Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '13

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Osmanlı’dan bu yana kim kimi sömürüyor?

Osmanlı’dan bu yana kim kimi sömürüyor?
 

Türkiye'den satılanlar ile satın alınanlardan bir bölümü(Ergüven.net'ten alıntıdır)


Geçmişimizde nice güzellikler yanında nice açmazlarımız da var. Sanat ve edebiyat ile el sanatları, müzik ve mimaride özgün bir yeri var Türklerin. Onların atçılık, okçuluk, kılıç yapımı ile savaş taktikleri ise başlı başına bir bilgi alanı. Son araştırmalara göre piramit yapımından heykel yapımına kadar nice anıt eserler bulundu Çin’de ve Hakkari’de. Türklerin İslam’a geçtikten sonraki adalet ve vakıf uygulamaları ile Ahilik çabaları da alkışa değer gelişmelerdir bence. Özellikle Osmanlı çağlarına bakacak olursak, savaşlara bağlı ‘ganimet’ gelirleri dışındaki hammadde ve mamül mal üretimine de bağlı olarak iktisadi gelişme ve paranın değeri sürekli olarak düşmüş.

Osmanlı Dış Borç yükü nasıl başladı?

O süreçte Batı’nın hammadde aparmak ve yeni bir pazar bulması isteğine boyun eğilen çarpık Kapitülasyonlar ile yine Avrupalı devletler ile imzalanan iki ticaret anlaşmaları önümüzü kesmiş. Yüz yıllar boyu ne tezgahlar yeteri kadar çoğaltılabilmiş ne teknolojik yenilikler birbirini kovalamış ne uluslararası ticarette başarılar sağlanabilmiş ne de şirketleşmelere bağlı olarak üretimde artışlar yolu ile zenginlik yaygınlaşabilmiş toplumda. Orta Doğu’yu tam beş yüz elli (550) yıl sömürmüşler, desem yalan mı olur? Şimdi sorunun tarihteki yerine bakmakta yarar var:

'Mustafa Reşıd Paşa’nın, 16 Ağustos 1838 târihinde; önce İngiltere, sonra da diğer Avrupa devletleri ile imzaladığı ticâret andlaşmaları, Osmanlı ülkesine serbest ticâret düzenini getirmiş ve zenâat sektörüne büyük darbe indirmişti. Afrika ve Uzakdoğu’daki sömürgelerinden getirdiği insanları köle gibi yarı aç, yarı tok çalıştıran Avrupa devletleri, fabrikalaşmaya yönelmişler, bu sayede daha ucuza ürettikleri malları gümrüksüz olarak Osmanlı ülkesinde satmaya başlamışlardı. Dolayısıyle pahalıya mal edip, pahalı satmak mecburiyetinde olan Osmanlı sanayii ortadan kalkmıştı (Bkz. Balta limanı andlaşması). Bu arada gerileme devrinde savaşların uzun sürmesi ve bir çoğunun mağlûbiyetle neticelenmesi ile eski gelir kaynaklarını kaybeden Osmanlı Devleti, mâlî bakımdan zâten zor duruma düşmüştü.'

Ancak kuvvet zoruyla sömürge yapamadığı Osmanlıyı mâlî yönden zor duruma düşürerek sömürmek isteyen Avrupa devletleri, yeni yeni oyunlar hazırladılar. Saray çevresini lükse alıştırmaya çalıştılar. Yerli ajanları vasıtasıyla müsait bir zaman beklemeye başladılar. Bu arada, Ağustos 1851’de İstanbul Bankası aracılığıyla yapılan dış transferlerde Londra piyasasına 600.000 Sterlin tutarında borç birikmişti. Bunu fırsat bilen İngiltere Bankası, Ocak 1852’de de İstanbul Bankasının ciro ettiği senetleri ödememe karârı aldı. Bunun üzerine sadrâzam Alî Paşa, bilgi vermeksizin, Bâb-ı âlî temsilcilerine bir borç andlaşmasını imzalamaları için yetki verdi. 1 Eylül 1852’de yapılan andlaşmaya göre İstanbul Bankası, 50 milyon Frank tutarında 23 yıl vadeli, yüzde 6 faizli ve yüzde 4 komisyonlu bir kredi alacaktı. Ancak çok geçmeden durumu öğrenen Abdülmecîd Han, Âlî Paşayı azletti ve yerine Mehmed Ali Paşa’yı sâderete getirdi.'

Sonunda '... Kaçamak bir borç andlaşmasının yapılması, Osmanlı düşmanlarını tatmin etmedi. Pâdişâhı mecbur edecek bir yol aradılar. O da, bu zor durumda Osmanlıyı Rusya ile savaşa sokup bir taşla üç kuş vurmaktı. İngilizler, Osmanlıyı destekleyecekleri vadiyle, mason paşaların yardımıyla Kırım harbini çıkardılar. Savaşın sonunda, İngilizler üç şey kazandı: 1- Hindistan’ı kolayca işgal etti. 2- Rusya gibi bir rakibi yıprattı. 3- Osmanlıyı avucu içine aldı. Çünkü son derece bozuk olan devletin mâlî durumu, 28 Ocak 1854’de Kırım savaşının başlamasıyla daha da bozuldu. Artık Osmanlı Devleti’nin pazarlık yapacak gücü kalmamıştı. Nitekim ilk kesin borç andlaşmaları İngiliz ve Fransızlarla 24 Ağustos 1854’de imzalandı. Buna göre Osmanlı Devleti’nin borç tutarı 5.500.000 Türk lirasıydı. Bu ilk borçtu. Sonra moratoryum (borçlarını ödeyememe) îlânına kadar (1875) geçen 21 yıl içinde, Bâb-ı âlî on beş defa borç aldı. Bilhassa 1854 ve 1855’de alınan borçların Kırım savaşının masraflarına gitmesi, bütçe açığını büyüttü. 1858’de alınan borçla değerini büyük ölçüde kaybeden kâğıt paraların piyasadan çekilmesi ve kısa vadeli iç borçların önemli ölçüde artması yüzünden açık kapatılamaz hâle geldi. Nitekim 1870 yılında Osmanlı dış borcu 792 milyon Frankı bulmuştu.'

Osmanlı'nın dış borç alır duruma sürüklenmesi onun toprak kayıplarını da arttırır

'... 1872-73 mâlî yılı bütçe açığı üç milyon liraya yakındı. Aynı târihte Bâb-ı âlî’nin yıllık dış borç taksidi ise dokuz milyon lira civarındaydı. Bu meblağ, devlet gelirlerinin yüzde kırk beşini meydana getiriyordu. 1875 yılı başında ise, borç taksidi 13 milyona ulaşmıştı. Bu durum karşısında Bâb-ı âlî yayınladığı bir kararnameyle bütçe açığının 5 milyon lirayı geçtiğini itiraf ederek, yıllık borç taksitlerinin ancak yarısını (7 milyon Osmanlı lirası) ödeyeceğini açıklayarak, kısmî bir moratoryum îlân etti.

Osmanlı Devleti, bu defa da sultan İkinci Abdülhamîd’in tahta yeni çıkmasından faydalanarak, Midhâd Paşa ve arkadaşlarının bir oldu bittisi ile kendini Rus harbinin içerisinde buldu. Savaş Osmanlılar için büyük bir yenilgiyle sonuçlandı. Balkanlarda ve Doğu Anadolu’da bir çok vilâyet kaybedildi ve Osmanlı Devleti 802.500.000 Frank tutarında savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.

Sultan İkinci Abdülhamîd Han devletin mâlî bakımdan büyük bir kriz içinde bulunduğunu ve îtibârının her geçen gün biraz daha sarsıldığını görüyordu. Bu sebeple, Rusya ile vuku bulan harbin hemen sonunda yabancı ülkelerin mâlî temsilcilerini İstanbul’a davet etti. Alacaklı devletlerin temsilcileriyle müzâkereler iki buçuk yıl kadar sürdü.' (Alıntıdır)

Duyun-u Umumiye Osmanlı Devletini çökerten bir belâ değil midir?

Biriken borçların ödenmesi sorununu çözmek için İstanbul’da 28 Muharrem 1399 (20 Aralık 1881) Salı günü toplanarak Batılı yetkililer ile Osmanlı yetkililerinin kurdukları Tevhid-i Duyun Kararnamesi olarak yayınlalan ve günümüzde Genel Borçlar Yönetimi (Duyun-u Umumiye) diye adlandırılan anlaşma Batı'nın Osmanlı Maliyesi ile Hazinesinin çöküşünü hazırlayan en önemli etkendir, diyemez miyiz?

Osmanlı'dan bugüne çok şey değişmiş olsa bile Batı'ya mali bağımlılık pek değişmez

Yaklaşık yüz elli (150) yıl öncesinden bugüne gelecek olursak, ‘Türkiye Brüt Dış Borç Stoku, 2012 yılı ikinci çeyreği sonu itibarıyla yaklaşık (323,5) milyar dolar’ olmuş. Hazine’de bulunan (102) milyar doların üç katından çok bu borç yükü. Bakalım bu borçlar hangi kazançlar ve Batı’ya teslimiyeti de içeren hangi anlaşmalar ile kapatılabilecek. Yine geldik Nasrettin Hoca'nın o ünlü, ‘Parayı veren düdüğü çalar çocuklar’ fıkrasına!

Daha bitmedi; son değerlendirmelere göre dış borç oldukça yakıcı bir aşamaya gelmiş. Buyurun birlikte okuyalım:‘Kamu net borç stoku, bu yılın Haziran ayı sonu itibariyle 275,8 milyar lira oldu.Hazine Müsteşarlığı verilerine göre, Haziran sonu itibariyle Avrupa Birliği (AB) tanımlı genel yönetim borç stoku ise 508,1 milyar lira olarak gerçekleşti.’ (Alıntı yeri:Ekonomi haber7.com)  

Öte yandan 2011'de 69 milyar 742 milyon dolar olan, 'dış ticaret açığının’ 2012’de ‘19 milyar 6 milyon dolar azalarak 50 milyar 736 milyon dolara gerilemesi' yüreklere su serpse bile, 'Merkez Bankası tarafından açıklanan, 2012 yılı ocak-eylül dönemine ilişkin ödemeler dengesi verilerine göre, yılın dokuz ayında kaydedilen cari işlemler açığı, geçen yılın aynı dönemine göre 21 milyar 185 milyon dolar azalarak 39 milyar 281 milyon dolara gerilemiş' bulunuyor. (Alıntı yeri: trthaber.com)

Cari Açık azalsa bile bütçe açığı ile işsizlik ne olacak?

2011 Bütçesi’ne göre verilen Cari Açık azalmaya başlamış olsa bile, ‘...işsizlik ve bütçe açığı büyüyor. Cari açığın küçülmesine seviniyoruz. Cari açık küçülünce not artışı geliyor. Bol bol döviz geliyor. Cari açık küçülüyor ama ekonomi yavaşladığı için, iç talep daraldığı ve buna dayalı olarak ithalat artışı durduğu için küçülüyor. Cari açık üretim yapısı düzeldiği ve ihracata dayalı bir üretim artışı gerçekleştiği için küçülmüş olsa, işsizlik artacak, büyüme hızlanacak.Ekonomiye getirilen fren sonucu cari açığın küçülmesinin faturasını işsizlik artışı ve bütçe açığının büyümesi şeklinde ödemeye başladık.’ (Prof. Dr. Güngör Uras: Milliyet Gazetesi 16 Kasım 2012)

Ayrıca 2012 Bütçesi ile eski milletvekillerine %40 kadar zam verilmesi ve Cumhurbaşkanı aylığına gelecek olan artışlara bağlanması karşısında Asgari Ücretliler ile çalışanlar ve emekliler için uygulanan %5 ile % 8’lik artışlar ‘yasalar karşısında eşitlik’ sağlamak bakımından sanırım ibret alınması gereken bir ders olmuştur. Kaldı ki eski vekillerin ilk görevleri nedeni ile almakta oldukları emekli maaşlarına ek olarak milletvekilliği sıfatlarına bağlı olarak yüksek bir emeklilik zammı almaya 'müstehak' görülmeleri yoksa 'zımmen' de olsa kabul edilen artan 'hayat pahalılığı'  karşısında onların ve çocuklarınının geleceğini hazırlamak bakımından bir katkı olarak mı düşünülmüştür, bilemem.

Enerji ve diğer araç gereçler konusundaki dış alımlar daha ne kadar devam edecek?

Bence her alanda özlemi çekilen ‘şeffaflık’ uygulamaları, adil gelir dağılımı ile ‘temiz eller’ arayışımız bakalım 2013 boyunca bizi ne kadar ilgilendirecek, göreceğiz.Tarımsal üretimde de dışa bağımlılık gittikçe artacak mı?

Az önce, ‘Toprak bizim ama gübre yabancının!’ başlığı altında okuduğum, ‘Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye, gübre sektöründe, 2007 yılından 2012 Ekim ayına kadar toplam 6 milyar 171 milyon 857 bin dolarlık dış ticaret açığı verdi’ haberi ise dışarıya bağımlılığımızın bir başka boyutu olsa gerek. (Alıntı yeri: Haber7.com)

Kaçakçılık yanında Kayıt Dışı Ekonomi ile Kara Para akışı nasıl denetlenecek?

Peki bu durumda 1980’lerde kendine yeten ilk on ülke arasında bulunan Türkiye özellikle tarımsal üretim ile hayvancılık alanlarındaki dışa bağımlılığı nasıl çözecek? Tarım ve hayvancılıkta yaşanan denetimsizlikler yanında yıldan yıla artarak %30’u da aşmaya başlayan ‘kaçakçılık’ bakalım Kayıt Dışı Ekonomi olarak geniş toplumu nasıl etkileyecek?

Tüketim eğilimlerinin günden güne arttığı ülkemizde enerji alanında %50, araba ve yatırım malları ile elektronikte ise %75’e varan oranlardaki dışa bağımlıklık ise ayrıca sorgulanması gereken sorunlarımız değil midir?  

Öte yandan Türk Ekonomisinin kanayan yaralarından Kayıt Dışı Ekonomi ile Kara Para ile mücadele konularında da gerekli tedbirler alınmadığından, gerçek anlamda bir büyümenin sağlanması da ancak bir düş olabilir. Bu bağlamda ekonominin dışa açılması için şirketlere sağlanabilecek gerekli mali destek yanında çalışanlar ile emeklilere aylık artışlarının yapılabilmesi toplumsal huzurun sağlanması için bu alanlardaki boşlukların hızla doldurulması gerekmez mi?

Bazı yorumcuların yeri geldiğinde vurgulamış olduğu gibi Türk Ekonomisinin '%40 oranında Kayıt Dışı' olarak dönmekte olması karşısında Hazinenin vergi toplamak bakımından ve olası bir ekonomik çatlak (kriz) karşısında ne kadar kırılgan bir duruma düşüleceği de akıldan çıkartılmamalıdır. Son bir yıl içerisinde özellikle Suriye, İsrail, Filistin, Irak ve Yunanistan bağlamındaki 'istikrarsızlık' hiç kuşkusuz Türk Ekonımisini de etkileyeceğinden, umulur ki şirketler ve bankalar üzerindeki denetim yoğunlaştırılarak geleceğe daha umutla bakmanın yolları açılmış olacaktır.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..