- Kategori
- Sosyoloji
Parya liberalizmi, İslam ve akıl

"Postmodernizm, İslam ve Akıl" kitabının yazarı Ernest Gellner, Orta Avrupa'nın son dönem önemli mütefekkirlerinden biri olarak görülmektedir. Bu yakınlarda "Dil ve Yalnızlık" (Kabalcı; 2013) diye bir kitabı daha; Aysu Oğuz tarafından güzel bir şekilde çevrilerek dilimize kazandırıldı. Kitabın giriş kısmı sevgili oğlu David Gallner kaleme almış. Hemen hemen otobiyografik özellikler taşıyan bu kitap, Ernest için uygun bir son çalışmadır. 1959 yılında Wittgenstein'ciliğa yaptığı eleştirilerle ismini duyurduğu 'Words and Things' çalışmasından başlayarak 'Uluslar ve Ulusçuluk' (1983) ve 'Nationalism' (1997) çalışmalarınıda kapsayan, bunun içine yıllar yılı Malinowski hakkında yazdığı makaleleride kapsayacak bir öz çalışma niteliğinde. Kısaca "Dil ve Yalnızlık" Wittgenstein, Malinowski ve Habsburg ikilemini inceliyor.
Birkaç gün boyunca bu eşsiz kitaptan edindiğim izlenimler ışığında Türkiye'nin bazı meselelerine değinmeye çalışacağım. Her ne kadar demin bahsettiğim konular kışkırtıcı bir entelektüel duyarlılığa hitap etse de Gellner'in kendimce farklı bulduğum bazı kavramlarını ödünç alarak Türkiye'nin bu son dönemdeki histerik, hasta görüntüsünü analiz etmeye çalışacağım. Bu noktada sözümü daldan budaktan da esirgemeyi düşünmüyorum.
Kitabı okurken bazı kavramların altını çizmişim. Gallner'in özellikle "Parya Liberalizmi" dediği kavrama takıldım. Bir alıntı şöyle ki; "...Kendi çabalarıyla yükselmiş olan yeni insanlar, özellikle de toplumsal kabul ve tanımlamaları kısmı, sallantıda ve kararsız olduğu için doğal olarak liberalizme kapıldılar. Yeni milliyetçiliğin ayrıcalıklı ve komünalci eğilimlerinden korunmak için iyi bir nedenleri vardı. Etnik çoğulculukla etno-şovanist olmanın önüne geçen imparatorluğun var olmaya devam etmesini ve açık, etnik olmayan bir devlet ve bireyler toplumu doğrultusunda hareket etmesini istemek için her türlü nedene sahiptiler."(s.72) Bu aslında son 28 Şubat darbesinin neticesinde tersine dönen bir sürecin ilişkisi bağlamında da okunabilirdi. Türkiye'deki modernist İslami çizgi AKP iktidarıyla birlikte çevreden merkeze yönelmiş ve çevre bizzat merkezin kendisine dönüşmüştür. Belki halka hizmet hakka hizmet karinesiyle kurulmuş bu partinin "akil"leri bile ilkin böyle bir şeyi tahayyül edemiyordu. Bugün ülkeyi yöneten ve kendini muhafazakar demokrat kimliği ile ön plana çıkaran kesim aslında bir parya liberalizminden başka bir şey değildir.[Burada parya'yı olumsuz bir şekilde kullanmıyorum; ezilmişleri temsil eden sınıf gibi] Müslüman kılığındaki sahte Müslümanlar aldıkları ihalelerle ve yeni ayak uydurdukları kapitalist dünya cenneti ile huzurlu ve mutlu olacaklarını sanıyorlarsa aldanıyorlar. Müslümanlık baştan aşağı dünyevileşen bir din değildir. Bünyesi böylesine çirkin bir algılayışı asla kaldırmaz.
Yıllar önce Ankara'da karşılaştığım Mehmet Küçük'ün Vadi Yayınlarından çıkan "Modernite, Versus, Postmodernite" isimli derleme kitabını okurken ilginç bir cümleye rastlamıştım: "Bir padişah gitmiş, yüzbinlerce bürokrat (Bugün için parya liberalisti desek daha iyi olur) kisvesinde minik padişahlarımız gelmiş. Burada itiraf etmek istiyorum en az Kemalist elitler kadar yeni burjuva Müslümanlara da kızıyorum. Ne tuhaf! Şeytan Müslüman kılığında da karşıma çıkıyor. Şarkın hüzünlü sesi Muhammed İkbal gibi diyesim geliyor; "Sığındım Müslümanlardan Müslümanlığa..."
Resulullah (sav) Tekasür suresini okurken yanına birisi gelmiş. Ona: "İnsanoğlu malım malım der. Halbuki ademoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? Gerisini ölümle terk eder ve insanlara bırakır." demiştir. Başbakan'ın bir konuşmasında belirttiği gibi bizler "fani" olan kullarız. Öyleyse Müslümanlığına çokça vurgu yapan bu toplumdaki mal ve madde sevgisi niçin zirve yapıyor? Kul hakkı gözetmeden neden insan onuru ayaklar altına alınıyor? Madde, dünya hayatının çekici süsüdür. Kısaca boş bir hevestir ve asla saadet getirmeyecek bir zihniyet kirlenmesi/aşırılığıdır.
Gallner, kitabında bir önceki pasajda yer alan sözleri o mağrur Avusturya İmparatorluğu dönemi için söylüyor. Türkiye’deki parya liberalizmi ve Müslümanların çirkin durumları ortadır. 300-500 liralık ipek eşarbı takan Müslüman kadının, bilmem kaç bin liralık otomobil değiştirmenin hayalini kuran muhafazakar sağcının, ellinci evine bir tane daha katmayı düşünen hacı amcanın bana göre elitist CHP anlayışından bir farkı yoktur. Her ikisi de kirli ve niteliksizdir. "Nitekim doğal olarak kapıldıkları felsefe, bilgi edinimini, servet kazanımını, güzellik yaratımını öncelikli bireysel başarı olarak gören bireyci-liberal bir kültüre asimilasyonlarına, eski köklerinden ayrılışlarına değer verir." (A.g.s.) Bugün Müslümanlar için parya liberalizmi dediğimiz şey hangi açıdan bakılırsa bakılsın etik olarak eksik bir gelişmeyi ifade etmektedir. Neticede bu da bir gelişim fakat bayağı ve merkezinde Müslümanlığın olmadığı bir dünyayı temsil eder. Boşuna Şeyh-ül Ekber sizin taptığınız tanrı benim ayağımın altındadır dememiştir. Tapılan bu tanrı tüm ihtişamıyla "para"dır. Unutmamak gerekir ki Müslümanlar bu 'Tanrı’ya değil Allah'a taparlar.