- Kategori
- Gündelik Yaşam
PTT’de sıra bekleme çerçevesinde bir yazı

Ne yalan söyleyeyim oldum olası Bir belge almaktan tutun bir su faturasını ödeme vesilesiyle gitmek durumunda kaldığım herhangi bir kurumda, kuruluşta sırada beklemek çok canımı sıkar. Tez canlı oluşumdan mıdır nedir işimin hemen olmasını isterim. Bu elbette mümkün değildir. Çünkü sıramın gelmesini beklemek mecburiyetindeyimdir. Hatta bu yüzden, bir türlü gelmeyen sıradan dolayı sinirlenip terk edip gitmişimdir yerimi. Elbette kimsenin umrunda olmamış, elbette zararını maddî anlamda ben çekmişimdir. Bu aslında gelişen teknolojinin bize hizmet sunmadaki kolaylıklarını her yerde arayışımızdan da kaynaklanıyor. “Tek tuşla iş bitsin, ister hâle geldik.
Teknoloji işlerimizi mümkün olduğunca kısa zamanda halletme imkânı verirken aynı zamanda bize “sabırsızlık, acelecilik” gibi “hormonlu genler” de aşılıyor, biz farkında olmadan. 30 yaşın üstündekiler az ya da çok eski “uygulamaları” da bildikleri için “ara nesil” olarak biraz daha sabırlı, biraz daha hoşgörülü. Ama gençler, özellikle de çocuklar, bu noktada kendilerine tahammül edilemeyecek kadar “sabırsız, hoşgörüsüz ukâla ve hiçbir şeyi beğenmez” olabiliyorlar.
[Dipnot-1: Projeksiyonun daha yaygınlaşmadığı, ders saatini savmak, öğrencileri susturabilmek için değil de sadece motivasyon aracı olarak kullanıldığı zamanlardı. Baktım okula birgün sinevizyon âleti alındı. Şimdi sınıf öğretmeni olan eski bir öğrencimin yardımıyla birkaç “kurcalama”dan sonra sistemi kurduk. Bir de CD koyarak “görüntü” ve “ses” denemesi yaptık. Tamamdı. Ertesi gün hazırlık sınıflarından birini sinevizyon odasına götürdüm. Konu hikâye türü. Metin Ömer Seyfettin’in “Diyet”i. Amacım diyetin karşılığında kolunu kesip kasabın önüne atan (elbette o sahne filmde birebir değil.) Koca Ali’nin “o can alıcı ” tavrından yola çıkarak metne dönmek. Film, TRT yapımı siyah beyaz. Rahmetli Erol Taş Koca Ali rolünde mükemmel bir oyunculuk çıkarmış. Kimsede ses yok. Hem projeksiyona bakıyorlar bir şeyi tanımak ister gibi, hem de göz ucuyla beni tâkip ediyorlar. Göstermek istediğim bölümü buluyor, “oynat” tuşuna basıyorum. Daha üç beş saniye
geçmiyor ki uğuldamalar başlıyor. Ardından, “Ama bu renkli değil. Üstelik de karelerde kayma var.” diyor bir ukâla. Sanki Mimar Sinan Üniversitesi’nde Radyo ve Televizyonculuk bölümünde mübarek. Hemen kapatıyorum bilgisayarı ve projeksiyonu. Öğrencileri doğru sınıflarına gönderiyorum. ]
...
Dün, biraz harcama yaptığım kredi kartına olan borcumu öğrenmek ve tarihi geçmeden ödemek için burada binası olmayan bir bankanın bankamatik noktasına doğru yöneliyorum. Terleye yürüye bankamatik bölgesine ulaşıyorum. O da ne? “Bağlantı kurulamadığından hizmet veremiyoruz.” yazıyor monitörde. Çaresiz aklıma karşıdaki PTT geliyor. Giriyorum PTT binasından içeri. Yeni bir tasarımla modern bir görünüme kavuşmuş PTT. Klima efil efil. Amma yedi sekiz tane işlem noktasından sadece üçü açık. Onlarca insan (epey kalabalık) eğri büğrü bir sıra oluşturmuş. İç kapının önünden sıralara bakıyorum. Çıkmakla beklemek arasında gidip geliyorum. O arada sıraların tipik “cins”lerinden biri, hiç üşenmeden kendine vazife çıkarmış, teşrifatçı bir ağızla, “Sıra arkada, sıra arkada…” deyip duruyor. Çok olağan bir kare aslında. Sıra kavgalarını görmüşlüğümü de bilirim. Hatta sırada beklerken dostluklar kuran, sohbeti koyulaştıranlar bile vardır. Sırada beklemekten yakınmak, memur/ ve veya memurelerin iyi çalışmadığı üzerine (onların duyabileceği şekilde) kısa nutuklar atmakta bu sırada beklemeye dahil durumlardandır.
İlk kuyruğun son sırasına ilişiyorum sıkıntı içinde. Beklemeye başlıyorum. İşlemler hızlı gidiyor. Gidenlerin yerine gelenlerin daha fazla olmasıyla giderek artan kalabalık… Belki ilk defa bu kadar sabırlıyım ki hâlâ bekliyorum.
Diğer sıralardakilere bakarken duyduğum bir cümleyle dikkatimi ikinci sıranın en önünde bulunan kişiye çeviriyorum.
- Ama daha önce de böyle yapıyordum.
Esmer, sâkin görünüşlü, memure hanım son derece kibar, güler yüzlü bir halde:
-Beyefendi bana verdiğiniz belgede ödenecek miktar 150 TL yazılmış. 5 TL de masraf için vereceksiniz.
Adam yaşını başını almış biri görünüşte. Verdiğinin dışında terli elindeki tuttuğu 50 TL’yi (memure hanımın yüzüne atar gibi) hışımla bırakıyor gişeye. Memure hanımın sabrına hayran olmamak mümkün değil. Adam, makbuzu alıp homurdanarak uzaklaşıyor. Hiç de hakketmediği bir davranışla karşı karşıya kalan memure hanım, bir anlık şaşkınlıktan sonra (ki anlık bir kırgınlığı yüzünde okuyordum) işlemlere devam ediyor.
İşlemim için önümde daha iki kişi var. Üç beş dakika geçiyor. İşlemi yapılan biriyle bizim sıradaki memure hanımın arasında bir tartışma başlıyor. Memure hanım verilen parayı idare odasındaki birine gösteriyor. Kısa bir süre sonra dönüyor memure hanım.
-Bu parayı alamam. Bakın bizim elimizdeki paralar gibi değil. Pürüzsüz ve sanki fotokopiden çıkmış gibi verdiğiniz para.
İşlemi yapılan adam hiçbir şey demiyor.
Nihayet sıram geliyor, borcumu öğrenemiyorum ama hesaptan bir miktar eksilsin diye 150 TL ödüyorum. Makbuzumu alıp çıkıyorum.
Son söz ya da bir görev âşığı memur portresi :
Uzun yıllardır Belediye Sular İşleri’nde çalışan bir ağabey bu memur. Tanışıklığımız oğlunun Türkçe öğretmeni olmamdan geliyordur, büyük ihtimalle. Sonrasında da su faturası ödemeleri sırasındaki sohbetlerle yakınlığımız artmıştı. Kartal bakışlı, güler yüzlü, çok eğlenceli bir adamdır bu ağabey. Bir şeyi anlatırken genişleyen güleç yüzüyle birden dönüp “he” demesi karşısında kendimi hiç tutamamıştır.
Ama siz asıl onu su faturalarını bilgisayar yoluyla alırken görmelisiniz. Tam anlamıyla “ orta boylu bir atom karınca.” Hesaba girişindeki hız, rakam tuşlarını âdeta kanatlandırarak kullanması, işlemi yazıcıya vermesi, parayı alışı, sayışı, aynı hızla dekontu özenle tırtıklarından ayırması ve makbuz sahibine teslim etmesi…
Dahası da bütün bunları birkaç dakika içinde yapması… Sanki kendisini otomatiğe bağlamış gibidir. Komik olanı da şuydu: İşlem yaparken ağzına aldığı sigarasının (kapalı alanda sigara yasağından beri ne yapıyordur, bilmiyorum) külünü bile düşürmeden ara ara aynı hızla tablaya silkelemesi. En takdire şayan tavrı da şu: Fatura ödemek için uğradığımda, gişeden içeri çağırır, bir çay ısmarlar, hem işini yapar hem de bana lâf yetiştirir. Sıramı aklında tutar ve sıram gelmeden asla benim işlemimi yapmaz, yani iltimas göstermez…