- Kategori
- Öykü
Öylesine bir insan... öylesine bir yaşam...

Fotoğraf: Bahar Çallı
Sessiz sakin bir gün olarak başlamıştı bugünde…Tek farkı öğleden sonra artan yağmurdu. Birden dökülmeye başlamıştı, sağanak sağanak şehrin çatlak asfaltlarına...Yoldan geçenler bir anda neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Gök gürültüleri art arda çakan şimşeklerden sonra yırtıcı çığlıklarıyla göğü delercesine adeta doğadan intikamını alıyor gibiydi…Sanki Tanrı bu anın fotoğrafını çekiyordu zira çakan şimşekler fotoğraf makinesinin flaşı gibi heryeri aydınlatıyordu…
Bu koşuşturmaya şimdi birde işten çıkan insanların eve yetişme telaşı eklenmişti… Sokaklar insanla dolmuş ve hepsinin evlerine bir an önce ulaşma isteği önce kaygıya sonra sinire dönüşmüştü.. Bu mevsimde beklenmedik bir şekilde yağmurun yağması pekte hayra alamet gibi görünmüyordu anlaşılan onlara.
Ahmet de o gün babasının eve dönmesini telaşla bekleyenlerdendi.Perdeyi aralamış dışarı bakıyor, babasını ilk olarak camda karşılamak istiyordu.Bu esnada aniden patlayan şimşekler onu korkutuyor sonrasındaki gök gürültüleri ise babasının bir an önce gelmesi için ona dua ettiriyordu.
Yağmurun cama çarpan iri taneleri ve çıkardığı sesleri bir ritme uyarlayıp, pencere buğusuna resimler çizerek vaktini geçirirken birden evlerinin karşı köşesinde, yağan bu yağmura aldırmadan, yerde diz çökmüş ihtiyar bir adam görmüştü…O ihtiyarı bu sokakta ilk görüşü değildi ama bunca yağmura rağmen hala orda oturmasına anlam verememişti.Dışarı çıkıp bunları ona sormak istedi ama ne yağmur ne de annesi buna izin vermezdi. Merak ettiklerini öğrenmeyi yarına sakladı ve babasını beklemeye karar verdi.
Saat ilerlemiş babası hala gelmemişti, Ahmet’te pencerede ihtiyarı izlemeye dalmıştı ki evin telefonu bu sessizliği bozan hadise olmuştu. Arayan babasıydı ve işlerinin uzayacağını muhtemelen gece geç döneceğini annesine bildirmişti. Bunun üzerine akşam yemeğine evin babası olmadan başlamak zorunda kaldılar. Ama Ahmet’in aklı köşe başındaki o ihtiyarda kalmıştı.
Gece olmuştu…Annesinin hazırladığı yatağa uzandı önce, ardından küçük ellerini yukarı kaldırıp her zaman ki gibi dua etti ve başını usulca yastığına koydu. Sonra her zaman ki gibi sol tarafına dönüp uyumaya başladı. Babasının sağ yanağından öpmesini çok severdi o yüzden asla sağına dönük uyumazdı. Annesi defalarca "oğlum sol tarafta kalbin var sağına dön uyu" desede, buna aldırış etmez ve babasının o vazgeçemediği öpücüklerini sağ yanağında biriktirirdi.
Nihayet sabah olmuştu… Dün yağan yağmurdan bugüne sadece yol kenarlarında oluşmuş küçük çukurlarda biriken su gölcükleri ve dallarından düşmüş yapraklar vardı. Hava düne göre daha sıcak, insanlar ise düne göre daha sakindi..
Ahmet kahvaltıya oturduğunda aklına yine o ihtiyar gelmişti. O küçük aklıyla merak ettiği soruları sürekli kendisine soruyordu. Sonra kararını verdi; birazdan arkadaşlarıyla futbol oynamak için dışarı çıkacak ve ardından ihtiyarın yanına gidip bir bir sorcaktı merak ettiklerini.
Öyle de oldu.. Arkadaşlarıyla oynamak için dışarı çıktı önce ardından da ihtiyarın yanına gitti.O na yaklaştığında ayaklarının titrediğini hissetti. Tuhaf bir his vardı içinde ama yinede vazgeçmeyecek soracaktı sorularını. İhtiyara yaklaştıkça onun aslında o kadar yaşlı olmadığını üstündeki elbiselerin eskiliğinden ve yüzünün gözünün pisliğinden öyle göründüğünü fark etti. Bu adam olsa olsa otuzbeş bilemedin kırk yaşlarındaydı. Yanına iyice yaklaştı, heyecanı giderek artmıştı. Aradığına çok yaklaşan bir kaşifin heyacanıyla yarım yamalak sordu sorusunu:
- Senin evin yok mu amca ?
Sormuştu sorusunu işte ama o da neydi ? Adam soruyu duymamıştı bile, besbelli bambaşka bir şey düşünüyordu. Biraz daha bekledi adamın başında, sonra tekrarladı sorusunu:
- Amca… Neden burada duruyorsun hep dün yağmurda ıslandın ya hasta olursan ?
Adam bu kez duymuştu sorunun tamamını. Fark edilmişti sonunda kalabalık şehre ait ama yalnız insanların birisi tarafından. Hemde yaşı daha 8 olmamış bir çocuktan. Cevap versemi yoksa vermese mi bilemiyordu fakat bunca insan içinden kendisini merak edipte soran birinin bu masumane sorusuna da cevap vermeyip onu kırmak olmazdı.
- Boşver küçük..Çok ama çok uzun bir hikaye. Bunu anlamaya ne senin aklın yeter ne de benim yüreğim dedi.
Ama biliyordu ki bu cevap, küçüğün sorularına devam etmemesi için ikna etmeyecek ve o minik yürek sorularına devam edecekti. Sonrasında Ahmet masum birazda duygu sömürüsü yüklü bakışıyla ihtiyarın gözlerine baktı. İhtiyar anlamıştı ısrarcı bir miniğin eline düşmüş olduğunu
Ve yıllardır içinde büyüttüğü bu derdi paylaşmaktan başka çokta şansı olmadığını.
- Peki sonuna kadar dinleyecek misin, küçük? dedi ihtiyar.
- Evet hemde sonuna kadar. Akşam altıya kadar izinliyim annemden dedi Ahmet.
Sonrada ihtiyarın yanına çöktü, başını iki elinin arasına aldı ve ders dinleyen bir öğrenci edasıyla ihtiyarı dinlemeye koyuldu.
İhtiyar bu minik konuğunu çok bekletmeden konuya girecekti ama anlatacakları karşısındakinin anlamayacağı kadar derin mevzulardı. Yine de anlatıcaktı çünkü ısınmıştı kanı Ahmet’e. E ne de olsa onun yıllardır konuştuğu ilk insandı Ahmet.
- Bu bir gönül hikayesi... Uzun, çok uzun yıllar önceydi bende her genç gibi bir kızı seviyordum dedi. Lise bitmiş iyi kötü işleyen bir dükkan açmış evlenme hayalleri kuruyordum diye ekledi sonra. Ramazan ayı bitmiş bayram olmuş ardından da nişanımızı yapmıştık sonra çeyizimize ev eşyası bakmaya bile başlamıştık dedi. Derken önce küçük kız kardeşimi hastaneye kaldırdık sonra ise o çok sevdiğim nişanlımı, Gayemi, dedi..
Ahmet kendini tutamayıp sordu :
- Öldü mü yani ?
İhtiyar Ahmet’e bakıp başını iki yana salladı. Dolan gözlerinden yaşların akmasını engellemek için çaba sarfetti bi süre. Sonra devam etti…
- Yok küçüğüm ölmedi. Kardeşim de Gaye de aynı nedenden dolayı hastanede yatıyordu.. İkisinde de böbrek yetmezliği vardı ve ikisine de acil böbrek lazımdı dedi.Sonra ben ve akrabalarımız tahlil olmaya karar verdik. Belki dokularımız uyar böbreğimiz onları yaşama bağlar dedik. Tahlil sonuçları açıklanmıştı. Açıklanmıştı açıklanmasına da o an benim için adeta bir seçim gününe dönüşmüştü ve seçimini yaptığım şey iki insanın hayatı arasında olacaktı. Onca böbrekten sadece benimkiler hem Gaye’ye hem de kardeşim Hatice’ye uygundu. Şimdi bu iki can bu iki parçam için bir parçamdan vazgeçecektim ama hangisi için… Doktor seçimi bana bırakmış ailem kardeşim için aşkımdan vazgeçeceğimi düşünmüş ben ise ortada kalmıştım. İkisini birden alsanız birini aşkıma birini kardeşime verseniz dedim ama bunun imkansız olduğunu biliyordum. Zaman hızla daralıyor ve benim birini seçmem gerektiğinin kararını vermemgerekiyordu. Ama geceleri kabuslar görüyor, kan ter içerisinde uyanıyordum. Sanki idam kararı veren bir hakimdim ve zamanı geldiğinde iki sanıktan birini serbest bırakacak diğerini ise ölüme sürükleyecektim. Annem ve babamın emeklerini hiçe sayamadım, yıllarca ağabeyciğim diyerek, beni her gördüğünde kucağıma atlayan kardeşimi sevdiğime değişecektim. Ama bir dahada Gaye’nin yüzüne bakamayacağımı biliyordum. Bu yüzden planımı yaptım amliyata girecek böbreğimi teslim ettikten sonra iyileşmeyi bile beklemeden o şehri terk edecektim. Çünkü ardımda bıraktığım sevgilimin ölüm haberini öğrenmek istemiyordum. Onu içimde yaşatacağıma söz vererek ameliyat sonrası hastaneden kaçtım. Arkamda işimi, ailemi, ve eşimi bırakarak… Yaşayacak bir nedenim kalmamıştı artık öylesine bir insan olmuştum ve öylesine yaşayacaktım artık. Geçmişe dair hiç bir bilgim olmadan sonsuzluğa ulaşacaktı bedenim. Korkağım belki de sevdiğime yardım edemesemde onu son yolculuğuna uğurlayamayacak kadar korkağım.. İşte böyle küçük bu da o merak ettiğin adamın neden yağmurda, soğukta, bu ıssız sokaklarda bir başına gezdiğinin nedeni…
Ahmet öylece kalakalmıştı. Anlatılanlar belki onun yaşından büyüktü ama bu olay onu yinede etkilemişti. Susmuş ikinci bir soru sorma cesaretini gösterememişti.
Usulca ayağa kalktı biraz buruk biraz düşünceli yürümeye başladı. Sonra arkasını dönüp ihtiyara son bir kez baktı başıyla selam verdi ve yürümeye devam etti. Öylesine bir yaşam öylesine bir insan demek dedi.. Oysa hiç de boş bir hayat değil di onun ki. Sevdikleri arasında seçim yapmaya zorlanan bir kader oyunu nasıl bu kadar ağır olabilirdi. Sonra kendini düşündü, büyüyecekti ve nasıl bir hayat yaşayacaktı acaba? Her hayat böyle ağır yükler ve anılarla doluysa bende öylesine bir hayatın öylesine bir piyonu olmak istiyorum dedi ve geleceğine doğru yol almaya başladı…
Hakan Semih