Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '10

 
Kategori
Futbol
 

Özlediğimiz Fenerbahçe Ufukta Göründü

Özlediğimiz Fenerbahçe Ufukta Göründü
 

Daum döneminin başından beri, hatta belki öncesinde Mustafa Denizli'nin dönemine kadar uzatılabilecek bir gelenek oturmuştu Fenerbahçe'de yıllardır. Derbilerin kralı Fenerbahçe, diğer maçlarda aynı başarıyı gösteremiyordu bir türlü. Türkiye liginin büyükleri ve o senenin üst düzey futbol oynayan takımları içinde bir lig tablosu oluşturulsa, özellikle de derbi maçlar hesaba katılsa Fenerbahçe'nin son 10 yılın şampiyonluklarına ambargo koyması gerekirken işler bu şekilde yürümedi yıllardır. Ligin alt sıralarında olup da yenilmemeye, ligden düşmemeye oynayan takımlar Fenerbahçe'nin puanlarını ikişer, üçer tüketerek bu derbi başarılarının şampiyonlukla taçlandırılmasına izin vermediler çoğu zaman. Futbol izleyicisinin ve spor medyasının bu konudaki yorumu genelde takımdaki disiplinsizlik, küçük maçlara yeterli konsantre olunamaması, hatta laubalilik olarak değerlendirildi. Benim görüşüm başından beri bu şekilde olmadı. Sorun Fenerbahçe'de yerleşen futbol mantalitesi ile ilgiliydi. Şimdi Aykut Kocaman öncesi 8-10 yıllık dönemin kısa bir özetini çıkaralım isterseniz:

Fenerbahçe derbilerin tartışmasız lideri. Kötü oynuyor görünürken bile kazanmak için gerekeni yapabilen bir görüntüde

Zico dönemi hariç belirgin bir Avrupa başarısı olmasa da rakibe ezilerek yenildiği, beklenmedik mağlubiyetlerin alınmadığı, daha üst düzey takımlara 1-2 farklı mağlubiyetlerin alındığı nisbeten dengeli bir tablo (Aragones dönemi hariç)

Kazanılması gereken final maçlarının hiç birinde (Türkiye Kupası finalleri ve Denizli-Trabzon lig finalleri) beraberlik sağlanmasına rağmen gereken galibiyetin bulunamadığı

Her yıl yapılan bir kaç pahallı ve kaliteli transfere rağmen Alex dışında hiç bir yaratıcı oyuncunun olmadığı, tüm gelen pahallı forvetlerin kariyerlerinin tükendiği, Emre, Mehmet Topuz gibi oyuncuların bile vasat görünümleri ile Aurelio gibi dümdüz bir oyuncunun gölgesinde kaldığı

Öyle 4-5 farklı, bol gollü lig maçlarının nadir görüldüğü, yense de yenilse de maçlarında kimsenin iddaa oynarken üst seçeneğine fazla rağbet etmediği renksiz, disiplinli, kendi taraftarının bile çoğu zaman futbolundan haz almadığı bir Fenerbahçe gördük 2000'lerde...


Ve tabii ki herkes maliyet hesaplarına başladı, faturaları kesildi. Kasımpaşa, Denizli gibi takımların tümünün maliyeti bir Fenerli futbolcu kadar etmezken beceriksiz yönetim nereden buluyordu bu değerinin onda biri bile etmeyecek onlarca futbolcuyu. Haydi şimdi tüm önyargılardan uzak, objektif bir analiz yapmaya çalışalım. Fenerbahçe futbol takımının berbat Aragones dönemi dahil yıllardır sıkıntısının disiplin sorunu olmadığı aşikar, her futbolcu yerli yerinde kendisine söylenen görevi yapmaya çalışıyor. Tek forvet, çift forvet, 4-4-1-1, 4-3-3, ön libero , çift ön libero gibi dizilim matematiği de bence detaydan fazlasını ifade etmiyor. Ne yani, takım tek forvetli oynarsa kaleci dışında kalan 9 oyuncunun gol atma girişiminde bulunması yasak mı? Ön liberoların orta çizgiyi toplu-topsuz geçmelerine ofsayt gibi sınırlayıcı bir kural mı var? Açıkcası bence asıl sorun yaratıcılığa, farklılığa ödün vermeyen aşırı disiplin.

Şunu kabul etmeliyiz ki kurduğu sistemle 2000'lerin Fenerbahçe'sine damga vuran Daum, bir anlamda da Fenerbahçe'nin genleriyle oynadı. Aslında başlangıçta yapılan doğru görünüyordu. Aşırı büyüklük hissi içinde böbürlenen, kendini dev aynasında gören, her yıl tonlarca para harcayıp flaş transferler yapan ama buna rağmen 1-2 istisna sezon dışında son 20 yılın acıların takımı vardı Daum'un elinde. Ağır hezimetler, olmadık mağlubiyetlerden kaçınmak için defansif yönü kuvvetli, arkayı sağlam tutan, nasılsa yetenekli oyuncular ile ve duran toplarla 1-2 gol bulurum diyen mantık bir süre idare etti. Hatta neredeyse Fenerbahçe tarihinde ilk defa üstüste 3 şampiyonluk gibi görülmemiş bir istikrar tablosu görüntüsü verdi. Ancak Denizli'de kaçan şampiyonluk sonrası Daum'un gidişi, duran top organizasyonlarının eskisi kadar önemsenmemesi, dahası Fenerbahçe'nin artık büyük takım değil de öncelikle oynatmamayı düşünen bir Anadolu takımı gibi oynamaya alışması tüm bu iyi görüntünün ileriye dönük bir planlamadan çok günü kurtaran bir anlayış olduğunun ortaya çıkmasına neden oldu. Savunma bile topu kaparak hızlı atağa çıkmak değil de rakibin boşluk bulmamasına yönelik kaymalar halinde yapılyordu. Daum'un ilk döneminin son aylarını bir getirin gözünüzün önüne.


Takım topluca savunma yapıyordu yapmasına ama tabir uygunsa gölge savunma yapıyordu. Gelen rakibin önündeki boşluğu bir savunmacı kapatıyor, top başka oyuncuya geçince diğer tarafta aynı görüntü tekrarlanıyordu. Amaç topu kapmak değil, rakibin gelmesini engellemekti. Herkes adeta Alex gibi savunma yapıyordu, sadece geçiş yolunu tıka, topu almaya yönelik bir hamle yapma mantığı ile. Bu mantık oynamak isteyen takımlara karşı etkili olabiliyordu belli ölçüde. Yani ligin diğer büyükleri ve Avrupa maçlarında dişe diş oynayan bir takım görüntüsü yaratıyordu. Bu haliyle Fenerbahçe Avrupa'nın dişli bir Anadolu takımı olabiliyordu. Bu anlayışla Sivas'ın bile belli bir süre üst sıralara oynayabildiğini unutmamak lazım. Ancak ne zaman ki ligin vasat, kalitesi düşük takımları, mutlaka yenilmesi gereken takımları çıkınca karşısına, oynatmamaya yönelik bu takımlara karşı oynatmama planı yeterli olmuyordu. Bir B planı da olmayınca üretemeyen takım beraberliklere, hatta alıştığı anlayış dışına çıkınca tuhaf mağlubiyetlere maruz kalıyordu. Aykut Kocaman'ın gelişiyle yeniden her maçı domine etmek isteyen, pozisyon arayan, zorlayan bir takım ortaya çıkmaya başladı. Medya sıklıkla Aykut'u yanlış anladı diye düşünüyorum. Aykut herkesin koştuğu, disiplinli bir asker takımı istemiyordu sadece. Yeteneği olan tüm oyuncuların yeteneklerini göstermesini, sorumluluk ve risk almalarını sağlamaya çalıştı.5 milyon, 10 milyon dolarlık futbolcular niye bu paralara transfer edildiklerini hatırlamalıydılar. Görevleri sadece hata yapmadan verilen mevkide oynamak değil, yoktan var etmek, yaratmak, farklarını göstermekti. Ama top kaptırılınca general, asker ayrımı kalmamalı, herkes terinin son damlasına kadar asker olmalıydı. Bu anlayış giderek takımda oturmaya başladı ve açıkcası mevcut gidişattan inanılmaz keyif alıyorum. Eskiden bir elimde kitap, gazete ile oyalanıp yan gözle bile seyrettiğim Fenerbahçe maçlarından sıkılırken, şimdi her anında farklı kombinasyonların yapıldığı, kanatların, göbeğin, beklerin bile zamanı gelince atağa katkı sağladığı eğlendiren ve kendini izlettiren bir Feneerbahçe oluşmaya başladı. Son Eskişehir maçını gözünüzün önüne getirin. Topu ayağına alan hemen her oyuncu yakınındaki bir veya birkaç oyuncuyu eksiltmek amaçlı girişimlerde bulunuyor artık. Al-ver oynayan Alex bile orta sahada rakibinin sağından atıp solundan geçmeye çalışıyor. Peki bunun ne faydası var derseniz, markajdan topla kurtulan her Fener oyuncusunun üzerine farklı mevkiden bir defans oyuncusu basmaya çalışınca rakibin çakılı savunmasının dengesi bozuluyor mecburen, kaymalar yapmak zorunda kalıyorlar ve hata yapma oranları artıyor.


Çakılı, gömülmüş savunmayı sadece çok pas yaparak açmak günümüz futbolunda neredyse imkansız. Barcelona bile bol pasla rakibinin başını döndürüyor, ama farkı yaratan yine önündeki adamı eksilten Messi oluyor. Bu şekilde Mehmet Topuz, Emre, Stoch gibi oyuncular Cristian'dan, Aurelio'dan, Maldonado'dan daha değerli olduklarını gösterebiliyorlar. Bu oyunun riskleri yok mu? Tabii ki var, bunun kanıtı da istatistiklerde. Fenerbahçe ligin en fazla gol atan takımı, ama bunun yanında en çok gol yiyen takımlarından biri. Olmadık bölgelerde kaptırılan toplar zaman zaman baş ağrıtabiliyor. Ama Türkiye ligi için bence bu göze alınabilecek bir risk. Çünkü 4-5 takım haricinde oyunu 2 yönlü defansif ve ofansif aynı üst düzey beceriyle oynayabilen oyuncu sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Ya pres yapan oyuncunun defansif becerisi kısıtlıdır topu kazanamaz, ya da top kazanma becerisi olan oyuncunun hızı, ofansif yönü, tek pasta gol pozisyonu yaratma becerisi kısıtlıdır. Türkiye liginde onlarca İniesta, Xavi bulunmuyor sonuçta. Tüm bu uzun yazıyı özetlemek gerekirse Fenerbahçe bir dönüşüm yaşıyor.

Avrupa'nın Anadolulusundan, Türkiye'nin büyüğüne dönüşüyor. Bu mental dönüşüm sağlanabilirse ileriki yıllarda yapılacak kaliteli transferler gerçek değerlerini gösterebilir hale gelecektir ve Türkiye liginin büyüğü Avrupa'nın büyüklerinden olmaya aday olabilecektir.

 
Toplam blog
: 14
: 894
Kayıt tarihi
: 22.04.10
 
 

36 yaşında ve doktorum. Yaş olarak yolun yarısını geçtiğim iddia edilse de ve pek çok iş alanında 35..