- Kategori
- Haber
Prenses Maxima'nın sepeti

Geçtiğimiz hafta içerisinde, ülkemiz, bir Kraliçe ve hanedanının mensuplarına ev sahipliği yaptı. Söz konusu misafir, Hollanda Kraliçesi Beatrix ve efradıydı. Kendileri, en üst düzey protokolle ağırlandılar. Cumhurbaşkanı, onurlarına yemek verdi. Birçok üst düzey yetkiliyi kabul ettiler ve son olarak da İstanbul’da, tarihi başkentte incelemelerde bulundular. Gazeteler, Kraliçe Beatrix’in; İlber Ortaylı Hoca rehberliğinde gezdiği, Topkapı Sarayı’na hayran kaldığını falan yazmaktaydılar.
Buraya kadar, tamamıyla habercilerin işi yazdıklarım. Benim derdim bundan sonrasıyla. Hep deriz ya mükemmellik ya da farkındalık ayrıntılarda gizlidir diye. Dikkatli gözlerden kaçmayan iki sepet vardı, oradan oraya taşınan, bu ağırlama esnasında. Birincisi, aslında nerede ise tüm gazetelerde boy boy fotoğraf oldu ve farkına varmak için çok dikkat istemeyen bir gözünüz de olmasa olabilirdi. Kraliçe Beatrix’in, asil şapkasının taşındığı, kocaman ve prizmatik kutu/sepetti bu. Bir görevli, tüm gezi boyunca bu değerli parçayı taşıdı durdu. Kraliçe’nin, ne zaman canı şapka takmak istedi ise sepet huşu içerisinde açıldı ve son derece dikkatle yerinden çıkarılan şapka Hazretlerinin başına kondu. Eyvallah efendim. Bizim “parlamenter demokratikler” yanındakilere şemsiye taşıtıp, ayak yıkatırken, koskoca Kraliçe’nin şapka taşıtması gayet tabi ki son derece normal. Zaten, bize de ne.
İkinci sepet ise birçok gözden kaçtı. Bu sepet, ilk elden Kraliçeyi değil, Prenses Maxima’nın, karnında taşıdığı ve sekiz aylık olduğu bilinen bebeğini ilgilendirmekteydi. Prenses, sekiz aylı hamileydi. Üzerine düşen tüm protokol ve seramonik kuralları, aldığı saray terbiyesi paralelinde layıkıyla yerine getiriyordu gezi boyunca. Ya bir aksilik olur da, bebek, vaktinden önce dünyaya gelmek isterse ne olacaktı? Olacak olan gayet basit, Prenses doğumunu yapacaktı tabi ki ama doğacak olan Hollanda Hanedanı’nın en küçük üyesinin, ilk olarak ayaklarının bastığı toprak, Hollanda toprağı olmalıydı. Ve o ikinci sepette de Hollanda’dan getirilen, vatan toprağı bulunmaktaydı. Prenses Maxima ve karnında taşıdığı sekiz aylık yavru nereye, içinde toprak bulunan sepet de oraya...
Hollanda’da çok bilindik bir söz vardır: “Tanrı dünyayı yaratmış; Hollandalılar da Hollanda’yı” derler. Flamanlar’ın, denizden karış karış çaldıkları toprakları, onları dünyanın en önemli inek ırkının ve yetiştiriciliğinin, en büyük çiçekçilik piyasasının sahibi yapmıştır.
Bir de bol keseden, sağa sola toprak dağıtma sevdasında olan, mirasyedi tipli yolunu şaşırmışlarımızı düşündüm. Bir tarafta denizi doldura doldura toprak kazanma çabasında olan ülke ve milletler diğer tarafta da beşeriyet tarihinin en eski uygarlıklarına ev sahipliği yapmış, en önemli inanç ve ticaret yollarının kavşak noktası olma rolünü üstlenmiş, birçok dine, inanca, mücadeleye hayat suyu olmuş, stratejik öneme haiz, doğal zenginlik ve güzellik merkezi ülkem ve insanlarım. Onlar mı çok “ırkçı” ve “bağnaz”, biz mi çok “evrenselci” ve “ilerici”yiz vallahi karar veremedim.
Hani mutlaka bir “cı” ya da “cu” koymak zorundayız ya sıfatlarımızın sonuna, o bakımdan yani. Ne demiş atalarımız “yaftasız adam, balkonsuz eve benzer”. Belki dememişlerdir ama ben dedim oldu işte. Anlayan anladı, anlamayan sınıfta kaldı.