Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

07 Eylül '10

 
Kategori
Sinema
 

Lions for Lambs - Uyan ey halkım, uyan ey dünya

Lions for Lambs - Uyan ey halkım, uyan ey dünya
 

Çoğumuzun daha çok oyunculuğuna hayran olduğumuz, ancak pek çok filmle yönetmenlik koltuğunda da rüştünü ispat eden Robert Redford'un bu filmine aslında bir sanat ürünü olmaktan çok bir sanatçının toplumsal sorumluluk projesi olarak bakmamız gerekiyor. Giderek apolitize olan ve kendi gündelik yaşamları dışındaki gelişmelere umursamaz olan toplumları bir anlamda dürtmeyi ve giderek kirlenen, amacından sapan siyaset-medya ilişkilerini irdelemeyi amaçlıyor Redford bu filmiyle. Amacında da kısmen başarılı olduğu söylenebilir. Ancak devamlı diyalogların olduğu, nadiren de olsa didaktik olmaya meyleden ve hep aynı ağır tempoda seyreden film herkes için kolay bir izlenilirlik vaad etmiyor. Hele ki Tom Cruise, Meryl Streep, Robert Redford gibi büyük oyuncuların isimlerini görerek beklenti içinde olanlar için ciddi bir hayalkırıklığı olacağını öngörmek mümkün. Çünkü bu değerli oyunculardan Redford'un yönetmen olarak beklediği aslında büyük performanslar değil, sadece diyalogların inandırıcı bir şekilde seslendirilmesiyle sınırlı.

Afganistan'a planlanan yeni bir saldırının ilk 1 saati 3 ayrı perspektiften sunuluyor. İlk olarak bu saldırı planının yaratıcısı olan Senator Irving (Tom Cruise), tecrübeli gazeteci Janine Roth'u ikna etmeye çalışarak ve haber sağlama rüşvetiyle kendi saflarına çekmek ve medya desteğini sağlamaya çalışıyor. İkilinin arasında geçen konuşmalarda "ne uğruna olursa olsun kazanmak", "Amerika'nın artık onurunun kırılmasına izin vermemek" şeklinde aslında tüyler ürpertici sayılacak ifadeler kullanıyor senatör. İkinci hikayede üniversitede siyasal bilimler profesörü olan Profesör Malley, verilen derslere başlangıçtaki ilgisini kaybeden, aldırmazlık nedeniyle potansiyelini kullanmamayı tercih eden parlak öğrencisini bu apolitik tavrından döndürmeye çalışıyor. 3. hikaye ise yine Profesör Malley'nin öğrencileri olan Rodriguez ve Finch'in aslında hiç de inanadıkları bir savaşa hem sorumluluktan kaçmadıklarını göstermek, hem de sisteme karşı yapacakları mücadele için almaları gereken eğitim için sisteme borçlanmadan yollarına devam edebilmek için asker olarak katılmalarını anlatıyor.

Başta söylediğim gibi amaç sanatsal bir estetik yakalamak, etkileyici bir hikaye anlatmak değil sadece pek çoğumuzun uzun süredir kafa yormaktan kaçındığımız konularda düşünmemizi sağlamak. Bu anlamda da Redford istediği etkiyi sağlayabiliyor bana kalırsa. Kendi adıma filmin anlattığı hikayeler bağlamında bana düşündürdükleri şunlar:

1- İlk hikayede senatör ile gazeteci arasında geçenler aslında Amerika'ya özgü değil. Senatör kendisine uzun vadede başkanlık yolunu açacak saldırı planı için çok istekli ve hatta kendinece haklı nedenlerine çok inanmış görünüyor. "Ne uğruna olursa olsun" derken kaybedilecek yaşamlar onun için sadece rakamsal veriler. Daha önceden yanlışlar yaptığını kabul etmeyi büyük bir erdem olarak gösteriyor, ancak bu ne ölenleri geri getiriyor, ne de yeni planda öleceklerden kaçınmasına neden oluyor. Ülkemizden de yakından tanıdığımız kutuplaştırma, "ya bizdensindir, ya da karşı tarafta" dayatması karşısındakilerin "ama" demesine bile izin vermiyor. Politikanın günümüzde artık yönetmek ve hizmet etmek değil seçilmek, kazanmakla alakalı olduğu gayet net ifade ediliyor. Ne yazık ki halka bilgiyi ve gerçeği sunması gereken medya daha temiz değil. Taze haberin, aksiyonun getireceği reyting gerçeklerden daha değerli bulunuyor. Medya kimi zaman eleştirir görünse de sistemin çıkar ortaklarından biri ve kirli bir parçası.

2- İkinci hikaye eğitimli kesimin vurdumduymazlığının, apolitik tavrının bir projeksiyonu. Belli bir sosyoekonomik düzeyin üzerinde bir aileden geldiysen, zekan vasatın üzerindeyse ve iyi bir eğitim alma şansın olduysa yapılan, yaptığımız politikaya, bu kirli ve karmaşık bulduğumuz alana bulaşmamak. Sistemin nimetlerinden faydalanıp hayatımızı yaşamak pek çoğumuzun genel tavrı artık. Nasıl olsa tek başımıza veya birkaçımız bir araya gelerek sistemi değiştiremeyeceğimize göre sisteme adapte olup, çirkinliklerini görmezden geliyor ve yeni politikaların belirlenmesini sistemin başında olup hizmet için değil kendi menfaatleri için yönlendirenlere bırakıyoruz çoğumuz. Cılız bir iki idealist ses de iktidar sahiplerince cezalandırıldığında kafamızı diğer tarafa çeviriyoruz, olup bitiyor işte. Fakat tüm dünyada artan şiddet ve adaletsizliğin vicdanımıza dokunması, hatta bizim kurban konumuna düşmemiz çok da uzak olmayabilir artık.

3- Yukarıdaki şanslı (?) azınlıklardan değilsen işte 3. hikaye. Alt sosyoekonomik düzeyden geliyorsan öyle seçebileceğin pek fazla bir seçenek yok. Nedenini bilmediğin, belki de haklılığına bile inanmadığın savaşlar için ön cephede sana şimdiden rezerasyon yapılmış zaten. Akıllı ve çalışkan olup eğitimle yükselmek istiyorsan da seçenekler kısıtlı. Ya devlete, ya da cemaatlere, kendine yandaş sağlama amaçlı gruplara borçlanmak zorundasın. Ki her iki seçenek de bu kirli sistemin temel parçalarından olup kendine borçlu bireyin kendilerine yani sisteme karşı mücadele etmesine izin vermez.

Son olarak söylenmesi gereken şu: bu film sanatsal anlamda bir değer içeren, arşivlerde saklanıp tekrar tekrar seyredilecek bir film değil. Daha çok insanları düşünmeye sevk etme amacındaki bir tartışma programını andırıyor. Benim açımdan düşündürdükleri için seyredilebilir olmakla beraber bir sinema filmi olarak pek tatmin olmadığımı söylemeliyim. IMDB puanı 6, 2 olan film için sadece bana sağladığı düşünce jimnastiği hatırına benim puanım 4

 
Toplam blog
: 14
: 894
Kayıt tarihi
: 22.04.10
 
 

36 yaşında ve doktorum. Yaş olarak yolun yarısını geçtiğim iddia edilse de ve pek çok iş alanında 35..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara