Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '22

 
Kategori
Siyaset
 

Puslu Havada Agâh Olmak

Hani derler ya, insan Türkiye’de yaşıyor ve yazı yazarak hayatını kazanıyorsa, konu bulmama şansı yok diye.

Covid-19 salgının tezahür etmesi ve tüm dünyayı etkisi altına almasından beridir, yeryüzünün tüm sakinleri için de sanırım tekdüze yaşamdan daha çok tedirginlik içinde seyreden bir yaşam ritminden bahsetmek gerekir, diye düşünüyorum.

İnsanların “komplo teorileri” vasıtasıyla hayatlarının rutininden koparılarak, kalıbına girmeleri istenen yaşam tarzına alıştırılmaları…

Gerçekten de salgın döneminde ne çok tevatürler okuduk. Ne çok distopya’ya muhatap kalmak zorunda bırakıldık. Şu bir gerçek, yaşadıklarımız ilahi tecellinin bir sonucuysa da, dünyanın tüm zenginliklerini ve kaynaklarını doyumsuz bir biçimde ele geçirme hırsı içinde olan “karanlık odaklar” tarafından, gayet bilinçli bir düzende amaca gitmek için kullanılmıştır.

İşte ilk zamanlarda, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yaşanan salgın sürecinde acze düşmesi, nelerin yapılması gerektiğinde sorumsuzca topu taca atması…

Sonrasında, yine DSÖ’nün Çin’in mi yoksa ABD’nin mi arka bahçesi olduğu tartışmaları…

Şu bir gerçek:

Tecrübe ettiğimiz salgın döneminde olan her zamanki gibi, yoksullara, emekçilere, emeklilere, kimsesizlere, ve nice arkasını sağlam yerlere dayayamayan kesimlere oldu.

Yoksulluk, salgın döneminde gerçekçi gözle bakıldığında “orantısız” bir şekilde arttı. Yoksullar, yoksulluklarının vebalini sanki tek suçlular onlarmış gibi, ölümle ve sağlık hizmetlerinden yoksunlukla karşı karşıya kalarak ödediler.

Bir tez, bu salgından hareketle, “küreselcilerin”, değişen siyasal ve ekonomik dinamiklere uygun olarak yeni bir dünya düzeni paradigmaları inşa etmeleriydi.

****

Gerçekten de şöyle tarafsızca bakabildiğinizde yaşananlara… Yaşanan her ne ise, bunun faturasının emekçi kesimlere, yoksul halk kitlelerine, yüksek mevkilerde bağlantısı olamayan “sessiz çoğunluklara” kesildiğini görürsünüz.

Ölüm riskinin çok yüksek olduğu bir süreçte, zenginlerin katbekat varsıllaştığı ve servetlerine ekledikleri, hatta yeni milyarderlerin türediği bir salgın sürecini, bazen böyle akıldışı diye isimlendirilen komplo teorileriyle izah yoluna gitmek durumunda kalırsınız.

İşte en son bölgemizde tanık olduğumuz savaş: Rusya-Ukrayna savaşı… Zaten yaşadıklarımız ve sonrasında tecrübe hanemize çeltik attığımız gelişmeler daha çok “filler tepişir ezilen çimenler olur” yargısını olumlamıyor mu? Savaş başladığından beridir olan yine hiçbir titri olmayan, sadece yaşam savaşı veren sıradan Ukrayna vatandaşlarına veya bir davaya inandırılmış Rus ordusunun neferlerine oluyor.

Sonra sonra…

Yaşanan olaylardan ve iktidar hırsı ve tarihten gelen gözbağcılığın etkisi altındaki politikacıların ihtiraslarından sonra, yakın gelecekte belki de bizleri bir “ölüm kalım savaşı” beklemekte. Gıda güvenliğinin ve tedarikinin artık haber mecralarında sıradanlaştırıldığı gerçekliğinde, insanlığın temel beslenme gıdalarının(mesela buğday, ayçiçeği vb) pazarlık konusu yapıldığı, savaş gibi her nevi insanî değerlerin perdelendiği bir aşamada, gerçekten de olup-bitenleri çok iyi ama çok iyi tahlil edebilmek, sanırım Sayın Haşmet Babaoğlu’nun dediği gibi her an “agâh” olmayı elzem kılıyor.

 

Oynanan oyunlar ters tepebiliyor. Bugün, dünyanın jandarması olduğunu öne süren ve bunu hiçte demokratik olmayan yöntemlerle diğer uluslara da dayatan ve dayattığı yetmiyor gibi zorla ve hileyle kabul ettiren ABD ve paydaşları, Rusya’nın pasifize edileceğine inanırken…

Rusya’nın hiçte bekledikleri gibi kapan içine kapatılamadığını, insan canının ehemmiyetsizliğiyle görmek zorunda kaldılar.

Süreç bundan sonra, “ulus devletlere” sıkı sıkıya sarılarak, ayakta kalmak babında devam ettirilecek.

Ne ki… Küreselcilerin de hedefi ulus devletler değil mi?

 

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..