Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Temmuz '14

 
Kategori
Deneme
 

Öykülerle yolculuk (on ikinci bölüm)

Öykülerle yolculuk  (on ikinci bölüm)
 

Öykü demeti


O sırada çığlığa koşup gelen refakatçi kadınlar birinin öldüğünü duyup orada da ağlayan Temur Efendinin kızını görünce hemen etrafında toplandılar. Cağıl cuğul her kafadan bir ses çıkıyor; bu sırada kimisi de daha olayın şokundan kurtulamamış olan Temur efendinin kızına başsağlığı diliyordu.

Bunları gören Hastafendinin tepesi attı. Bu sırada Temur Efendinin kızı sanırım kardeşlerine haber vermek için telefonu eline almış, ama telefonu kullanacak mecali yoktu. Yanında bir kadın ‘aklı sıra yardım edecek’ Temur Efendinin kızının elinden telefonu almaya çalışıyordu.

Hastafendi bunu da görünce kadınlara bağırarak ‘siz sussanıza ya. Ortalığı velveleye verdiniz’ diye bağırdı. Kadınların hepsi suspus olmuştu.

Hastafendi kendi telefonunu eline aldı Temur Efendinin kızına ‘kızım kimi arayacaksak numaraları söyle sen’ dedi. Temur Efendinin kızı numaraları teker teker söyledi. Hastafendi telefonun arama tuşuna bastı, kalabalıktan uzaklaşıp köşeye gitti.

Bu sırada telefon arama sesi üçüncü ötmüştü karşıdan telefondan erkek sesi geldi. Hastafendi karşıdaki kişiye ‘beyefendi babanızın durumu ağır acele gelin’ dedi. Karşıdaki ses sırarla ‘Laleyi verin. O nerede?’ diyordu. Sanırım Temur efendinin kızının adı Lale’ydi. Hastafendi  ‘siz ne yapacaksınız Lale Hanımı acele gelin’ dediyse de karşı taraf ısrarla ‘lale’yi verin’ diyordu. Hastafendinin tepesi attı ‘Lale’yi ne yapacaksınız? Babanız öldü, Lale perişan’ deyince karşıdaki ses ‘anladım beyefendi hemen geliyoruz’ deyince Hastafendi telefonu kapattı.

İçinden ‘ne dangalaklar var yahu. Baban ağırlaştı deniyorsa atlar gelirsin’ diye telefondaki adama kızıyordu, ama Lale Hanıma hiç belli etmedi. ‘Tamam telefonu ettim gelecekler’ dedi.

Bu sırada doktor yanında başkaları odaya girip kapıyı kapatmıştı. Sanırım kalp masajı yapıyorlardı.

Hastafendi bağırınca refakatçi kadınlar da toz olmuştu. Kendi hatalarını görmeden sanırım Hastafedi’yi ‘deli biri’ zannetmişlerdi. Oraya gelen kadınlardan biri Hastafendi bağırınca ‘deli mi nu?’dese de Hastafendi duymazlıktan gelmişti.

Şimdi bütün kadınların oradan gittiğini görünce içinden ‘bunlara böyle dil lazım’ diye geçirdi, orada çaresiz yere çömelmiş olan Lale Hanımı ‘gelin şöyle gidelim. Doktor içeride müdahale ediyor. Salonda bekleyelim’ deyince kızcağız kalktı ve Hastafendiyle birlikte salona doğru yürüdüler.

Kızcağız bu sırada Hastafendiye sürekli sorular soruyordu. Önce ‘doktorlar hayata döndürür mü?’ diye birkaç kez sordu Hastafendi her seferinde ‘Allahtan umut kesilmez’ diye cevap verdi. Halbuki Temur Efendinin dönülmez yolculuğa çıktığını ve dönmeyeceğini biliyordu, ama ne yapsın kızı teselli ediyordu.

Birlikte ziyaretçilerin geldiği yerdeki koltuklara oturdular. O sırada orada oturan bir bayan durumu anladı usulca ‘başınız sağol olsun’ dedi gitti. Hastafendi sanırım kadının ‘başınız sağolun’ diyeceğini anlamıştı. Kadın daha ağzını açmadan o Temur Efendinin kızına biraz yüksek sesle ‘babanız sizden çok mumnundu. Ben onun durumundan anladım. Siz çok büyük iş başarmışsınız. Bir kanser hastasını sekiz yıl yaşatmak çok zordur. Siz o zoru başarmışsınız’ diyordu.

Ama kız bu sözleri sanki hiç duymuyor gibi babasını çok iyi baktıklarını söylüyor arada bir ‘amca dudaklarını ıslatınca babam çok memnun oldu değil mi?’ diye soruyor Hastafendi de ‘tabi kızım ben sana o zaman da söyledim, baban çok memnun oldu. Sen fark etmedin mi? Sen dudaklarını ıslatınca sanki serinlemiş gibi gülümsemişti’ diye cevap veriyordu.

Yalnız burası abartı değildi. Kızı dudaklarını pamukla ıslatınca Temur efendinin gözleri hafif ışıldamıştı. Ve ondan memnun olduğunu belli etmişti. Zaten geceden beri yaşadığına dair nefes alması hariç ilk ve son belirtisi gözlerinin bir an canlı bakmasıydı. Tabi Hastafendi kızına ‘baban tek canlılık belirtisi oydu’ demiyordu, sadece kızın her sorusuna babasının çok memnun olduğunu, gülümsediğini söyleyerek cevaplıyordu.

Kız ööyle, babasını çok sevdiğini, onun kendisini çok sevdiğini ve babasına çok iyi baktıklarını arada da bir Hastafendiye onaylatarak anlatıyordu.

Aradan epey zaman geçmiş, Hastafendinin gözü asansördeydi. Temur Efendinin oğlanlarının gelmesini bekliyordu. Kızın konuşmalarından sıkıldığı için değil, kızın çırpınışına çok üzüldüğü için bir an önce oğullarının gelmesini istiyordu. Nitekim az sonra asansörden Temur Efendinin oğlanları çıktı. Kız ağabeyleri gelince kalktı birlikte odaya gittiler.

Hastafendi yerinden kalkmadı. Onlar gidince aklında kalan Temur efendinin son nefesi verdikten sonra nefes alamaması kalmıştı. Kendisi de aynı olayı bir yıl önce yaşamıştı. Takside hastaneye yetişmeye çalışırken hastanenin ışıkları gözüktüğünde antibiyotiğin alerjisi bronşları tamamen kitlemiş son nefesi verdikten sonra tekrar nefes alamamıştı. Ama kalbi çalışmaya devam ettiği için ciğerlerde kalan oksijenle acile kadar gidebilmiş kalbi tam orada durmuştu.

•Yani Hastaneye daha uzak bir yerde nefes alamaz duruma gelseydi hastaneye gelmeden kalbi duracak hastaneye tıp dilinde ‘ex’ olarak yani ölmüş olarak gidecek varacaktı. Ve belki kapıdan ‘yapacak bir şey yok’ döndürülecekti.

O an yaşadıkları hep aklındaydı. Gerçekten bütün olmazlar o gün olur hala gelmiş, hastaneye saniyesi saniyesine yetişmiş, şansından o gün orada Göğüs hastalıkları uzmanının olması anında müdahale ve kalbinin sağlamlığı sayesinde şu anda yaşıyordu. Aklında Temur efendinin son nefesi verdiği an bir yıl önce yaşadıkları adeta film şeridi gibi gözünün önünden geçmişti.

Bu yaşadıklarından ona kalan tek şey ölümün öyle korkunç bir şey olmadığıydı. Ve biliyordu Temur efendi son nefesi verip kalbi durduğunda hiç acı yaşamamış, aksine ağrılarından kurtulmuştu.

Taşı toprağı altın’ diye altmış yıl önce geldiği İstanbul’da altmış yıl sonra hastane odasında biten bir hayat. Bu altmış yılda onun öncesine yirmi yirmi iki yıl önceydi de eklersen seksen küsur sene yaşanan bir ömür ‘kimbilir?’ hangi anıları saklıyor.

Şimdi ben o yaşanmışlıkları başka yaşanmışlıklarda tanımaya çalışacağım. Çünkü Temur efendi dünyada tek değil. Onun yaşanmışlığının nerdeyse tıpa tıp aynısını yaşayan milyonlarca insan var dünyada. Ve bütün öykülerde yaşananlar mutluluk ve kederler yumağı gibidir. Hangi yumağı açsan oradan da binler, on bin, yüz binlerce benzer yaşanmışlıklar fırlar.

Çünkü bunlar insanların öyküsüdür, insanın öyküsüdür. Bütün insanlarda var olan hırsın, öfkenin, sevginin, sevdanın, mutluluğun, kederlerin, güzelliklerin, çirkinliklerin ürünü yaşam öyküleridir. Bütün insanlarda bu duyguların hepsi bir şekilde kimisinde biri az, kimisinde öteki çok ama mutlaka bir şekilde az veya çok yaşanmış yaşanmışlıkların öyküsüdür.

Hastafendi böyle karmakarışık duygular içindeyken tekerlekli bir sedye üzerinde kefen giydirilmiş Temur efendi etrafında çocukları gözüktü. Asansöre doğru gittiler. Yıllarca tekerlekler üzerinde geçen hayat yine tekerlekler üzerinde son yolculuğundaydı. Az sonra asansör geldi. Temur efendi sedye üzerinde çocukları yanında asansöre bindiler. Asansörün kapısı kapandı. Gittiler.

Hastafendi kefene sarılı giden Temur Efendinin binip gittiği asansör kapısına bir süre daha baktı. Kalkıp odasına geldi.

Ortalık karmakarışıktı. Temur Efendiyi hayata döndürmek veya görevlerini yapmış olmak için epey uğraşılmıştı. Kalp masaj aleti, Oksijen maskeleri ve bazı araç gereç olduğu gibi ortadaydı. Hastane görevlileri benzeri olayları sıkça yaşasa da her ölüm sanırım insanı irkiltiyor… Ortalıkta kimse yoktu.

Oda arkadaşları Ahmet çocuk, öteki Bingöl’lü hasta ve torunu odadan içeri giremiyordu.

Hastafendi görevli odasına gidip oradaki görevlilere odadaki fazlalıkların alınmasını istedi. ‘Hangi oda?’ diye sormadan iki görevli geldi. Odadaki fazlalıkları alıp gittiler. Bir bayan görevli geldi Temur Efendinin yatağının çarşafını yeniledi. Yatak yeni gelecek hastaya hazır hale getirilmişti.

Hastafendi yatağına uzanmış onları seyrediyordu. Bir süre sonra oda arkadaşları da geldi. Odada ölüm sessizliği vardı. Hastafendinin gözü Temur Efendinin yattığı yerdeydi. Sanki Temur Efendi orada gibiydi.

Az sonra tekerlekli sandalyede kar gibi sakallı bir hasta yanında sanırım eşi ufak tefek bir bayan ve gençten bir erkek girip geldi. Ve onu Temur efendinin yatağına yatırdılar.

Bilecik’liymiş. Göçmen şivesi gibi bir şiveyle eşine ve genç adama ‘oğluymuş’ sürekli fırça atıyordu. Onun şivesi, hali tavrı Temur Efendinin son yolculuğuna çıktıktan sonra odadaki sessizliği gidermiş bir hoşluk oluşmuştu.

Adı Osman Hacı’ymış. Kısa süreli sohbet sırasında yarattığı hoşluk üzerine hastafendi ‘Hacı Osman amca sen şeker gibisin sana Hacı Şeker Osman ismi yakışır’ diye espri yaptı. Gülüşüldü. Hacı Osman eşine ve oğluna bir şeyler tembih etti ‘hadi siz o işleri görün ben kendime bakarım ‘ deyip onları uğurladıktan sonra çevik bir şekilde zıplayıp yatağına çıkıp uzandı.

Gerçekten pire gibi biriydi. Sürekli sakalını sıvalıyor ‘o burası iyiymiş, manzarası da iyiymiş’ derken Bingöllünün torunu (Hastafendinin kaş göz işaretine rağmen) ‘Hacı dayı çok kurulma ordan az önce bir cenaze çıktı. Yatağın pek hayırlı değil’ diye boşboğazlık yapınca Hacı Osman irkilip, şaşkınlıkla Hastafendiye ‘bu çocuk şaka mı yapıyor?’diye sordu.

Artık saklanacak bir şey kalmadığını fark eden Hastafendi ‘takma kafana Şeker Hacı dayım. O senden yaşlı kanser hastasıydı. Maşallah sen pire gibisin. Hiç hasta gibi gözükmüyorsun. Azrail gelirse ben defederim korkma sen’ dese de iş işten geçmiş, Hacı Osman bu kez yatağından pirelenmiş, sürekli sağına soluna bakınıyordu.

O sırada hemşire geldi ‘o amca sakalın da çok güzelmiş, kar gibi’ dedi. Hacı Osman sakalı gerçekten çok beyaz ve yakışmıştı suratına. Aslında yaşı yetmiş dörttü, ama sakalıyla çok daha fazla gösteriyordu. Hemşirenin sözüne herkes gülüştü.

Hacı Osman’ın biraz keyfi gelse de sağına soluna bakınmaya devam ediyordu. Sanırım kendine en yakın Hastafendiyi gördüğü için ‘sen gece beni beklersin. Azrail gelir bu yatan kim diye sorarsa sakın Hacı Osman diye adımı verme. Sav başımdan’ dedi.

Ondan sonraki sohbet Hacı Osman üzerine kurulu olsa da Hastafendinin aklından Temur Efendi onun son nefesi verdiği görüntüsü gözünün önünden gitmiyordu.

Nedense Temur Efendinin ağrılarına gösterdiği metanet, doktora usulca ‘çok ağrım var, biraz azaltabilirmisiniz?’ derken ki vakur hali Hastafendiyi çok etkilemiş, kendini ona çok yakın hissediyordu. (devam edecek)
 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..