Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Pessoa: Yalnızlığın Çoğul Hali

“Başka başka kişiler oldun sen / Bütün başkaları oldun. / Ama asla kimse olmadın!”

Dünyada yazdıklarını kendi adının dışında, yarattığı çeşitli alt kimliklerin adıyla imzalayan ikinci bir yazar var mıdır, bilmiyorum…  Burada sözünü ettiğim müstear isimler değil, yazar tarafından yaratılan kurmaca karakterler.  Her birinin ardında bir yaşam öyküsü bulunan onlarca karakter. Her birinin özel bir hayat felsefesi, yetenekleri, estetik değerleri, politik görüşü olan yetmişi aşkın birbirinden bağımsız heteronimler. Pessoa kurduğu düşsel dünyasında çok kimlikli hallerini yarattığı karakterler hayata geçirmiş, duygularını, acılarını, ideallerini, özlemlerini onlar üzerinden dile getirmiştir. Sadece bu yönüyle bile edebiyat dünyasının en özgün yazarlarından biridir Fernando Pessoa.

 Hiç düşündünüz mü, bir insanın kendi yaşamından onlarca yaşam ortaya çıkarması nasıl bir ruh halinin dışa vurumu olabilir? Kırık bir aynada kendimizi çoğalmış görmek gibi, Pessoa, kendi içinde kendini parçalara ayırarak kendi aynasından yansıtıyor kendini. Ama müthiş bir farkla: her parça farklı yansıyor! Her görüntü başka bir Pessoa. “Kendimi çoğul hissediyorum. Tek tek hiç birinde bulunmayan ama hepsinde bulunan tek bir merkezi gerçekliği, sahte yansılar halinde deforme eden sayısız ve fantastik aynalarla süslü bir oda gibiyim.  Kendini yıldız, dalga ve çiçek hisseden panteist gibi ben de kendimi çok hissediyorum.”

Yarattığı karakterlerin hiçbiri kendisi değildir. Bilinçaltının derinlerinden çıkıp gelen bu karakterler, “Ben yazılmamış bir romanın kahramanıyım” diyen Pessoa’nın kendini çoğaltışı, dünyaya farklı pencerelerden bakan bir yazarın kendini arayışıdır. Hepsinden biraz, ama hiçbiri tamamen kendi olmayan…

Edebiyat dünyasına hediye ettiği kurgu karakterler arasında dört isim öne çıkar: Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soares.  1914 yılında bir gece durmaksızın otuz tane şiiri ard arda yazan Pessoa, “Usta”sı olarak nitelendirdiği Alberto Caeiro karakterini ortaya çıkarır. Ardından aynı trans halinde yazmaya devam ederek Alvaro de Campos’u yaratır. Sonrasında ise Ricardo Reis’ı. Pessoa, yarattığı bu karakterleri kendi aralarında diyaloglar başlatarak onlara kurmaca bir gerçeklik kazandırmış, bu gerçekliği onlara birer hayat hikayesi ilavesiyle pekiştirmiştir.

A.Caeiro doğanın içinde yaşayan bir çobandır ve Pessoa’nın olamadığı her şeydir. Sade, bilge, doğayla bütünleşmiş bir pagan şairdir. Pessoa, Caeiro’nun sadeliğine karşıt olarak Ricardo Reis’ı yaratır. Reis, Epikürcü, Tanrıtanımaz bir şairdir. Campos ise hayatını çoşku içinde yaşayıp, dünyayı dolaşan bir denizci, hem kadınlarla  hem de erkeklerle beraber olan kural tanımaz biridir. Yarattığı karakterler içinde ona en çok benzeyen Bernardo Soares ise bir muhasebecidir.  Düz yazı ve şiirler yazar.   

Peki, kimdir gerçek Pessoa?

Portekiz Modernizminin öncülerinden şair, edebiyat eleştirmeni ve düşünür olan Pessoa, 13 Haziran 1888 de Lizbon’da dünyaya gelir. Beş yaşında babasını kaybettikten sonra, annesinin Durban’a Portekiz konsolosu olarak atanan bir deniz subayı ile evlenmesiyle  birlikte Güney Afrika’ya gider. İlk ve orta öğrenimini burada görür. Yabancı olmasına rağmen parlak bir öğrencidir. Üniversite sınavlarına girdiği yıl Kraliçe Viktorya en iyi Deneme ödülünü kazanır.

Her şeye rağmen Güney Afrika Pessoa’nın yaşamında önemli bir rol oynamaz. Metinleri ve şiirlerinde Durban adı pek geçmese de eğitim sürecinde rolü büyük olmuştur. Burada tam bir İngiliz eğitimi alan Pessoa İngiliz Edebiyatıyla da bu yıllarda tanışır. İdeali İngilizce yazan büyük bir şair olmaktır. Ölümünden bir hafta öncesine kadar da şiirlerini İngilizce yazar.

On yedi yaşında Lizbon’a dönen Pessoa iki yıl edebiyat eğitimi görür. Portekiz Ulusal Kütüphanesinde Yunan ve Alman Felsefesi, dünya dinleri ve psikoloji üzerine sürekli okur ve çalışmalar yapar. Mistisizim, teosofi, simya, büyü ve ispirtizma üzerine yüzlerce sayfa yazı yazar. Bu arada, yıldız falının yazarın özel merakı olarak belirtelim.  Otuzlu yaşlarında kaleme aldığı Medyum Tebliğleri’nde cinsel takıntılarını, zaaflarını ve homoseksüel eğilimlerini pratiğe dökülmemiş olsalar da samimi olarak itiraf eder.

 Ruhunu kırılgan, uyumsuz, saçma olarak tanımlayan Pessoa; çelişen onlarca arzuyla yanıp tutuşan, kendini iyice soyutlayana dek hiç durmadan analiz eden, görsel olarak hisseden, her şeyden korkan, mutsuz, sevgisiz, hata işlemekten bitkin, rıza göstermekten sıradanlaşmış olarak görür kendini. Oysa gençlik dönemi heteronimlerinden biri olan Alexander Search’de kendini şöyle dile getirir: “Yeryüzünde benimkinden daha şefkatli ya da sevgi dolu, iyilik ve merhametle, aşk ve sevecenlikle yüklü bir ruh asla olmadı. Yine de hiçbir ruh benimki kadar yalnız değildir.”

İçindeki çelişik duygulardan asla kurtulamamıştır Pessoa. Rousseau’yla özdeş karaktere sahip olduğunu söylese de aslında “Rousseau gibi biri/ İnsanlığın insan sevmez aşığı” değildir. Sadece sevdiği her şeyin gelip kendini yaraladığı için küskün, bu yüzden kendiyle olan bütün bağlarını koparmış bir münzevidir o.

İçinde yaşadığı yalnızlığı son yıllarında yazdığı şiirlerinde daha çok hissedilir. 30 Kasım 1935 de hayatını kaybettiğinde 47 yaşındadır ve belli bir edebiyat çevresi dışında tanınmamaktadır.

Pessoa  gerçeğini ölümünden sonra kız kardeşinin açtığı sandıktan çıkan 27000 den fazla yazılı metinlere borçluyuz. Bunların önemli bir bölümü yazarın kurguladığı şair ve yazarların imzasını taşır. Dünya edebiyatının en tanınmış eserleri arasında yerini alan “Huzursuzluğun Kitabı” bu metinlerin günce olarak yazılmış olanlarının  ancak 47 yılda derlenmesi neticesinde, 1982 de ilk baskısı 300 sayfalık bir kitap olarak yayınlanır.  O günden bugüne yeni metinlerin ilavesiyle 675 sayfaya ulaşan kitap, Pessoa’nın yarattığı karakterlerden Bernardo Soares  imzasıyla kaleme alınmıştır.

Pessoa, B.Soares’in kaleminden sıradan bir yaşam süren bir muhasebecinin varoluşsal huzursuzluklarını, kaygılarını, sıkıntılarını, kendini arayışını dile getirir. Metinlerin hepsi birer iç hesaplaşma ya da iç monologdur. Okurken kendi kendimize sorarız:

İnsan ruh halini bu kadar güzel mi somutlaştırır ve ona şiirsel bir yorum katar?

“Ben, genellikle kendi derinliklerimde bile henüz tasarlanmamış eylemlerin, dudaklarımı uzatırken aklıma bile getirmediğim sözcüklerin, tamamına erdirmeyi umursamadığım hayallerin kuyusuyum.” (…)  “İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle, olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum…”

  Ruh hallerini anlatırken elbette o büyük yalnızlığına da dokunur. Naif olduğu kadar acıtan sözcükleri bir araya getirmek için sanırım Pessoa olmak gerek:“…kocaman bir odada kaybolmuş küçücük, savunmasız, yapayalnız kalmış hissediyorum kendimi, hüzün çöküyor içime,alabildiğine derin hüzün. (…) Ne olurdu Tanrı bir kerecik çıkıp gelse, beni evine götürse, sıcaklık, sevgi verse.”

 Huzursuzluğun Kitabı bir roman değildir. Onu okumaya herhangi bir sayfasından başlayabilirsiniz.  Her metni farklı duygular içinde okurken, kendi hayatımıza dair pek çok sorunun yanıtını da bulmaya çalışırız. Kitap, yaşadığımız hayatın ne kadarının bize ait olduğunu sorgulatır.  Dahası, onun yaşadığı derin yalnızlık içinde, kendi yalnızlığımızın farkına varır, kendi varoluşsal bunalımlarımızla yüzleşiriz. Sanırım tuğla kalınlığında bir kitabı bize tekrar tekrar okutan duygu da bu olsa gerek…

 

  • Kaynakça:
  • Fernando Pessoa/ Huzursuzluğun Kitabı/ Çev.Saadet Özen/ Can Yay. 21.baskı 2018
  • Fernando Pessoa / Pessoa Pessoa’yı Anlatıyor /  Çev. Işık Ergüden / Kırmızı Kedi Yay.2017

 

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..