Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ritüelimi sevsinler

Ritüelimi sevsinler
 

Her yılbaşı akşamında musallat olan ve bir türlü vazgeçemediğim ritüelimden bahis açmış ve konuyu dallandıra budaklandıra ve belki de ballandıra ballandıra anlatmaya başlamıştım…

Her zaman olduğu gibi yine araya ufak tefek de olsa yan konular girmiş, yan konuları derinlemesine irdeleyemeden ve en mühimi de esas konuya bir türlü giremeden yazıyı bitirmiştim… İşte kaldığım yerden devam ediyorum… Bu defa bitirmeye gayret edeceğim, söz…

Aslında mevzu bahis olan ritüel olsa da, bir nevi şahsi yıl sonu hesaplaşması gibi de algılayabilirsiniz yazdıklarımı… Çünkü yazdıklarım daha çok o minvalde yani “kişinin kendiyle hesaplaşması” mahiyetinde vuku buluyor… Zaten bir çok yazımı da kişisel iç dökümüm gibi görüyor ve o rahatlıkta yazıyorum… Aksi halde samimiyetsiz ve gerçeğe uzak yazılar ortaya çıkar…

Bence herkes yılbaşı akşamları sadece deli danalar gibi oynayarak, yiyerek, içerek vakit öldüreceğine bir miktar, çok değil, mebzul miktarda iç hesaplaşmasına gitmeli, bir nevi yıl sonu hesap dökümünü yapmalı ve bu temel üzerine yeni yılda izleyeceği yolları değerlendirmelidir… Tamamen şahsi bir düşünce ve öneridir… Yoksa eğlenmeye karşı olduğum filan yok… Aksine ben de az önce bahsini ettiğim türde yiyecek ve içeceğim, üstüne bir de deli danalar gibi oynayacağım… Zira bütün yıl bedenime toplanan negatif enerjiyi bir şekilde atmam, üçyüzaltmışbeş gün boyunca biriktirdiğim stresli kurtlarımı kızgın kumlardan serin ve derin sulara dökmem lazım…

İşte bir yıl boyunca bedenimde ve ruhumda birikmiş, dökülmeyi bekleyen kurtlarımı dökebilmem için ve hatta eski yıllarda kıyıda köşede tutunmayı başarmış “eski kurtları" da alaşağı edebilmem için dört başı mamur bir yılbaşı programı hazırlamalı, buna uygun bir ortam oluşturmalı ve öngördüklerimi eksiksiz yapabilmeliyim…

Tabi bunu yapabilmek “Güven, Özveri ve Tecrübe” istediği kadar aynı zamanda “Güzel, Özel ve Tedarikli” bir plan da istiyor… Her ne kadar hariçten “Gazel, Öğüt ve Terane” söyleyecekler olsa da dostlar arasında mutlaka “Gayretli, Özenli ve Teyakkuz halinde” şahsıma yardım eli uzatacaklar da mevcuttur hamdolsun… İşte bunun rahatlığından olsa gerek şimdilik hesaplaşmaya devam ediyor ve plan yapmayı bir müddet daha erteliyorum…

Nerede kalmıştım diye kendime soruyorum, ama malum kendimle bir hesaplaşmam var ya, kendim kendime nerede kaldığım konusunda belki yanlış bilgi ve beyanda bulunur diye sayfanın üst taraflarına ve önceki yazıya göz atıyorum…

Evet, “suçüstü” yaptığım kendimle ilgili delillerde kalmıştım… Malum yazılı bir delil arama çalışmaları daha başlamadan bitmek zorunda kaldı ve maalesef yazılı olmayan delillerden yararlanacağım…

Şimdi kafamda o eski yıllara bir yolculuğa çıkıyorum… Zira kendimi “nerede o eski yılbaşı akşamları” diye hayıflanırken yakalamıştım, bakalım nereymişler…

Siyah beyaz televizyonumuzda henüz günün yayını başlamamışken “dıııııt” sesiyle birlikte ekranda gördüğümüz siyah beyaz enine ve boyuna çubuklu, içinde saat olan, televizyon görüntü netliğinin ayarlanmasına yardımcı olduğunu düşündüğüm ve şimdilerde sadece TRT-4 yayını bittiğinde görebildiğim görüntüyü hatırıma getirdim… Televizyonun yayına başlamasını kardeşimle birlikte dört gözle beklerken, akşam yemeği hazırlıkları yapan annemin “daha açılmadan karşısına geçip oturdunuz, ne anlayacaksınız bundan” şeklindeki homurdanmasına aldırış etmeden, suratlarımızdaki tarifsiz heyecanın resmini nasıl anlatayım ki size?…

Hele ki televizyon açıldıktan sonra, İstiklal Marşı’nın ruhumuzda yarattığı “zafer” depreminin içimize salınan coşkusunun, kişiliğimizdeki ve benliğimizdeki devinimlere katkısını nasıl izah edeyim?…

Reklamlar da dahil olmak üzere televizyonda çıkan her şeyi mutlaka görmeliyiz içgüdüsüyle donanmış arzu dolu iç sesimiz “bu uğurda gerekirse altınıza da yapabilirsiniz” telkinlerini kulaklarımıza fısıldayadursun; sobanın yanında her daim hazır bulunan ve annemin hünerli eline geçtiğinde popolarımıza kırbaç gibi inecek olan "maşa"nın o soğuk görüntüsünün korkusuna ne yazık ki söz dinletecek bir “içgüdü” sesi yoktu… O yüzden birimiz tuvaletteyken televizyonda olup bitenleri diğerimiz en ince ayrıntısına kadar anlatıyor, böylece havsalamızda eksik raf kalmıyordu…

İşte bu şerait altında bir de yılbaşı akşamlarını düşünebiliyor musunuz? Yılbaşı demek; kesintisiz saatlerce yayın demekti, yılbaşı demek; bir sürü şarkıcıyı ardı ardına dinleyebilmek demekti, yılbaşı demek; annemin “haydi yatın artık, geç oldu” diye bize tasallut etmemesi demekti, yılbaşı demek; ağabeyimin “akşam yatmıyorsunuz, sabah kalkmıyorsunuz, hadi yatağa!” diye bağırıp çığırmaması demekti bizim için…

Evet o yılbaşı akşamı “Olacak O Kadar, Güler misin Ağlar mısın” başta olmak üzere türlü türlü parodileri hem de bir hafta beklemeden doya doya izlemek serbestti… Bütün bir yıl boyunca bir arada göremediğimiz her türlü kuruyemişten tıka basa yiyebilmek demekti… Tabi birde “gelsin koka-kola” sloganını söyleye söyleye, arada bir geğirerek kola içmekti…

Tombalanın ayrı zevki vardı, Milli Piyango’nun ayrı… Büyüklerimiz gece 12’yi dört gözle beklerdi belki ama o zamanlar daha küçük olduğumuzdan “dansöz” zevkinden mahrumduk… “Küçüktüm ufacıktım/Top oynadım acıktım” şeklinde gayet masumane zevklerimiz vardı… Zaten en büyük zevkimiz var olanlarla mutlu olabilmekti… Daha doğrusu öyleymiş… Şimdi daha iyi anlıyorum…

İşte ta o zamanlardan beri bir ritüelim var ki bir türlü vazgeçemedim… Anlattığım bütün bu detaylar şimdi değişti; eğlenceler farklılaştı, mutluluk kavramı nadide pozisyonlara devindi, televizyonlarda zaten her akşam “yılbaşı” mönüsü verilir oldu, şarkıcı-türkücü desen gırla, kuruyemiş hakgetire… Ama o ritüel hala bırakmadı beni… Ve korkarım ki bırakmayacak, zira bana ayrılan süre yine bitti… Zaten ben “Bu defa bitirmeye gayret edeceğim, söz…” demiştim, yani "bitireceğim, söz" dememiştim… Ne demişler, büyük lokma ye, büyük konuşma… Devam edeceğim…

Murat HACIOĞLU
30 Aralık 2008 Salı

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..