- Kategori
- Güncel
Ramazan geldi ama hoş gelmedi

mahya
Kan, gözyaşı ve darbeler eşliğinde bir Ramazan'a daha erişmiş bulunuyoruz.
Dün sabah Lübnan'da bir patlama olmuş, Suriye aylardır iç şavaşı yaşıyor, Irak'ın ve Libya'nın durumu belirsiz, Mısır'da askerler yönetimi ele almış...!
Silahlar, bombalar, tezgahlar ve suikastler her gün, yüzlerce insanı alıp götürüyor. Bir o kadarını da sakat bırakıyor.
Açlık, yokluk ve çaresizlik yaşlı dünyanın önemli bir kesimini kasıp kavuruyor. Aynı şehrin insanlarının bir kısmı zevkten, bir kısmı da dertten ölüyor. İnsan bunları görünce, "kutlu ve mübarek ay geldi" diye sevinemiyor: "bu oruç mevsimi ülkemize, müslümanlara ve tüm insanlığa barış, huzur ve bereket getirsin" diyemiyor.
Çünkü güçlüler ve hırslılar barış istemiyor. Mısır örneğinde görüldüğü üzere demokrasi de istemiyor! Onlar istemeyince dilek ve temenniler hiç bir işe yaramıyor. Dilekler, ne kadar içten, ne kadar samimi ve ne kadar derinden gelirse gelsin herkes iştirak etmedikçe, dünyada makes bulmuyor. İyi niyetli kişilerin tüm gayretine rağmen, gözünü çıkar bürümüşler, insanları birbirleriyle didiştirmeye, dalaştırmaya, dövüştürmeye ve öldürüştürmeye devam ediyor.
İşte bunlar, işlerine gelmediği zaman insan haklarını, adaleti önemsemeyebiliyor ve göz göre göre askeri darbelere arka çıkabiliyorlar. Demokrasi adını verdikleri ve olmazsa olmaz saydıkları yönetim biçiminin bazı ülkelerde tedavülden kalkmasını ve yerine apoletlilerin oturmasını onaylayabiliyorlar.
Demem o ki, dilek ve temenni tek başına dünyayı değiştirmeye, onu barış iklimiyle tanıştırıp kuşatmaya yetmiyor. Bunu gerçekleşmesi için ipleri elinde tutanların, içine düştükleri ikiyüzlülük batağından kurtulup benliklerinden özgürleşmeleri ve bizatihi hayrı ve iyiliği istemeleri gerekiyor.
Yoksa, hırsların kartelleştiği, fırsat yakalandığında can dostların bile bitirilip tüketildiği, gücün ve paranın tartışmasız erek haline geldiği bu kürede başkasını kim umursar? Herkesin eşit haklara sahip olmasını, nimetleri paylaşmasını, huzur içinde yaşamasını gönülden isteyen kaç kişi çıkar?
Mezara ölü taşımanın kanıksandığı, çaresizliğin yaşam biçimine dönüştüğü bir iklimde insanlara umut vermenin, mutlu yarınlardan sözetmenin bir anlamı yoktur. Bu, idam sehpasındaki insana, güzel şeyler hayal etmesini tavsiyeye benzeyecektir.
Büyüklerimiz yıllardır, batılı yöneticilerin asıl yüzlerini maskelerinin ardına gizlediklerini, mütebessim hallerine aldanmamamız gerektiğini söyleyip durdular. Ancak çoğumuz bu sözleri, onların kültürü, tekniği, becerisi ve gücü karşısında düştüğümüz aczin tepkisel bir yansıması olarak yorumladı. Zira tüm batılı devlet erkanı öylesine mükemmel aktörlerdi ve rollerini oylesine inandırıcı oynuyorlardı ki, çoğumuz için inanmamak imkansızdı. Kendilerine şüpheyle bakanlar bile, "acaba yanılıyor muyum" diye zaman zaman düşünmek durumunda kaldı.
Son Mısır meselesinde ise takke düştü ve artık kel, net bir biçimde görüldü. Batı dünyası yöneticileri gerçekten ikiyüzlüydü ve dışlarında kalan dünyaya farklı bakıyordu. Onlara göre demokrasi, diğer ülkeler ve insanlar için pek te önemli değildi. Önemli olan, onların nasıl kontrol altında tutulacağı ve nasıl sömürüleceğiydi. Bu yüzden, tekerlerine çomak sokma ihtimali yüksek olan üçüncü dünya liderleri seçimle gelseler bile ya hizaya getirilmeli ya da ekarte edilmeliydi. Onlar, bu vaziyetleriyle asla yerlerinde kalmamalıydı. İşte, Mısır'da yapılan, Türkiye'de de yapılmak istenen buydu.
Eğer dürüst değilseniz her şeyi kendi çıkarınız için kullanabilirsiniz. Sırf şahsi ikbaliniz için düşmanlarınızla işbirliği yapabilirsiniz. Dini, demokrasiyi amacınıza ulaşmak için sonuna kadar istismar edebilir/ettirebilirsiniz. Seçtiğiniz belli kişiler vasıtasıyla islamı, kan ve kılıç dini, demokrasiyi de protesto etme, yakma, yıkma ve ortalığı dağıtma hakkı olarak yutturabilirsiniz.
Böylece, sokağa sürdüğünüz kandırılmış kitleler vasıtasıyla yorulmadan, kendinizi belli etmeden amacınıza ulaşabilir, istediğinizi alabilirsiniz. Batının, kontrol altında tutmak istediği ülkeleri istikamete sokmak için zamanımızda kullandığı yöntemler işte bunlardır. Yani terör, ayaklanma, protesto ve yeşil çevre kandırmacasıdır.
Siz, doğanın dengesi bozuluyor, ormanlar yok oluyor, ağaçlar kesiliyor diye ayağa kalkarsınız ama sonunda yolsuz, susuz ve elektiriksiz bir hayata mahkum olursunuz. Havaalanı ve köprü yapımını engelleyerek çevreye sahip çıktığınızı sanırsınız ama aslında siz bu tavrınızla başka bir ülkenin havaalanı'nın işlevini muhafaza etmesini sağlarsınız.
Esasen batının, doğuya tezgah kurması yadırganası değildir. Kapitale, yani paraya, yani kazanmaya endeksli çağdaş batı medeniyeti (!); sömürmeyi, (gerektiğinde) ihaneti, öldürmeyi, adaletin ve hukukun başına çuval geçirmeyi zorunlu görmektedir. Çünkü, sistemin ruhu budur. Bu yüzden, suç üstü yakalansa bile, ondan utanmasını beklemek beyhudedir. Hüzün verici olan ise, ağaçları kurtarıyorum sanarak, bu ülkeyi ayağa kaldırmaya çalışan yönetimi devirmek isteyenlere payandalık yapmaktır. Bütün emare ve işaretlere rağmen tongaya düşürüldüğünün farkına varmamaktır.
Evet mübarek Ramazan Ayı'nın içindeyiz. Yani yeni günlerdeyiz. Mevlana, "Bugün yeni bir gündür cancağızım. Yeni şeyler söylemek lazım" demiş ama yeni şeyler söyleyemiyoruz. Çünkü oyuna gelmeye ve eskiyi tekrara devam ediyoruz.
Herşeye rağmen hayırlı ramazanlar...
Resim:milliyet.com