Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '13

 
Kategori
Öykü
 

Rize'nin kurtuluş günü için ( 2 Mart

Rize'nin kurtuluş günü için ( 2 Mart
 

Son günlerde Rize’deki Rus işgal kuvvetlerinin başı ay-yıldızla dertteydi. Gerçi Batum’dan ileri geçeli beri ay-yıldızla başları hiç hoş olmamıştı ama bu defa başkaydı. Erzurum ve Trabzon dahil işgal ettikleri hiçbir yerde böyle bir şeyle karşılaşmamışlardı. Aslında Rize’de her şey çok iyi gidiyordu. İşgalin başladığı 9 marttan bu yana herhangi bir olay çıkmamıştı. Halkın sessiz ama vakur tavrından işkillenmekle beraber, şehirde üslenen bir tugaylık gücün verdiği ezici güven hissiyle kendilerini çok rahat hissediyorlardı.

Ancak birdenbire ve bir şimşek çakışı gibi patlayan bayrak olayları keyiflerini kaçırmaya yetmişti. Son günlerde şehrin en umulmadık yerlerinde ay-yıldızlı bayraklar asılıyordu. Bir gün yüksek bir ağacın tepesinde, öbür gün metruk bir evin damında, diğer bir gün yıkık bir duvar üzerinde. Bu bayrakları kim asıyorsa halkın yaşadığı yerlerden uzak durmaya özellikle itina gösteriyordu. Aksi halde buraları Rusların hedefi olabilir ve içindekilerin canı yanabilirdi. Bayrağın asıldığını gören işgalciler kırmızı görmüş boğa gibi çılgına dönüyorlar, bayrağı derhal indirdikleri gibi çevreyi araştırıp failini bulmaya çalışıyorlardı. Bayrak eğer ulaşamayacakları bir yerdeyse yaylim ateşine tutarak aşağı indiriyorlardı.

Bütün gayretlerine rağmen bayrak asanları ele geçiremeyince Rus işgal kuvvetleri komutanı bir toplantı düzenlemeye karar verdi. Toplantıyı önce kendi aralarında yapacaklar, ardından da makama çağırdıkları şehrin ileri gelenleriyle görüşeceklerdi. Karargah olarak kullandıkları konakta yerinde duramayıp hışımla odayı arşınlayan komutan çok öfkeli görünüyordu:

- Bunca yıllık askerim böyle bir rezalet görmedim, diye kükredi.

- O kadar asker bir-iki kişiyi nasıl yakalayamaz? Adamlar geliyor tam karşımızda, dalga geçer gibi bayrak asıyor ve biz buna engel olamıyoruz.

Bir an soluklanıp esas korkusunu açığa vurdu:

- Bütün bu olanlar General Yudeniç’in kulağına giderse hepimiz yanarız.

Yudeniç Rusların Kafkas orduları başkomutanıydı. Yani Hazar Denizi’nden Karadeniz’e kadar dediği dedik, astığı astık bir adamdı. Çar nezdinde de itibarlı bir yeri vardı.

Subaylardan birisi cesaretini toplayarak fikrini söyledi:

- Henüz çevredeki halka baskı yapmadık komutanım. Bayrağı asıp evlerden birinde saklanıyor olabilirler.

Komutan bu fikri pek beğenmemişti:

- Ne yani? Bütün halkı tutup sorguya mı çekelim?

İstihbarat komutanı tam burada söze girdi:

- Şehrin bütün ileri gelenlerini çağırdık komutanım, dedi.

- Onlara bu işin şakaya gelmediğini söyleyeceğiz. Buna rağmen olaylar devam ederse kendileri bilirler.

- Öyleyse alın içeri adamları, diye emretti komutan. Sonra da arkasını dönüp pencereden dışarı bakmaya başladı. Rize heyeti içeri girdiğinde hala sırtı dönüktü ve dışarı bakmaya devam ediyordu.

Neden sonra çevik bir hareketle geri döndü. Heyetin önüne kadar gelerek tek tek tokalaşmaya başladı. İstihbarat subayı hariç diğerleri dışarı çıkınca, misafirlerini koltuklara buyur edip ne içtiklerini sordu.

Biraz sonra köpüklü kahveler hep birlikte yudumlanırken komutan tane tane konuşmaya başladı:

- Efendiler, bugüne kadar girdiğimiz her yerde silahsız halkla iyi geçinmeye çalıştık. Kimsenin malına canına dokunmadık. Rize’de de bu karşılıklı anlayışı fazlasıyla gördük. Ancak son zamanlarda bir bayrak olayı zuhur etti. Bütün huzurumuz bozuldu. Sizin için de böyle olduğunu gözlerinizden okuyorum. Öyleyse efendiler, ne olur çevrenize hakim olun. Sağa sola bayrak asıp bize meydan okumaya çalışanları ikaz edin. Bu son uyarımızdır. Bayrak asma olayı bir kez daha tekrarlanırsa çok kişinin canı yanacak.

Komutan kahveleri tazelemek için ısrar ettiyse de Rize heyetinde bir şey içecek hal kalmamıştı. Adam açıkça tehdit etmişti. Müsaade isteyip dışarı çıkarken yüzlerinde derin bir endişe okunuyordu. Hızlı adımlarla, bir- iki katlı köhne yapılardan oluşmuş şehrin tek caddesi boyunca yürüyüp düzenli toplantılar yaptıkları Tuzcuoğlu’nun dükkanına geldiler. Sıcağı sıcağına oturup acil kararlar aldılar. İlk iş olarak Emice’ye ( İpsiz Recep ) bir adam gönderecekler ve bu işten haberi olup olmadığını soracaklardı.

* * * * * *

Emicenin karargahı Rize yakınlarındaki Taşlıdere vadisindeydi. Ruslar Rize kapılarına dayandığında Taşlıdere bayırlarında verilen son direnişe İpsiz Recep de iştirak etmişti. Mehmetçikle omuz omuza savaşan çeteler karadan ve denizden yapılan şiddetli bombardımana dayanamayarak çekilmek zorunda kalmışlardı. Şehir düşman eline geçince Taşlıdere’ye bakan sık ormanlara, meşeliklere saklanan çete üyeleri zaman varoşlara kadar sokularak faaliyetlerine devam ettiler. Halkın zarar görmesini önlemek için işgal kuvvetlerine saldırmaktan kaçınıyorlar, ancak sinsi bir şekilde Doğu Karadeniz’e yerleşmeye çalışan Ermeni ve Rum Pontusçulara göz açtırmıyorlardı.

Şehirden gelen adamı ilk önce Potomyalı Mahmut karşıladı. Geliş niyetini öğrendikten sonra Emice’nin yanına götürdü. İpsiz Recep olup biteni öğrenince:

- Bu bayrak asanları önce ben tebrik etmek isterdim, diye konuştu.

- Ancak henüz zamanı değil. Faydadan çok zarar getirir.

Bakışlarını Taşlıdere’nin köpüklü sularına çivileyerek son sözünü söyledi:

- Bu işten benim haberim yoktur. Bir soran olursa böyle dersiniz.

Bayrakları kimin astığı belli olmayınca başta Ruslar olmak üzere herkes tedirgin oldu. Çetelerin bile yapmaya çekindiği bir işi göze alanlar dilden dile anlatılmaya, herkes bu gözü kara kahramanı merak etmeye başladı.

* * * * *

Herkes beni gökte arıyordu ama ben her zaman yerde ve onların arasındaydım. Kaşla göz arasında bayrakları en göze çarpacak yerlere asıyor, sonrada derhal oradan kaybolarak şehre iniyor, halkın arasına karışıyor, hatta telaşla bayrağın bulunduğu yere koşan askerlerin arkasından bakıyordum. Bütün millet bu işi yapanın gözükara, yaman bir çeteci olduğunu sandığından benim gibi henüz onaltı- onyedi yaşında, çelimsiz bir gençten şüphelenen olmuyordu.

Şimdiye kadar bir sürü bayrak asmış, düşmana meydanın boş olmadığını göstermiştim. Elimde daha çok bayrak vardı. İrili- ufaklı bir sürü ay-yıldız…Onlar bana rahmetli amcamdan yadigar kalmıştı. Balkan dağlarında savaşmadık cephe kalmayan, en son Balkan bozgununda ordu kaçarcasına Çatalca’ya doğru geri çekilirken yere düşen bayrakları birbir toplayan amcam onları bana vermiş, sonrada Çanakkale’ye gitmişti. Tabii gidiş o gidiş…Bir daha kendisinden haber alamadık.

Aslında esas amacım Ruslar Hopa’dan yurda girdiğinde Fındıklı’da toplanan ve düşmanı karşılamaya hazırlanan yiğitler arasına katılmaktı. Ancak ‘’ Sen daha çocuksun ‘’ demişler ve beni aralarına almamışlardı. Çaresiz geri dönerken Ruslar saldırıya geçmiş, Arhavi’den Pazar’a kadar dağ taş yanmaya başlamıştı. Bizimkiler öylesine şiddetli bir direniş göstermişlerdi ki düşman tam beş bin, Türkler altı yüz kayıp vermişti. Ancak ne çare ki denizden ve karadan bombalayarak dağları yakan düşman; bu direnişi kırmış ve Rize’yi dört bir yandan kuşatmıştı. İşte Rize’nin çaresiz kalarak düştüğü o gün karar verdim bayrakları asmaya. Ahdım vardı: Elimdeki bayrakların en büyüğünü de Rusların çekip gittiği gün kaleye asacaktım.

İşgalcilerin eşrafı çağırıp gözdağı vermesi beni yıldırmamıştı. Hatta Emice’nin ‘’ Faydadan çok zarar getirir ‘’ dediğini de işitmiştim ama öyle kolayca pes etmek niyetinde değildim. Fakat bu defa halkın zarar görme ihtimalini daha çok gözeterek, bayrağı daha uzağa ve daha ıssız bir yere asmaya karar verdim. Bir sabah ezandan önce kalkarak şehrin her yerinden görülen bir tepenin üzerindeki yüksek bir ağaca bayrağı asıverdim. Sonra da her zaman yaptığım gibi doludizgin yamaçlardan aşağı seğirterek şehre indim. Bakalım bu defa Ruslar ne yapacaklardı?

Harhalde sabah ilk işleri Türk bayrağı var mı diye sağı- solu kontrol etmek olan Rus askerleri tepedeki ay-yıldızı görmekte gecikmediler. Sert emirleri tepeye doğru bir koşuşturma izledi. Arkalarından gizlice el sallayarak ‘’ Koşun bakalım ‘’ dedim kendi kendime ‘’ Ancak gidersiniz ‘’.

En çok merak ettiğim indirdikleri bayrakları ne yaptıklarıydı. Ay-yıldızın düşman eline çok üzülüyordum ama şimdilik yapacak bir şey yoktu. Gerçi bugüne kadar yerlere atıp hakaret ettiklerine şahit olmamıştım. Sanırım halkın tepkisinden çekinmişlerdi.

Daha sonra kulağıma geldiğine göre Rusların bu defa ki tepkisi çok sert olmuştu. Bayrağın bulunduğu tepenin civarında kime rastlamışlarsa derdest etmişler, bir hayli de eziyet ederek kimin yaptığını söyletmeye çalışmışlardı. Emice haklıydı belki de. Yaptığım bu iş artık zarar getirmeye başlamıştı. Halbuki ben kimsenin burnunun kanamasını istemiyordum. Hele benim yüzümden eziyet görmeleri beni kahretmişti. Kısa bir süre sonra tutukladıklarını serbest bıraktılar ama bundan sonra çok daha kötü şeyler yapacaklarını anlamıştım.

Bu yüzden eve koşup geri kalan bayrakları kimsenin bulamayacağı bir yere sakladım. Bayrakların en büyük olanını iyice yıkamış, kömür ütüsüyle ütülemiş ve katlayıp öyle saklamıştım. Düşmanın çekip gideceği gün kale burçları onu bekliyordu.

* * * * *

Bu kaybana harbin sonlarına doğruydu. Rusya’da çok karışıklık çıktığını duyuyorduk. Rus Ordusu Bolşevik, Menşevik diye ikiye bölünmüş, birbiriyle savaşmaya başlamıştı. Derken hepimizi sevince boğan bir gelişme oldu. Giresun ve Trabzon’dan hızla çekilen Ruslar Rize’yi de boşaltmaya hazırlanıyorlardı.

Bir sabah Ermenilerin kışkırtmasıyla Orta Cami’yi ateşe verip Rize’den çıkmaya başladılar. Bu sıralarda çeteler de şehre girmiş, halkı Rum ve Ermenilerin vereceği zararlardan korumaya çalışıyorlardı. Özellikle Rumlar için kolay değildi hani. Rusların çekip gitmesiyle Pontus hayali bitmiş, ebediyen Karadeniz’in karanlık sularına gömülmüştü.

Ben bu haberleri alır almaz daha durur muyum? Hemen çoktan hazırda tuttuğum o büyük bayrağı kaptığım gibi Rize kalesine doğru koşmaya başladım. Kale bedenlerine vardığımda Ruslar daha yeni gidiyorlardı. Bu defa artık görüp görmediklerine pek aldırmadan en yüksek burca tırmandım ve o en büyük bayrağı boylu boyunca burca asıverdim.

Sonra da zevkle aşağıdaki şehri ve Karadeniz’i seyretmeye başladım. Orta Cami’nin ordan koyu bir duman yükseliyor ve Rus kıtaları ağır ağır şehri terk ediyordu.

Aylardan marttı galiba? Martın ikisiydi.

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..