Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '10

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Post modern cahiliyye devri!

Post modern cahiliyye devri!
 

Kardeş, kardeş yaşayabilsek.


Ülkemiz, kafa karışıklığı yaratan, eylem ve söylemlerin kargaşası içersinde, yoğun tartışmaların yaşandığı, puslu günler yaşıyor ve anlaşılan o ki yaşamaya devam edecek.

Kimin ne amaçla, ne dediği, aslında ne demek istediği, verdiği bilginin doğru mu, yanlış mı, yanıltıcı mı olduğu ya da olmadığı bilinememekte, kafa yorsak da çözülememekte.

Kimin sanık, kimin tanık, kimin savcı, kimin yargıç, kimin hâkim, kimin yetkili, kimin yetkisiz, kimin emir, kimin hüküm verdiği ya da vermediği, mevcut kural ve kanunların hükümsüzlüğünden mi, kural ve kanunları değiştirememe yetersizliğinden mi hükmün verilemediği, verilen hükmü yetkili birinin mi, yetkisiz birinin mi verdiği gibi bir yığın cevapsız soru zihinlerimizi karıştırıp durmakta.

İyi de bu tartışmalar niye başladı?

İşsizlik yok, sosyal güvence kaygısı yok, üretim bol, tüketim gücü çok yüksek, eğitim imkânı sınırsız, toplum sınıfsız, sorunsuz cennet gibi bir yaşam sağlanmış, bu dünyada işler tamam, varsa öteki dünyaya hazırlık, yoksa öteki dünyaya hazırlık. Tartışmalar bunun için mi başladı?

Dünyada mekân tamam da ahrette iman mı yaygın olan kaygı?

Hayatın gerçeklerini kavrama yeteneği kazanamamış, sığ düşünen, sığ düşünmeyenleri küçümseyen, onları dışlayarak el yordamı ile sorunları çözebileceğini sanan, kurulu düzen değişiklik heveslileri, sanırım her devirde, her yerde, hep olmuştur. Olmuştur da iktidar olmuş mudur? Kurulu düzenlerin egemen güçleri, oluşturulmuş kurallar, yasalar bunlara geçit vermiş midir?

Türkiye’nin düzeni; Mustafa Kemal Atatürk ve yakın çevresinin önderliğinde, onun “En hakiki mürşit (rehber), müspet ilimdir fendir.” Söylemi ve “çağdaş medeniyet seviyesine ulaşıp, onu aşmak” hedefi yol göstericiliğinde, “Karma Ekonomi” ekseninde kurulmuştur.

Bu eksende; etnik kaygı, inanç kaygısı, sermaye-emek çelişkisi kaygısı yoktur.

Ahval ve şeraitin gerekli kıldığı zaman ve koşullarda, toplumun ortak sermaye birikimi; akıl, bilim, verim vs. harmanı ile ihtiyacın hâsıl olduğu yörede, üretimin hedeflendiği yatırıma dönüşecektir. Halkın çocuğu köyünde okuyup eğitilip bilgiyle donatılmış halde, yöresinin kalkınmasına emek harcayacak, oraya yapılacak yatırımın emekçi-yöneticisi olacaktır.

Düzenin temeli, aksı, ekseni budur. Bu kadar yalındır. Ne tam kapitalizmdir hedeflenen, ne katı bir sosyalizm. Sağı solu yoktur. İlkeleri vardır ve nettir.

Hakkın yerini bulduğu Hukuk’un, eşitlik dengesine dayalı Adalet’in, Sosyal (tüm halk katmanlarını kapsayan-kucaklayan sağlık ve eğitim güvencesi), Laik (inançlara karışılmayan-ibadete saygılı-inanç ayrımından uzak), Halk egemenliğine dayalı (sınıf hâkimiyetini reddeden), cevherine güvenen herkesin, hiçbir ayırım gözetilmeksizin seçilme hakkını kullanabildiği Demokratik seçimler yapıp, dönemsel olarak yöneticilerini seçen bir düzen.

Cumhuriyet'in siyasal ve kültürel ideolojisini halka benimsetmek ve yaymak amacıyla 19.Şubat.1932 günü, Halk evleri’nin (Bu yazının yazıldığı gün yıldönümüdür.) kuruluş amacını açıklarken CHP Genel Sekreteri Recep Peker; ''ulusu katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle haline getirmek'' diyerek hedeflenen sosyal düzenin biçimini nitelemiştir.

İşte ancak böyle bir düzende geçit bulabilir Cehalet, kaos yaratan iktidarı için. Sınıfsız bir toplum hedeflendiğinden, bir Oligarşi oluşmamış (Darbelere rağmen), Demokrasi o kadar işlemiş ki meşruluk kazanan darbeler yardımı ile tarihte 2. Cahilliye dönemi başlamıştır.

Beğenmediği, kadrini-kıymetini ve de narinliğini bilemediği ilkelerin süslediği düzeni değiştirme çabası ve çalımı ile rahmetli Metin Toker’in deyişi ile “Zücaciyeci dükkânına giren Fil” misali, etrafındakileri kıra döke ilerler cehaletin bu eylemselliği.

İçine girdiği dükkânın, ardına kadar açık geçidinin önü, kırılan dökülenin molozu ile dolar da bir daha kimsenin girmesi mümkün olmaz o geçitten.

Sonu nereye varır? Bilinmez! Bilinir de bilmezden gelinir. Zira dükkâna girişin de çıkışın da tek yolu o geçittir. Fil’in moloz yığıntısı ile kapatacağı geçitten çıkabilmesinin yolu da çıkabileceği bir boşluk bırakması halinde mümkündür.

Bir alıntı ile sizin yorumlarınıza bırakmak istiyorum hikâyenin sonunun nereye varacağını veya varamayacağını. 01.Temmuz.2008 Bütün Dünya dergisi. Yaşar Öztürk’ün yazısından:

“1908 yılına yaklaşıldığında bürokrasi ve sarayın dışında üçüncü bir gücün de olabileceği düşüncesi filizleniyordu. Halk özgür iradesiyle oy verebileceği bir seçim sonucunda oluşacak meclisin özlemi içindeydi. Halk artık, yetkileri kısıtlı ve denetim altında tutulan bir meclis ve padişaha bağımlı bir hükümet yerine, her türlü yetkiyle donatılmış ve padişahla bürokrasinin üstünde bir meclis tarafından yönetilmek istiyordu.

Anadolu’daysa halk, çoğu rüşvetle kişisel kazanç sağlamaktan başka bir düşünceleri olmayan yöneticiler elinde, “aç ve çıplak” kalmıştı.

Ulusu rahatsız olan ülkenin ordusu da rahat değildi. Yemen’deki ayaklanmayı bastırmak için sevk edilen askerler Trabzon’a dönmek zorunda kaldı.

1908 Temmuz’una yaklaşıldığında, ırk ve din ayrımı gözetmeksizin kurulu düzeni temelden değiştirmeyi isteyen halkın önemli bir çoğunluğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin propagantasından etkilenen askerlerle birlikte çeşitli eylemler yapmaya başladı.

Abdülhamit’in hafiyeleri ve jurnal düzeni herkesi tedirgin ediyordu. Herkes izleniyor, dinleniyordu. Aydınlar Avrupa’ya kaçmış ya da sürgün edilmişlerdi.

İşte bu ortamda 3 Temmuz günü Resneli Niyazi Bey’in ayaklanması, 1908 Devrimi’nin kıvılcımını oluşturdu. Eyüp Sabri Bey de dağa çıkınca işin ciddiyetini anlayan Abdülhamit hükümet değişikliği ile sorunu çözeceğini sandı. 23 Temmuz sabahı Eyüp ve Niyazi Bey’ler, askerleri ile Manastır’a girdiler. Binbaşı Enver Bey telgrafla Avrupa basınına meşrutiyetin ilan edildiğini bildirdi. Abdülhamit de boş durmamıştı. Aynı gece “Kanun-i Esasi”yi (Anayasa) yürürlüğe koydu.
Milli marş olmadığı için mızıka takımları Fransız Devrimi’nin simgesi “Marseillaise” marşını çalıyordu.

Meşrutiyet'in (Hükümdarla yönetilen bir ülkede, hükümdarın ya da bir başbakanın başkanlığında bir hükümetin ve yasaları yapan seçilmiş bir parlamentonun bulunduğu yönetim biçimi.) sloganları da Fransız Devrimi kokuyordu. Bayraklarda “Liberte, Egalite, Fratermite” “Yaşasın vatan, yaşasın millet, yaşasın hürriyet” vb. sözler yer alıyordu.

Dış dünya ise bu gelişmelere kuşku ile bakıyordu. Meşrutiyetin ilanından en çok ürken ülke, İngiltere, olmuştu. İngiltere, bu özgürlükçü hareketin Mısır, Hindistan, ve öteki sömürgelere sıçraması korkusu içindeydi.

Yurt dışına kaçan aydınlar için kullanılan “Jön Türk” deyimi, Meksika ve Tayland gibi ülkelerin sürgündeki rejim karşıtları için de kullanılmaya başlanmıştı.

Osmanlı’nın tebaadan vatandaşlığa geçiş süreci başlamıştı. Fakat bu durum, Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesinin önüne geçemedi. İçi doldurulamadığı için özlemle beklenen amacına ulaşamayan 1908 Devrimi, tüm taşları tek tek deviriyor, özgürlük adına ülke, koyu bir karanlığa ve acımasız bir yangının içine sürükleniyordu.

Giderek koyulaşan bu “karanlığın içinden doğan bir güneş”, ülkenin “manzara-i umumiyesi”ni oluşturan bir küller ve enkaz yığınını önce gözler önüne seriyor, sonra da bu küller ve enkaz arasından, onun yepyeni yönetim biçiminin ortaya çıkmasını sağlıyordu.”

İşte böyle bir öykünün neticesi gelinmiştir 102 yıl sonra bu günlere.

Çağdaş Dünya’ya sırt çevirilince, Sabah daha erken kalkarak, Binbaşı Ademoğlu Harun’nun (Adamou Harouna), Devlet Başkanı Mehmetoğlu Tanya’yı (Mamadou Tandja) devirdiği (18.02.2010) Nijerya zannedilerek hükmedilen ülkedeki bu son cehalet devri, umarım akıl ve bilim durağında son bulur.

 
Toplam blog
: 14
: 832
Kayıt tarihi
: 23.07.09
 
 

1957 Konya-Ereğli doğumluyum. 1960 dan bugüne İstanbul'da yaşamaktayım. İnşaat Mühendisiyim. 2 kı..