toprağa gömülürken, Türklerde kız çocukları baştacı edilmektedir. İslâm dini de kız çocuklarının katline yasak getirmiştir. Her zaman temizliği ön planda tutan Türkler, yerleşim alanlarını su kenarlarında kurmuşlardır. Hiç bir Türk kavminin pislik içinde yaşadığını gösteren kanıt yoktur. İslâmiyet de Arap topluluklarına "Beş vakit temizliği" önermektedir. Suyla yıkanmayı önermektedir. Dişleri misvaklamayı önermektedir. Sonra, Türklerin kadınlara verdiği değer İslâm dininde de yerini bulmuştur. Siz, söylenenlere bakmayın. Aslında Kuran-ı Kerim kadın haklarını gününün koşullarında son derece radikal kararlarla koruma altına alınmıştır. Ancak, uygulamadaki hatalar elbette İslâm dinine mâl edilemez. Ve elbette Türklerin İslâmiyeti seçmelerindeki en önemli fakat diğer unsurlarla beraber bunu tamamlayan neden tek tanrılı bir din olmasındandır. Elbette Musevilik de, Hıristiyanlık da tek tanrılı dinlerdendi, fakat yukarıda kısaca saymış olduğum diğer unsurlarla birlikte ele alındığında Türkler için en uygun din İslâmiyetti.

Fakat, Türkler İslâm dinine girmeden çok önce belirli bir aile kuralları zinciri içinde zaten yaşıyorlardı. Temizliğe aşırı derecede önem veriyorlar ve yalnız bu nedenle bütün yerleşim alanlarını su kenarlarına kuruyorlardı. Yaşayan atalarına saygı gösterirken ölmüş atalarının mezarlarına da saygı gösteriyorlardı. Çocuk, kız ya da erkek olsun hiç farketmeden Türk aile yapısı içinde özenle büyütülüyordu. Toprağına ve namusuna tehlike gelmedikçe ya da kendilerine saldırılmadığı sürece Türkler asla savaşmıyordu. Hiç kimsenin malına, mülküne, namusuna göz dikilmiyordu. Kendinin olmadığı her hangi bir şeye bedel ödemeden sahip olmuyordu ki bu İslâmiyette "Haram-helâl" olarak nitelendirilecekti. Türkler merhametli, hoşgörülü, herkesin hakkına saygılı topluluklar olarak hep yaşadılar. Nerede mazlum insanlar olduysa, Türkler hep mazlum ve ezilen insan toplulukları yanında yer aldı ve onlarla birlikte savaştı.

O halde şunu demeye çalışıyorum: Türkler, İslâm dininden "insanlık" adına çok şey kazanmasına gerek olmadan bu dine girmişlerdir. Ancak, ibadet şekillerini ve ibadethanelerini elbette İslâm dinine göre biçimlendirmişlerdir. İslâm dininin emrettiği bütün insanî değerler, toplumsal değerler zaten Türk toplumlarında mevcuttu. Buna bir de İslâm dini eklenince, İslâmiyeti en gerçek şekliyle yaşayan devletler, imparatorluklar ortaya çıkmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, üç kıtada egemenliğini sürdürürken aslında oraya Türklüğün bütün değerlerini taşıyordu. Din olarak da İslâmiyeti yayıyor ve dolayısı ile oralara İslâm dininin camilerini taşıyordu. Fakat, bütün sosyal yapı, henüz dünyada İslâmiyet yokken, Türklerin ortaya koyduğu sosyal yapıydı. O nedenle de biz Osmanlı İmparatorluğu'nun üç kıtada egemenlik kurduğu topraklarda, o topraklarda yaşayan insanlara insanca muamele göstermesini, onların diline, dinine karışmamasına İslâm kültürünü neden olarak gösteremeyiz. Osmanlı'nın yaşattığı elbette din olarak İslamiyetti o dini temsil ediyordu. Fakat, asıl geride yatan neden asırladır insanca yaşama kültürü olan Türk kültürüdür.

Ne yazık ki bizler bugün hâlâ Osmanlı İmparatorluğu gibi bir cihan devletini anlamaya çalışırken hep İslâmiyetin etkisinde kalmış Osmanlıyı anlıyoruz ve anlatıyoruz. Orada asıl olan Türklüktür. Türklüğün değerleridir.

3- KURAN-I KERİM'DE ZİNA

Az sonra yazımın başlığı olan Osmanlı'da recm cezasına elbette gireceğim. Fakat, bu konuya girmeden önce recmin ne olduğunu, zinanın ne demek olduğunu ve zinaya verilecek cezaların Kuran'da nasıl yazıldığını anlamamız gerekiyordu. Anlamamız gereken bir başka konu ise Türklerin neden recm uygulamasına karşı oluşlarıydı. Bunu ikinci madde altında sanırım anlatmaya çalıştım. Türkler, kadınlarına vermiş oldukları değerler nedeniyle, kadını aşağılayan böyle bir cezaya tarihin hiç bir dönemimde rıza göstermemişlerdir. Elbette namusuna büyük önem gösteren Türk topluluklarında meydana gelen çok ender zina cezaları ise ya kadını evden uzaklaştırma ya da ata evine geri göndermedir ki, bu ceza da recmden çok daha utanç verici olduğundan geçmişteki Türk topluluklarında zina olayına pek rastlanmamaktadır.

Şimdi de cezası recm olan zinaya Kuran-ı Kerim'de bir bakalım:

Kuran-ı Kerim'de zina; Nisa Suresi 15-16-24. Maide Suresi 5. Nur Suresi 2-3-6-23. Furkan Suresi 68 ve Mümtahine Suresi 12. ayetlerinde geçmektedir.

Nisa Suresi'nin 15. ayeti zina yapan kadın için dört şahit istemektedir. Eğer bu şahitler bulunsa bile ve zinaya karar verilse bile ortada recm diye bir ceza yoktur. Ceza ne? Ölünceye kadar bu kadınların ev hapsinde tutulmaları ya da Allah'ın onlara yeni yol açması beklenmektedir.

Nisa Suresi 16. ayetinde ise zina yapan her iki insana da eziyet yapılması istenmektedir. Fakat, burada da tövbe edilirse eziyetten vaz geçin denmekte ve merhamet edin denmektedir. Bu ayette de recm yok.

Nur Suresi'nin 2. ayeti zina yapan kadın ve erkeğe yüz değnek vurun diyor. Bu sırada bir kısım Müslüman da bu değnek vuruluşuna şahitlik etsin diyor. Bu ayette de recm yok.

Nur Suresi'nin 3. ayeti ise zina yapmış olan kadınların zina yapmış erkeklerle; zina yapmış olan erkeklerin ise zina yapmış ya da kâfir kadınlarla evlenmesine izin verilmiştir. Burada da recm yok.

Yukarıda yazmış olduğum Nisa Suresi 15-16, Nur Suresi 2-3 ayetleri dışındaki diğer ayetlerde zinanın kötü ve yanlış bir şey olduğu anlatılır. Fakat, zina ve zinanın cezası ile ilgili hiçbir ayette recm yoktur. Pekiyi, recmin karşılığı olan "taş atma" var mıdır? Acaba, Kuran'da recm var diyenler bundan dolayı mı yanılgı içindeler? Elbette taş atma var. O da Kehf Suresi 22. ayetinde geçmektedir "...ortada olmayan hedefe boyuna taş atmak ..." diye geçmektedir. Bu ayet ve sure ise zina ile falan ilgili değildir. Taş atmakla ilgili diğer bir ayet ise Mülk Suresi'nde geçmektedir. "Ve andolsun ki biz, en yakın olan dünya göğünü ışıklarla bezedik ve onları, şeytanlara atılacak şeyler olarak halkettik ..." Burada da bir atmaktan söz edilmekle birlikte ne zina ile ne de recm ile ilgili bir işaret vardır.

O halde şimdi şunu diyebiliriz: Kuran-ı Kerim, zinayı ağır günahlardan görmüş ve kesinlikle yasaklamıştır. Zina suçunun ıspatı için ağır koşullar ileri sürmüştür. Bir kadına zina yaptı deyip de bunu ispatlayamayana da hem bu dünyada hem öbür dünyada ağır cezalar yapılması emredilmiştir. Fakat, zina her ne şekilde ıspatlanırsa ıspatlansın ve hattâ zinayı katılanlar "Evet zina yaptık" bile deseler sonunda recm yoktur. Hattâ, tövbe edenlere af bile vardır. Çünkü, İslâma göre "Allah merhametlidir ve bütün tövbeleri kabul eder."

4- OSMANLI'DA RECM

Osmanlı İmparatorluğu'na gelene kadar o da İslâmiyetin ilk yıllarında olan ve yukarıdaki paragraflarda sizlere anlattığım bir recm olayı dışında kayıtlara geçmiş hiç bir recm cezası uygulaması yoktur. İslâmiyetin ilk yıllarında uygulanan bu recm cezasınında söylentiden ibaret olması büyük bir ihtimaldir.

Ancak ne var ki, Osmanlı İmparatorluğu için yüzkarası olan recm uygulaması, Osmanlı'da bir kez yaşanmıştır ve bu söylenti değil gerçektir.

Padişah IV. Sultan Mehmed zamanıdır. IV. Mehmet, 1648-1687 yılları arasında saltanatta olduğuna göre recm olayı da bu tarihler arasında gerçekleşmiştir. Yani, 17. yüzyıl.

İstanbul'un Aksaray semtinde Abdullah Çelebi adlı bir adam vardır. Abdullah Çelebi, genç ve güzel bir hanımla evlidir. Evi de Aksaray'dadır. Ancak, Aksaray bugün de olduğu gibi o zamanlar ticarethanelerin de olduğu bir semttir. İşte bu ticarethanelerden birinde Yahudi çırağı çalışmaktadır. Günler birbirini kovalarken Aksaray cıvarında bu genç Yahudi çırağı ile Abdullah Çelebi'nin genç ve güzel karısı hakkında aşk yaşandığı hakkında bir dedikodudur yayılır gider. Aşk yaşandığı söylenen ilişkide bir zaman sonra zina yapıldığı da söylenmeye başlanır.

Dedikodular yayılınca durum mahkemeye düşer. Mahkemede şahitlik yapanlar da vardır. Davaya Beyazî-zâde Ahmet Efendi bakar. Ahmet Efendi her iki tarafı da dinler. Ancak, her iki taraf da zinayı da reddeder, aşk yaşandığını da. Fakat, ortada şahitler vardır. Bunun üzerine davaya bakan Beyazî-zâde Ahmet Efendi kararını açıklar: Recm!

Recm ama Osmanlı ulemaları buna şiddetle karşı çıkar. Çünkü, ulemalar recm diye bir cezanın Kuran-ı Kerim'de olmadığını söylerler. Sonra, zinanın şahitlerinin zinayı gözleriyle görmeleri gerekmektedir ki, burada şahitler sadece tahmin yürütmüşlerdir. Ortada kadının gebelik gibi bir durumu da yoktur. Ayrıca zina yaptıkları iddia ettikleri kişiler zina yaptıklarını kabul etmemişlerdir.

Yani, zina suçunun İslâmi kurallara göre kanıtlanması için gereken hiç bir delil ortada yoktur. Ulemalar durumu Sadrazam Kara Mustafa Paşa'ya taşırlar. Ondan olumlu bir cevap alamayınca bu kez Padişaha kadar çıkarlar. Fakat, oradan da olumlu bir cevap alamazlar.

Artık recm cezasının uygulanması kaçınılmazdır. Bunun için yer tespit edilir. Bu yer bugün Sultanahmet Meydanı dediğimiz fakat o günlerdeki adı At Meydanı olan meydandır. O meydanda bugün de bulunan üç ejderhanın birbirine dolanmış vücutları nedeniyle "Burmalı Sütun" olarak anılan yerin hemen önü kazılır. Çünkü, zinaya karıştığı söylenen kadıncağız beline kadar bu kazılan yere gömülecektir. Nitekim çok geçmeden bir at arabasına bindirilmiş kadıncağız beyaz kefenler içinde meydana getirilir. O hâlâ "Suçsuzum, ben zina yapmadım" diye bağırıp dururken, recm cezasını merak eden kalabalık meydanı doldurur. Padişah da recm uygulamasını merak eder ve izlemek için nâzırı Fazlı Paşa'nın meydana yakın konağına gelir.

Kadıncağız kazılmış bulunan yere beline kadar gömülür. Etrafı sıkı sıkı toprakla kapatılır. Kısa bir sessizlik meydanı kaplar. Çünkü, kimse ne olacağını bilmemektedir. Osmanlı, Osmanlı olalı ilk kez böyle bir ceza uygulaması ile karşı karşıyadır. O kadar kalabalığın içinde halkı galayana getiren bir ses duyulur:

"Vurun namussuz kahpeye!"

Yerden büyükçe bir taş kalkar. Büyük bir hızla yarı beline kadar toprakta gömülü olan kadının kafasına çarpar. Kadıncağız can acısıyla bağırır. Bu büyük taşı kadının kafasına atan kişi kadının erkek kardeşidir. Sonra taşlar birbirini takip eder ve kadıncağız acılar içinde o çukurda ruhunu teslim eder.

Yahudi çırak ise Müslüman olur. Onun düşüncesi "belki kurtulurum"dur. Ancak, onunda başı bir kılıç darbesiyle vücundan ayrılır.

İşte bu recm uygulaması ne yazık ki Osmanlı'da bir ilkdir ve bir daha da uygulanmamıştır. Fakat, Osmanlı için bir utanç kaynağı olmuştur.

Recm cezasını veren Beyazî-zâde Ahmet Efendi ise bu olaydan sonra bütün Osmanlı uleması tarafından reddedilmiş, kendisiyle bütün ilişkiler kesilmiş ve yalnız kalmıştır.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..