- Kategori
- Edebiyat
Oyhan Hasan Bıldırkı ile röportajım

OYHAN HASAN BILDIRKİ
“Sayın Oyhan Hasan Bıldırki sizi tanıyabilir miyiz?” diye bir soruyla başlayacağım ama maşallah Wikipedi’de sizin hakkınızda pek çok bilgi yazıyor. Merak edenler oradan da bilgi edinebilirler. Yine de geleneği bozmadan inatla sorumu soracağım. “Sayın Oyhan Hasan Bıldırki sizi tanıyabilir miyiz? Kendinizi nasıl anlatırsınız?”
Oyhan Hasan Bıldırki; “Bir edebiyat adamı. Türkçe sevdalısı.”, “Gökkuşağı yedi renk. Birini de sen yakala…” özdeyişini kendisine ilke edinmiştir. “Şiir, bizim insan yanımız”, der. “İkbâl peşinde koşanlarla ideal peşinde olanları ayırmak lazım” diye düşünür. Yaşadığımız çağa tanık olmak ister. Romancı, hikâyeci ve şairdir… “Okudukça, yüce dağların üstünden aşan yolları” öğrenmiştir. Daima umut dolu bir yüreğin sahibidir. Bunu şu sözleriyle açığa vurur: “Umut, altın bir kuş olmalı, yaşamak için yakalamak istediğimiz.”, “Umut, çelikleşmiş hayatın gülen yüzüdür.”
Sözün özü; Oyhan Hasan Bıldırki öğretmen… “Gürültüde konuşulmayacağına” inanır.
10 Haziran 1947’de Aydın ilinin Söke ilçesine bağlı Bağarası köyünde doğmuşsunuz. Nasıl bir ailede dünyaya geldiniz? Kaç kardeştiniz?
Yarı işçi, yarı çiftçi bir ailenin çocuğu olarak Bağarası’nda dünyaya gözlerimi açmışım. İlkokulu bitirene kadar orada yaşadım. Üçü erkek, ikisi kız beş kardeştik. Büyüklük sırasına göre ikinci benim. Oradayken hem kendi bağımız bahçemizde çalışır, hem de başkalarının dağında tarlasında ırgatlık yapardık. Bağarası, Türkiye’de ufku, daha doğrusu gökyüzü çok geniş olan bir yer. Dağlar, tarlalar, uçsuz bucaksız Menderes ovası hayatımda derin izler bırakmıştı. Yazdıklarımda bunlar var. Bahçe evlerimiz önü hayatlı tek gözden ibaret evlerdi. Hanayımız hiç olmadı. Bağarası’ndaki evimiz üç odalı, kapalı hayatlı içinde banyosu bulunan bir evdi. Ama evimizde elektrik yoktu. Tahta kapılar aralıklıydı, dışarının soğuğunu emer dururdu. Elektrik ve sobayla 1957 yıllarında karşılaştık. Hepimiz birlikteyken ocak ateşiyle ısınırdık ama biz babamla birlikte ocağın başında oturan konuklarımız sayesinde kapıya yakın olan yerlerde otururduk. Kardeşlerimle beraber yatak odası diye bize yarılan misafir odasında maltız (mangal) ateşiyle ısınırdık. Taş evimiz kiremit çatılıydı.
Evde kitaplık var mıydı? Okumaya meraklı mıydınız? Yazmaya nasıl karar verdiniz? İlk yazdığınız eser şiir mi yoksa nesir miydi?
Kitaplık? Ne gezer? Ama iyi hatırlıyorum babamların yatak odasında yüklük altında bir tahta bavul ve duvara gömülü kapaksız bir dolap vardı. Bavulda iki defa askerlik yapan babamın bol bol resimleriyle bir “Amentü” kitabıyla “Namaz Hocası” vardı. Bazen o bavulun içindekilerle oyalandırdık. Kapaksız dolapta Karacaoğlan, Âşık Garip, Köroğlu, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Zaloğlu Rüstem, HZ Ali Kankalesi Cengi gibi kitaplar vardı. Kış günleri konu komşu gelince, o kitaplardan bazı bölümleri ben seslice okurdum, konuklarımız dinlerlerdi. O kitaplarda okuduklarım ilgimi çekerdi. Hatta ilk yazdığım hayat hikâyemde Köroğlu’na özenmiş, Karacaoğlan gibi şiirler söyleyen bir kahraman yaratmıştım. Büyüyünce bütün Türkleri bir bayrak altında toplayacaktım. Edebiyata ilk adımımı umarım böyle attım. Yayınlanan ilk şiirim, Aydın’da “Ses” gazetesinde çıktı (1962).
Eğitim öğretim hayatına nerede başladınız? Hangi okulları bitirdiniz?
Eğitim öğretim hayatıma Bağarası Kemalpaşa İlkokulu’nda başladım, Bağarası Hürriyet İlkokulu’ndan diploma aldım. Sonra “Boğulacaksan büyük denizde boğul!” diyen babamın isteğiyle Aydın’da okumaya gönderildim. Orada üç beş arkadaş bir evde, odalardan birinde üç beş arkadaş ev sahipleriyle birlikte kalırdık. Aydın Ticaret Lisesi Ortaokulu ve Aydın Lisesi’nde okudum. Sonra Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’ne Türkiye Birincisi olarak kaydımı yaptırdım. Üç yıllık olan bu okulu bitirdikten sonra Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak görev yaptım. Daha sonra AÜAÖF Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü de bitirdim. Aydın’da okuduğum yıllarda orada yayınlanan büyük gazetelerde edebiyat sayfaları düzenledim.
Hangi okullarda öğretmenlik yaptınız?
Uzun yıllar idarecilik görevlerinde bulundum. Bu nedenle az sayıdaki okullarda öğretmenlik yaptım. Söke Bağarası Bayırdamı Köyü İlkokulu’ndaki vekil öğretmenliğimi saymazsak, ilk görevime Kastamonu Cide Kuztekke Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni olarak atanarak başladım. Daha sonra Söke Akşam Ticaret Lisesi, Bağarası Lisesi ve Söke Lisesi’nde çalıştım. Söke İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü’yken Şırnak İdil Milli eğitim Müdürlüğü’ne isteğimin dışında tanınca, yeniden öğretmenliğe döndüm. Kuşadası Kaya Aldoğan Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni iken emekliye ayrıldım.
Medeni durumunuzu öğrenebilir miyim?
Türk’üm. Evliyim, eşim de emekli öğretmen.
Çocuklarınız var mıdır? Edebiyatla ve sanatla ilgileri hangi boyuttadır?
İki çocuk, beş torun sahibiyim. Bir kızım, bir oğlum var. Kızım, Söke’de bir lisede Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapıyor. Oğlum, lise mezunu... İlki öğretmenliğinin dışında ne kadar fırsat bulursa o kadar okuyor. İkisi de kitap okumayı seviyorlar ama benim eserlerim üzerinde kendileriyle oturup hiç konuşmadık desem yalan olmaz. Türkiye’de kitap okumak, büyük bir aşk işi… Önce dershane, sonra okul kitapları diye diye Türk halkını kitap okumayan adamlar haline döndürdük. Eh, büyüklerimizin de maşallahları var. Yönettiklerine okudukları hiçbir kitaptan söz etmiyorlar. Yetişecek kuşaklara doğru öğütler verecek ünlü önderlerimiz de yok. Torunlarım okuyor ve beni izliyorlar.
Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Mustafa Necati Karaer gibi şairlerin kuruculuğunu yaptığı Hisarcılar Akımı'nın temsilcilerindensiniz. Hisarcılar Akımı hakkında bilgi verir misiniz? Bu akımla tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Ortaokul ve lisedeyken, edebiyat tarlasına iz düşürmeye başlayınca dergilerle de tanışmıştım. Onlardan izlediklerimin arasında “Hisar” dergisi de vardı. Elim kalem tutuyordu, yazıyordum. İlk hikâyelerimden biri olan “Şeftali Çiçekleri”, bu dergide yayınlanınca, “Hisarcılar”la tanıştım. Mehmet Çınarlı, İlhan Geçer, Nüzhet Erman, Mustafa Necati Karaer, Gültekin Samancı, Ayla Oral, Sevinç Çokum ve Yahya Akengin ile yazışmaya başladım. Hikâyelerim ve eleştirilerimle aralarına katıldım.
Hisarcılar ortak görüşlerini: "Sanatçı bağımsız olmalıdır. Ulusal olmayan bir sanatın sınırları aşacağı düşünülemez. Sanatçının dili yaşayan dildir. Her alanda batı taklitçiliğine karşı çıkılmalı, gelenekler tümüyle reddedilmemelidir. Sanat siyasetin aleti olmamalıdır. Dildeki kargaşaya son verilmelidir." anlatımlarıyla ortaya koymuşlar; bunu gerçekleştirmek istemişlerdir.
"Bu gruptaki şairler; ölçü konusunda bir dayatmaya karşı olmuşlar, şiir olarak kalabildiği sürece aruzu da, heceyi de, serbest biçimli şiiri de kabul ettiklerini açıklamışlardır. Şiirin biçim özellikleri yönüyle, aruzda ve hecede alışılmış kalıpların çerçevesinden kurtulup yeni söyleyişlere ulaşmasını hedefleyen Hisarcılar, içerik özellikleri yönüyle de, şiirin konusunun sınırlandırılamayacağını, şiir feda edilmemek koşuluyla her konunun işlenebileceğini savunmuşlardır. Zira sanatın her şeyden önce bir hürriyet meselesi olduğunu dile getirmişler; ancak, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman mutlak hürriyet rüzgârı esmediğini ileri sürerek “hürriyet perdesi arkasında oynanan maksatlı oyunlara pabuç bırakmayacaklarını” da her fırsatta dile getirmişlerdir."[[1]]
Hangi türlerden eserler verdiniz? Kitaplarınızın adları ve içerikleri hakkında kısaca bilgi alabilir miyim?
Aslında edebiyatın her türüyle Edebiyat öğretmeni de olmam yüzünden ilgilendim.
Yayımlanmış kitaplarımı sıralarken, türlerini de yazmak suretiyle bu sorunuza karşılık vermeliyim.
Liseden Sesler(Şiirler, İzmir-1964), Atatürk Aramızda (Seçme Şiirler, İzmir-Mayıs 1991), Bütün Fidanlar Sımsıcak (Şiirler, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1994), Ceylan Gözlüm (Şiirler, Aydın-Ekim 1997), Bulutlar Pusuda (Şiirler, Söke-2006), El Değmedik Sevdalara Uyanmak (Şiirler, Kitap Atelyesi Yayınları Şiir Dizisi 47 Birinci Baskı, Ankara-2007), Gökyüzü Yeniden Mavileşir (Şiirler, Kitap Atelyesi Yayınları Şiir Dizisi 55 Birinci Baskı, Ankara-Mart 2008), Yurdumun Şairleri Antolojisi (Şiirler, Tülay Saray-köylü ile Söke - 2011).
Dönülmez Yol(Roman, Aydın-1964), Çanakkale Destan Destan (Nehir Roman, Alperen Yayınları, Aydın-Ocak 2008), Koçaklar 1915 Çanakkale (Roman, ISBN 978-975-437-921-1, Ötüken Neşriyat, İstanbul-Kasım 2012).
Üçüncü Günün Öğlesi (Hikâyeler, İzmir-1986), Bir Başka Şafak (Hikâyeler, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1988-1992-1994), Gün Çarığı Sıkınca(Hikâyeler, İzmir-1990), Koçaklar (Millî Hikâyeler, İstanbul-1975)).
Dil Çerezleri(Araştırma, Aydın-Ocak 1999), Dil Çerezleri (Araştırma, İkinci Baskı, Söke-Ekim 2011).
Üç Elmadan Biri Sana(Söke Masalları, Söke-Ocak 2011), Üç Elmadan Biri Sana (Söke Masalları, İkinci Baskı, Söke-Ekim 2012).
Ayrıca Dergâh yayınlarınca çıkarılan 8 ciltlik Resimli Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nin yazarları arasında da yer aldım.
Tezgâhımda henüz basılmamış ama bazı yayıncılar tarafından basılması kararlaştırılmış eserlerim de var.
Söke’de yayınlanan çok güzel bir dergi var. Adı: Sarı Zeybek… Ben de bu derginin Adana Temsilcisiyim. Sarı Zeybek Dergisi’ndeki göreviniz nedir?
Sarızeybek, benim arkadaşlarımla birlikte kurduğumuz bir dergi. Hem bu derginin hem de daha önce kurduğumuz Beşparmak dergisinin isim babaları benim. Sarızeybek dergisinde uzun zaman genel yayın yönetmeni olarak görevliyken şimdi sorumlu yazı işleri müdürü olarak görev yapmaya başladım.
Burada ayrıca belirtmeliyim; Alaaddin Korkma ile birlikte Bursa’da, “Bursa’da zaman” adlı bir dergi daha çıkardık.
Bu dergi hakkında bilgi verebilir misiniz? Sarı Zeybek nasıl doğdu? Kaç yaşında?
Sarızeybek, Söke Şairler ve Yazarlar Derneği’nce iki ayda yayınlanan, yurtiçi ve yurt dışında da bilinen bir kültür-edebiyat dergisi. Yerel şair ve yazarlarımızın yanında olduğu gibi ülke çapındaki yazar ve şairlere de açık bir dergi. Bağışlarla yayın hayatını sürdürmeye çalışan bir dergi. Dernek yoksul düştü mü, dergimizde çıkmaz oluyor. Arkadaşlarımızın fedakârlıklarıyla son yıllarda sayılarımızın arası gecikse de yayınına 11 yıldır devam ediyor.
Vikipedi Özgür Ansiklopedi’de nasıl yer aldınız?
Vikipedi, hemen bütün dillerde yayın yapan dünya çapında bir hareket. İnternet ortamında da yayın yapıyorlar. İlkin onlar benim biyografimi yayınlamışlardı. Bundan cesaret alarak bir iki şiirimi ve hikâyemi onların sayfalarına eklemiştim. Fakat akşam eklediğim çalışmalarımın sabah yayından çıkarıldığını gördüm. İnat ettiysem de boşuna. Umudumu kesmedim, işin nedenini aradım. Henüz hayatta olan hiçbir şair ve yazarın çalışmalarına sayfalarında yer vermediklerini öğrendim. Bıkmadım, ABD’deki yöneticisine ulaştım. Ona da çıkıştım. “Beni de ölünce mi de3ğerlendiriceksiniz?” dedim. Yayın dünyasındaki bazı kuralların kültürel hayatımıza ket vurduğunu söyledim. Onlara uluslararası yayınlarda da geçerli olan özgür yayın -telif- iznini verdim. Sanıyorum şimdi de sadece benim kendime ait şiirim, özdeyişim, öykülerim ve öteki çalışmalarım Vikipedi’de yer alıyor.
Orada yer aldığınızda kendinizi nasıl hissettiniz? Duygularınızı anlatabilir misiniz?
Uğraş, başarı getirdi bana. Gülümsedim, mutlu oldum. Henüz hayattayken eserleriyle Vikipedi Özgür Ansiklopedi’de yer alma bahtiyarlığına ulaşmıştım. Sevindim.
Sizi etkileyen şairler ve yazarlar var mıdır? Bu edebiyatçılardan kendinize idol olarak seçtiğiniz biri varsa kimdir? Onu neden idol olarak seçtiniz?
Bu soruya olumsuz yakın duruyorum. Hiçbir şair ve yazardan etkilenmedim. Yalnız belki iki idolüm var gibi; Karacaoğlan ve Dede Korkut. Emin değilim ama bazı eleştirmenlerin benim için “çağımızın modern Dede Korkut’u” diyenlerin olduğunu da biliyorum.
Yapmak isteyip de yapamadığınız bir hayaliniz var mıdır?
Hiç olmazsa yaşadığım çağ içinde, bana başvuracak olan yazar ve şairlerin ilk eserlerini ücretsiz yayınlayabilecek bir basımevim olmalıydı? Olmadı…
Siz hem eğitimci, hem şair hem de yazarsınız. Öğrencilere okuma sevgisini ve kitap okuma alışkanlığını nasıl kazandırabiliriz?
Bazı kurum ve kuruluşları yanımıza çekmeliyiz. O kurum ve kuruluşlar elini taşın altın koymalı, yetişecek kuşaklarımızı doğruya, güzele ve özgür yaşamaya götürecek edebiyatçılarımızı maddi yönden desteklemeli, onların destek verdiği oranda öğrencilere ücretsiz kitaplar ulaştırmalıyız. Ben, “Üç Elmadan Biri Sana” adlı kitabımda öyle yaptım. Bir kurumdan iş karşılığında aldığım destekle bu kitabımdan 650 adedini Söke’deki öğrencilere ücretsiz olarak dağıttım. Konu basında haber olunca, bir hayırsever vatandaş beni aradı. “Tutumunuzdan etkilendim” dedi. “Aynı kitaptan elinizde varsa babamın hayrına almak istiyorum. Benim bölgemdeki öğrencilere hayır olarak ücretsiz dağıttırabilir misiniz?” Ona, elimde hiç kitap kalmadığını bildirince, hiç duraksamadan bana şu kadar kitap bastır benim adıma dileğini iletti. “Üç Elmadan Biri Sana” adlı kitabımın ikinci baskı bu yolla bastırıldı ve o bölgedeki öğrencilere ulaştırıldı. O kitaba ulaşan her çocuğun yüzündeki gülümsemeyi ben de gördüm. Demek ki kitabı tutan körpe el, onu mutlaka okuyacak, büyükler gibi evinde vitrin süsü yapmayacaktı. Öyle olduğuna şahit oldum diyebilirim.
Şiiri çocuklara ve gençlere nasıl sevdirebiliriz?
Bir kere çocuklar için şiir yazmayacaksınız. Herkes için yazdığınız şiirlerden bazılarında “çocuk” motifini öne çıkaracaksınız. Çocuğun şiiri, çocuğun hikâyesi olur. Onu alır yayımlarsınız. Böyle yaparsak çocuklara edebî değeri yüksek örnekler bırakabiliriz. Gençlere de cesaret verecek, onları aranıza alacaksınız. Aslında çocuklar ve gençler okuyorlar ama biz onlara hem aman vermiyor, hem de zaman bırakmıyoruz. “İlkin üniversite” anlayışının kulağı çekilmeli, derim.
Gelecekle ilgili edebiyat adına projeleriniz var mıdır? Varsa nelerdir?
“Gökten Üç Elma Düştü”, “Menderesin İki Yakası / Söke’de Sözlü Edebiyat Geleneği”, “Kırk Küçük İnci” “Hikâyecinin Park Günlüğü”, “Yakamdaki Mor Sümbül”, “Şemsiyeni Açma Bugün”, “Dede Korkut Hikâyeleri / Günümüz Diliyle”, “Aykırı Şiirler” gibi çalışmalarım bitirilmiş ama hayata geçmemiş projelerimden bazılarıdır.
Umarım bu projeleriniz kısa zamanda dilediğiniz gibi gerçekleşir. Unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’ne Türkiye birincisi olarak girdiğimi söylemiştim. O yıl enstitüde tören yapıldı. Bütün bölüm birincilerine çeşitli ödüller ve onurluk belgeleri verildi. Beni unutmuşlardı.
El kaldırdım. “Değerli gençler” diye bir öğretmenimiz seslendi. “Türkiye birincisi aramızda ama biz onun başka okullara kaydını yaptıracağını düşündüğümüz için nasıl olsa bizim okul gelmez diye davrandık. İlk törende o da ödülünü ve belgesini alacak…” dedi.
Fakat o ilk tören bir daha asla yapılmadı. Türkiye’de ve Bursa’da ilk öğrenci hareketleri başladı. Anlayacağınız hâlâ ödülümü alamadım.
İnternet sitenizde benim şiirlerime de yer vermiştiniz. “Bozgun” adlı şiirimi yayınlamak istemiştiniz. Şiire bakarak benim biraz hayata küskün olduğumu düşünmüştünüz. Telefonla konuşmamızda ise hayatı sevdiğimi ve sıkı sıkıya hayata bağlı olduğumu öğrenmiştiniz. Merak ediyorum acaba şaşkınlık mı yaşamıştınız?
Geçmiş gün. Öyle olmuştur belki. Ama bir şairin sözüne duşak olur mu hiç?
Okurlarımıza bir mesaj iletir misiniz?
Edebiyat kokan günlerle dolu dolu yaşamalarını, şair ve yazarları desteklemelerini isterim.
Sayın Oyhan Hasan Bıldırki üstadım, ize sormamı istediğiniz bir soru var mı?
“Daha ne zamana kadar edebiyat? Bu karın doyurmayan işle uğraşacaksınız?” diye sormalıydınız.
“Ölünceye kadar!” derdim.
Edebiyat sevdalısı bir yüreğe “Daha ne zamana kadar edebiyat? Bu karın doyurmayan işle daha ne kadar uğraşacaksınız?” şeklinde bir soru sormak aklımın ucundan dahi geçmedi, geçmez de… Bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
HARİKA UFUK
ADANA
24 Kasım 2014
[1] İsa SARI / Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Edebiyat Teorileri II Ders Notları /