Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

06 Şubat '19

 
Kategori
Anılar
 

Özlediğim Çınar Altı

Beyazıt Çınaraltı bambaşkaydı o yıllar. Sahafların girişinde asırlık çınar devasa kollarıyla, şefkatli bir anne gibi, gölge olur kucaklardı gelen geçenleri.
 
Çınarın hemen sağ cenabında tarihi Sahaflar Çarşısı’nın kapısı, ziyaretçilerini kitapların kokusuyla buluşturmak üzere ardına kadar açıık vaziyette beklerdi.
 
Çınar hemen arkasına kendisiyle yaşıt binlerce evrakı koynunda saklayan Beyazıt İl Kütüphesi’ni, karşısına da Abdülhakim Arvasi Hazretleri gibi nice alimin Cuma vaazlarını verdiği Beyazıt Cami’ni alır; böylece heybetine heybet katardı.
 
Dallarının bir kısmını İstanbul Üniversitesi’nin olduğu tarafa uzatan Çınar, yapraklarıyla rüzgar savurdukça öğrencilerle selamlaşırdı.
 
Etrafı da kalabalıktı yaşlı Çınar’ın. Hemen her saat onlarca insanla dolar taşardı.
 
Eski eşyalar, takılar, küçük sigara tabakaları, aynalar, paralar onlarca satıcı tarafından tarihi dokunun zeminine, taşlarına dizilir; mekanın canlılığına canlılık katardı. Hava ne kadar güneşli olursa olsun, çınaraltı hep serin, hep gölgelik, hep hayat doluydu.
 
Çınar’ın sol tarafında ise bir kaç masa ve sandalye ile Türkmen motifli keçeli sedirlerden oluşan mütevazı bir çay bahçesi vardı. Çay bahçesi ile bütünleşen yaşlı neyzenin üflediği neyden çıkan nağmeler, her geçenin ruhunda tatlı bir ürpertiye sebep olurdu.
 
Oradan her geçişimde “Hoca anne” diye seslenirdi neyzen. “Gel sana bir çay ısmarlayayım.”
 
Adımı hiç sormadı, adını hiç sormadım. Ben ona “Dede” o bana “Hoca Anne” derdi. 19 yaşındaydım. Elinde kitapları salına salına yürüyen yani ne hocalıkla, ne annelikle alakası olmayan bir genç kızdım. Ama neyzen dedemin hoca annesiydim ve Çınaraltı’nın şimdi yerinde yeller esen o atmosferinde soluklanırken, hem demli bir çayı yudumlamanın, hem de eşsiz bir sohbetle demlenmenin keyfini çıkarırdım.
 
Yüzümde kocaman bir gülümseme, yüreğimde kocaman bir teşekkürle masadan kalkar, beş on adım attıktan sonra onu görürdüm.
 
Yüzümdeki gülümseme henüz kaybolmaya yüz tutarken yeniden canlanır, o gülümseme bu kez başka bir Dede’nin bakışlarıyla buluşarak daha da ışıldardı.
 
Simsiyah saçları ve saçları kadar uzun sakalları ile hayata kafa tutan, sakalının bir protesto imgesi olduğunu söyleyen Hüseyin Avni Dede’yi.
 
İstanbul Üniversitesi çıkışında Çınaraltı üzerinden sahaflara, oradan da Kapalı Çarşı içinden Nur-u Osmaniye çıkmak, Bab-ı Ali yokuşuna kaptırarak Cağaloğlu’dan geçerek Eminönü’ne varmak anlatılmaz yaşanırdı. Sadece yollarda yürümez, yüreklerden geçerdim sanki. Onlar da benim yüreğime dokunur her adımda daha büyür daha da güzelleşirdim.
 
Yıllar geçti. Yollar değişti. Artık ne çay bahçesi var, ne Neyzen Dede. İşportacıların çehreleri de değişmiş, sattıkları da. Beyazıt Cami de sürekli bir tadilat modunda, öksüz bir çocuk gibi ıssız ve sessiz...
 
En son öğrendiğime göre Şair Hüseyin Avni Dede de artık Çınaraltı’nın gölgesinde değil.
 
Yani anlayacağınız “Tek Şekerlik Çınaraltı’nın ne tadı kalmış ne tuzu”
 
Neslihan Sultan PALA
 
Toplam blog
: 35
: 2068
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

1970'li yıllarda başlayan yaşam serüvenimde yazmak daima benim için itici bir güç oldu. İstanbul ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara