Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '08

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Pozitif Milliyetçilik, Milli Takım ve sponsorlarımız

Bir futbol maçının en heyecan duyulan tarafı hiç şüphesiz futbolcuların ortaya koyduğu mücadeleyle düz orantılı rekabet anlayışıdır. Yeşil sahada ki amansız rekabet yedek kulübesine ve taraftarın ‘mabedi’ tribünlere de yansır. Belki de aynı mahalle de ikamet eden, aynı halı saha da maç yapan, aynı işyerinde çalışan, aynı okula giden bireylerin tribünde karşılıklı şekilde tam bir koro havasında birbirlerine ‘küfür’ etmelerine şaşırmak çok da mantıklı bir bakış açısıdır. Taraftar için maç demek savaş demektir. Ortak değerlere inanan aynı topraklar üzerinde, aynı sosyal ortamları paylaşan bireylerin ‘yeşil saha’ denince böyle kutuplaşmasını sağlayan şey ‘rekabete bağlı taraf olma isteği’dir. Büyük bir kitle hiç şüphesiz başarıdan yana taraf olacaktır. Bu insanoğlunun içgüdüsel bir hareketidir. Örneğin Türkiye’de futbolla ilgilensin ya da ilgilenmesin taraf olan bireylerin büyük bir bölümü üç büyükler diye tabir edilen Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’ı tutmaktadırlar. Buda yaşanan rekabetin yoğunluğunun bireyi nasıl tutarsız bıraktığının göstergesidir.


Liberalizm kişisel faydacılığın doruk noktasıdır. Bu faydacılık anlayışı kitleleri bireysel bir mücadeleye iter. Mücadele edenler ise diğer bireylerle ve bazen de toplumla rekabet etme aşamasına gelirler. Günümüz dünyasının olmazsa olmaz orman kanunu zayıfların hayatta kalamadığı rekabet anlayışıdır. Topluma henüz giriş yapmış küçücük beyinler bile bu rekabetin içine çekilir. Çocuklara topluma faydalı olmanın aşılanması gereken yaşta ülkenin önde gelen futbol kulüplerinin adı öğretilir. Odalarına posterler asılır. Çocuk rekabete küçük yaştan itibaren alıştırılır. Henüz ilköğretim sıralarından itibaren sınav sisteminin yarattığı rekabetin altından kalkmaya çabalayan birey bahar ayının sonlarına doğru futbol maçlarının çıkaracağı şampiyona kilitlenir. Maçları asla kaçırmaz. Şampiyonluğa etki edecek her maçı izler. Neden izlemesin ki? Zaten çocuğun babası evlerine ya spor gazetesi almaktadır ya da gündelik gazetelerin spor sayfalarını masanın üzerinde açık bırakmaktadır. Çocuğun geç saatlere kadar babasıyla maç seyretmesi de gayet doğal bir davranıştır (!) Hâlbuki zihinsel gelişimini bilgi aracılığıyla yapması gereken çocuk ülkenin kuruluş felsefesi olan Atatürk’ün altı ilkesini unutup, tuttuğu takımın ilk on birini ezbere saymaktadır. Bu durumdaki bir çocuğun yalpalayarak gelişimini sağlaması ‘aile sayesinde’ değil , ‘aileye rağmen’ büyümesi anlamına gelir.

Artık olgun bir genç haline gelmiş birey rekabeti de özümsemiş, onu yaşamanın ve güçlü olmanın bir kuralı olarak görmüştür. Artık hayatın onu içine soktuğu her türlü zorluktan ‘mücadeleci ruhuyla’ çıkacaktır. Küçüklükten beri desteklediği takımı yani alışkanlığı onu milli maçlar sırasında terk edecek, artık toplumun ortak değeri haline gelen milliyetçilik anlayışı ve bayrağın renkleri rekabet için yeşil sahadaki yerini alacaktır. Milli değerleri destekleme zamanı gelmiştir.

Milliyetçilik küresel kapitalizmin yada en sert solculuğun yaşandığı ülkelerde dahi kendisini unutturmamış, çoğu zaman lümpen ancak aklın ve mantığın harmanlandığı zamanlarda günümüz toplumlarının oluşma aşamasında gerekli hale gelmiş bir olgudur. Sahada bir söylem geliştirilmesi noktasına geldiğinizde milli takımın başarısı diğer ülke milli takımlarının başarısızlığı anlamına gelir. Çünkü yeryüzünde rekabet milliyetçiliği de sürekli sıcak tutmuştur.

Rekabetin fikir babası kapitalizm ise futbolun bulunduğu her yerde kendini göstermektedir. Forma üstü reklâmları vahşi kapitalizm için önceleri tek araçken günümüz futbol piyasası tam anlamıyla abluka altına alınmıştır. Tüketici toplumun kişisel özgürlük alanı genişledikçe birey kendiyle ilgilenmiş, birçok hobisinin yanı sıra futbola da yönelmiştir. Özellikle erkek bireyler batı Avrupa ‘da sıkça görülen bira-futbol geleneğinin esiri altına girmişlerdir. Bu kültür emperyalizmi için yaşama ortamıdır.

Kültür emperyalizmi bireyin eğitimden uzaklaştıkça kendini bulmakta zorlandığı, bu yüzden de önüne servis edilen kültürlerden birini seçtiği ve sürekli, ısrarla üretmekten kaçıp tükettiği bir külttür. Yaşamın içinde bize sunulan çok kültürlülük, eğitim kalitesi, çeşitlilik yerini basmakalıp söylemlere ve eylemlere bırakır. Bu durum yeşil sahalarda daha çok gözlenir. Söylem ve eylemi dahi terk etmiş taraftar sadece futbolcuya odaklanmıştır. Taraftar için araya giren ve oyunu durduran hakem kendini bilmiş bilim adamıdır. Ona bağırıp çağırmak, argo ithamlarda bulunmak taraftarın hakkıdır(!) Maçlar eğer milli değer halini aldıysa bu durum taraftar – basın ittifakına dönüşmüştür. Buna sponsor firmalar dahi eklenir.

Bir sponsorluk anlaşmasının oluş amacı ise kulüp ile firma arasında karşılıklı menfaat sağlamaktır. Kulüp başarısını arttırdıkça taraftar firmanın ürünlerine rağbet gösterecek, firma bundan kar edecektir. Milli takımlar içinde benzer uygulamalar vardır. Anlaşılmaz olan ise firmaların bu işten nasıl kar amacı güttükleridir? Bir düşünün; ortada milli değerler var. Sahada oyuncular. Oyuncular bayrakları ve toplumları için mücadele ediyorlar. Saha dışında tribünde ellerini açmış ve 90 dakika sonunda galip gelmeyi, kendi ülke bayraklarını en üst sıralara taşımayı bekleyen taraftarlar… Kazanılmış bir karşılaşmanın sonucunda ise yüksek cirolar ve kar marjları bekleyen firma sahipleri, yöneticileri. Tüketici toplum tembel ve yüzeysel olabilir. Ancak ‘en azından’ milli takımı yöneten, yönlendiren yöneticilerin bir kitle üzerinden – hem de ulusun değerlerini sömürerek- para kazanılmasına sebep olmaları kaldırılabilecek bir şey midir? Ülkesini sevdiğini, iyi bir vatansever olduğunu her fırsatta dile getirenlerin dahi sponsor firmaların reklamlarını izlemesi, o firmaların vatansever olduğunu düşünmesi ne derece mantıkla örtüşmektedir? Peki firmaların vatanseverliğini bilen(!) bir birey aklın sınırlarını zorlamadan kendine neden şu soruyu sormaz; Milli takım şans eseri dahi olsa bir maçtan mağlup ayrıldığında neden sponsor firmanın reklamları maç öncesindeki coşkuyla televizyon ekranlarında yada gazete sütunlarında yer almaz? Mantığa davet var. Zaten milliyetçiliğimiz yeterince üst düzeyde. Yada lümpenlik mi demeliydim?

 
Toplam blog
: 41
: 715
Kayıt tarihi
: 15.06.08
 
 

Ortaöğrenimimi Anıttepe Lisesi'nde gördükten sonra Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Mühendisliği..