Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '10

 
Kategori
İzmir
 

Pembe bulutlar...

Pembe bulutlar...
 

Bir “video”da, Flamingo’lar dans ediyorlardı. Bayıldım. Üçü, beşi bir araya gelmişler. Sazlık yerlerin düzlüğünde, şıkıdım şıkıdım oynuyorlar. Diğerleri de seyrediyor. Kendilerini beğendirmek için “kur dansı” yapıyorlarmış. İzmir Kuş Cennetindeyiz şimdi.

Tutkulu bir dans, bütün çekiciliğini kullanıyor erkekler. Bir “Flemenko” dansı gibi. Savrulan etek yok. Karşılıklı gelmişler. Duruşları dik, ayaklar sağlam basıyor. Kanatlar yarı açık. Bir kapayıp, bir açıyorlar. Ama, kuyruklarını yelpaze gibi germişler, kırmızıdan şal geçirmiş gibiler. Karın tüyleri, kol uçlarının kolalı danteli gibi duruyor. Ayakları bir anda yerden kesiliyor. Sonra ağır ağır iniyorlar. Bu ne ihtişam! Ruhlar, böylelikle dansla bütünleşiyor! O halde var mısınız, hep baraber: GÜL… ŞAL… Zil… Oley!

Horon teper gibi, el ele tutuşuyorlar sanki. Gerdan kırmaları, gıdıklarını titretmeleri bir ömür. Bir de, dikelmiş vaziyette, kanatları yanlara doğru, yarı açık olaraktan zıplaya zıplaya gelip karşılıklı birbirlerini süzmeleri var. Sanırsınız, “Silifke’nin Yoğurdu’nu” oynuyorlar.

İlk Flamingo’yu, Bartın’da gördüm. Çıtkırıldım, alımlı ve pembe pembe bir şeydi. “ pembe bulutlar” takmıştım adlarını.

Uçun Flamingolar, uçun dedik, / Yediğimiz, içtiğimiz sizin dedik / Yaylalardan geçin dedik / Zarafetinizle şenlendik / Güzelliğinizle hislendik / Sizlerle estik / Sizleri hep özledik. / Gönüllerin sultanı / Çocukluğumuzun “allı turnaları” / Ciğerlerimizin kuzuları

Şimdi onlar, İzmir Kuş Cennetinin gözde misafirleri arasında.

Eşler, sırayla yatıyor kuluçkaya.Yuvalarını, sulak yerlerin çamurlu tepelerine yapıyorlar. O upuzun bacaklarla yumurtaya nasıl yatılır kırmadan? Kolayını bulmuş. Çamurdan güveç kabı yapıyor yüksekçe. Klozete oturur gibi yapıyor. Oh, ne rahat! Ne akıl değil mi? O bir tek yumurtaya, gözü gibi bakıyorlar. Yuvalarını seller bozamıyor.

Flâmingoların yaşam alanları olan tuz gölleri çok önemli. Yıllar yılı Konya’nın tuz gölüne lağımlar aktı. Atıklar atıldı. Göl elden gitti gider derken, nihayet kurtuldu. Atık suları arıttılar. Flamingolar da yerlerine döndüler.

Şöyle düşünelim. Onca kuş, her yıl gelirdi buralara. Şimdi niye yoklar? Kuşlar masum. Kuşlar, olanlara bir mana veremiyor. Uçup gidiyorlar. “Biz, uçup gitti” sanıyoruz. Sayıları, geri dönüşleri de azalıyor haliyle.

Kuluçka döneminin 16 ncı gününden itibaren anaları, kursaklarındaki yağ doku hücrelerini yumurtanın yanına bırakır. Yavrular yumurtadan çıktıktan üç-dört gün, bunlarla besleniyor. Onları hayatta tutunuyor o kritik anlarında. Sonra, yuvadan ayrılıyor. Üç hafta sonra da kendi kendilerine yetiyorlar zaten.

Çoklukla yedikleri bir nevi yosunlu besin, onlara pembe rengini veriyor. İnsan derisinin pigmentleri gibi. Suda yetişen ve büyüyen “spirulina” ile beslenir Flamingo.

Flâmingolar tek eşli ve sosyal varlıklar. Gürültücüdür. Sosyaldir. Dans etmesini iyi bilir. Tehlike anında koşarlar. Kanatları yarı açık tetiktedirler hep. Tat ve koklama duyguları zayıftır. Kanatlardaki siyah ve altlarındaki kırmızı tüyleri, çeşitli amaçlar için kullanır.

Düşmanları ise babunlar, çakallar, sırtlanlar. En büyük düşmanları da insanlar olmaktadır. Halbuki onlar, ne sevilesi arkadaştırlar. Onlara “arkadaşım” demiş, arkadaş olmuşuz, arkadaş kabul etmişiz. Tasada, sevinçte, güzellikte beraberizdir o zaman. Onlara imrenmelerimiz var. O şarkı gibi değiştirip, seslenebiliriz de: “Flamingolar, cevap verin siz / Sandaldan gemilersiniz / Gittiğiniz sahillere / Bizi götürmez misiniz?..

Kuşların dilinden anlamayanlar, onlara gösterilen ihtimamı bilmeyenler, Kuş Cennetine hiç gitmemiş olanlar, onların Deltalarındaki hayatına iyicene bir bakmalı derim. bir de. Bir kere ziyaret kâfidir. Sonra arkası gelir. Ah, ah,ah! Onların, yedikleri önlerinde, yemedikleri de arkalarında. Sel suları, yemlerini silip süpürdüğünde, çuvallarla yem dökülür onlara. Kuşları resimleyenlere ödül veriliyor, sertifika veriliyor. Sayım memurları her daim nöbette. Daha ne olsun?.

Flâmengo, bir dünya malıdır. Hangi ülke onları düşünürse, orada uzun uzun kalırlar. Yaşam alanları Angolo’dan, Afganistan’a. Mısırdan İspanya’ya. Amerika’dan Hindistan’a kadar uzanır.

Hanedanların bahçelerinde yaşayan tavus kuşu gibi, flamingolar, saraylarda da beslenmiştir. Bir nevi saraylıdır onlar.

Şimdi yeni bir akım var. Bir küçük flamingo’yu evlât edinebiliyorsunuz. Yine de siz, “ arkadaşım flamingo” demesine deyin de, onu, bilgisayarınızdan, cep telefonundan, salına salına dolaşmasını, durduğunuz yerden seyretmek hoşunuza gitmez mi? Evlâtlık flamingo’nuzu size gösterebilmek için uydular devreye giriyor. Az buz şey mi bu? Evlatlığınızdan, dakika başı haber alıyorsunuz. Ekrandan kendisine dokunabiliyorsunuz. Arkadaşınıza gösterip gururlanıyorsunuz. Bu işler için 120 dolar gerekiyor.

Ben bir besteci olsam, onlara müzikler yazar, sözler ekler, operalarda sahneye kordum. Penguenlerin dünyasını bize yansıtan “Kral Penguen” gibi. Türkçe öğretmenimizin her derste, sayfa sayfa okuttuğu, nefessiz dinlediğimiz “ Arı Maya” gibi

Şimdi, senaryo yazıyoruz. Dinleyin. Flamingo’ları gözümüzün önüne getirelim. Karmen Operasındaki, allayıp, pullayıp sahneye salıvereceksiniz onları. Aralık kanatları ile sahnede dikilerek, kanatları ile kötü ruhları kovalayacak, sahneyi bir baştan bir başa geçerken. O zarif ayaklar, “Kuğu Gölü” balesindeki gibi uyumlu olacak. İlkten bir arya işiteceğiz derinlerden. Yuvarlak daireli ışık, gezinerek, bir flamingo üzerine geldiğinde duracak. Onu, bel çekiminde. Tabi, sahnede sazlıklar olacak. Gölün sisli ve buğulu atmosferinde, uzaklardan bir koro başlayacak. Serenatlar, sahneye yaklaşarak daha da kuvvetli hal alırken, sular hazdan titreyecek, hare hare dalgalanarak serpintileri kıyıya vuracak. Bas-bariton bir ses öne çıkıp “doğaya şükür” serenadını söyleyecek ve çılgınca alkışlarla, perdeler kapanacak..

Davetiyelerde, flamingoların özgeçmişleri, opera programı olarak ellerde bulunacak. Herkes flamingoları öğrenmiş olacaklar. Bu güne kadar, Pinokyo’yu, Heidi’yi, Kül Kedisini, Red Kid’leri, Alâattinin Sihirli lâmbasını, Alice Harikalar Diyarında, bu yollarla öğrenmedik mi? Kuğu gölü balelerini seyretmedik mi?

Ne güzel uçar onlar. Baş ileriye uzamış, Bacaklar da geriye. Boyunla birlikte bacaklar, aynı çizgide buluşur. Kalem gibidirler. Kanat ve gaga uçları siyahtır. Gövde ise pembedir. Ağızları olsa da sorsak da söyleseler. Uçuşta o perdeli ayaklar, bir işe yarıyor mu? Hani, olur a yönlendirmelerde dümen veya suya inişlerinde fren vazifesi. Daha da sormak isterdim bir yerleri yaralandığında çok mu acı çekerler? Ağrıları, dayanılmaz mıdır. Sonra, tüyleri yoluksa, havadaki denge bozulur mu? Her kanat çırpışta; o güzelim ince, uzun boyun, yutkunur gibi, bir ileri bir geri, niye kıpır kıpırdır?

Flamingolar; mutluluğun, şansın, uzun yaşamanın, barışın, güzelliğin, gururun ve İzmir’in güzelliği ve simgesidir. Anadolu’daki bir adı da “Allı turna’dır” Onların alt kanat diplerinin tüyleri, belirgin kırmızıdır. Ondan olsa gerek, öyle denmiştir.

Sözün kısası, kuşların sevilmediği bir ortamda, insanoğlunun, birbirini sevmesi zordur. Keza, kuşların mutlu olmadığı bir ortamda da, insanların mutlu olması, biraz zor. İnsanların, birbirini sevmediği bir ortamda ise, kuşların “vay haline!

Güzel isimli flamingom diyem / Allı turnam da diyem / Pembe bulutum diyem / Çocukluğumun Flamingoları diyem / Oy flamingom, flamingom / Sizlere selâm ediyem

/ Diyem oğlu diyem, / Hasretin bir kahırdır diyem, / Gece gündüz çekiyem / Derdimi dağlara söyliyem / Oralara el ediyem / Epeydir sizleri görmiyem / Hasretinizle ben neyliyem / Başımı alıp nereye gidem / Halimi kimlere arzedem / Ula ula, bizlere de gelin lo! / Bizi yalnız komayın lo! / Biz ettik, siz etmeyin lo! / Sesleniyik /şimdi lo! / Gulak verin lo! / Uy babo, uy babo!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..